Güncelleme Tarihi:
Bu aralar sık sık şu cümleyi duyar oldum: “Yeni bir kitabı daha mı çıktı?” Evet, çok sık yazıyor. Bazen az sayfalı, bol görselli, bazen de çantada taşınamayacak kadar kalın...
Dünyanın her yerinde okunuyor, imza günlerinde geceden uzun kuyruk oluşuyor. Zira popülerliği, edebi zenginliğini ezmiyor. Daima yazacak ilginç konular buluyor, karakterlerinin bakış açıları ve farklılıkları okuyanı şaşırtıyor.
İşte ‘Fırın Saldırısı’ da böyle bir kitap. Murakami açlığı anlatıyor. Açken neler yapabileceğimizi...
Peki açlık neye benziyor, bir yazar bunu nasıl anlatır? Şu bölümü aktarmak istiyorum: “Suyun üzerinde sessizce yüzen küçük bir kayığa biniyorum. Aşağıya bakıyorum, suyun içinde, denizin dibinden yükselen bir yanardağın tepesi görünüyor. Deniz yüzeyiyle yanardağın tepesi arasında fazla mesafe yokmuş gibi görünüyor ama ne kadar yakın olduğu da anlaşılmıyor. Çünkü su çok saydam, bu yüzden de mesafe kestirilemiyor.”
İlk bölümde iki arkadaşın karnı acıkıyor ve bir fırından ekmek çalmaya karar verirler. Bıçaklarını alıp fırının yolunu tutuyorlar. Komünist Parti üyesi fırıncı, onlarla bir pazarlığa oturuyor. İşte bu pazarlığın sonu, okuru hayran bırakacak bir derse gidiyor.
İkinci bölümdeyse saldırganlardan birinin karısıyla aç kaldığı bir gece var. Sonrasını anlatmayalım, okuyun lütfen.
ALTI SORUDA KİTABIN ŞİFRELERİ
Biz biraz bu kitabın şifrelerine, biraz da Murakami’nin sırrına dalalım. Yazarın kitaplarını Türkçeye çeviren Erciyes Üniversitesi Japon Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı öğretim üyesi Ali Volkan Erdemir’i aradım. Altı soruda bu kitabın şifrelerini birlikte çözmeyi teklif ettim. İşte sonuçlar...
Murakami her kitabında bir/birkaç araba markası verir ve bunun bir anlamı vardır. Burada araba bize ne söylüyor?
Göstergebilimsel açıdan bakıldığında, o kişinin ekonomik durumunu anlatıyor bize. Bir diğeri ise -sözgelimi en yeni kitabı ‘Kumandanı Öldürmek’i çevirirken fark ettim- arabanın bozulması ile boşanma bir arada geliyor (Peugeot 205) ve arabadan vazgeçiyor, psikolojik durumla koşut gidiyor; yine, ona destek olan arkadaşının Volvo’su var; sağlam ve karakterli bir arada, dolayısıyla arkadaşının karakterine işaret ediyor olmalı. ‘Fırın Saldırısı’ndaysa çiftin ekonomik durumunu işaret ettiğini düşünüyorum.
Her kitabın yine bir müziği, müzisyeni, şarkısı vardır. ‘Fırın Saldırısı’ndaki ne?
Wagner! İlkinde ‘Isolde and Tristian’ var. Ancak öyküde geçen lanetlenme teması açısından bakıldığında, fırıncının dinlettiği ‘The Flying Dutchman - Uçan Hollandalı’ operası damgasını vuruyor öyküye.
Her kitabında kadınlar sanki erkeklere göre daha cesur gelir bana, katılır mısınız?
Katılıyorum, gerçi kadın-erkek eşitliği düşünülünce buna böyle yanıt vermek feministleri kızdırabilir de. Ne var ki genel kabul gören kadın-erkek algısına göre, 17 yaşındaki kadın karakterin, 20’li yaşlardaki erkek karakterden daha olgun olduğu, sorunlarıyla bir başına boğuştuğunu görüyoruz romanlarında. Yine erkek karakterler, kadın karakterlere göre daha kırılgan ve naif oluyor. Sorunlarla yüzleşmek yerine kaçmayı tercih ediyorlar. Sanırım ortada bir sorun olduğunu akıl edemiyorlar.
Bu kitabın mesajını kimden alacağız, fırıncıdan mı saldırgandan, saldırganın eşinden mi?
Okurun arayışına göre mesaj ve kimden alacağı da değişir bence. İlkinde, ben fırıncıdan mesaj aldım. Saldırganlık karşısında sakin bir tavır sergilemek, elindekini buyur etmek ancak bunun karşılığında da bir bedel ödetmek. Böylece, aslında başta saldırılan, pasif durumda kalan fırıncı, bedelini ödetirken faydalı bir şey de yapmış oluyor, saldırgan yerine geçiyor, adaleti sağlıyor. Maddi olmasa da manevi açıdan. İkinci saldırıda ise, kadın karakterden aldım mesajı. Çözülmemiş sorun ya da tıkanıklığın üzerine gidilmesi, şikâyetlenmek yerine sorunun üstesinden gelmeye gayret gösterilmesi gerektiği mesajını verdi bana.
Diğer kitaplarından farkı ne?
İki ayrı öykü farklı zamanlarda yazılmış (Japonya’da 1981 Ekim’de ve ikincisi 1985 Ağustos’ta yayımlanmış), farklı öykü kitapları arasında yer almış, sonra Kat Menschik illüstrasyonlarıyla bir kitap haline getirilmiş... Bence, lanetlenme temasını bir kenara bırakırsak konusu gerçekçi. Aç kalmış, maddi imkânı olmayan insanların yemek için saldırıda bulunması temel içgüdülerden biri. Fırıncı onları doyurduktan sonra bu kez ruhlarını doyurmak için müzik dinletiyor. Bu noktada insanın bedensel ve zihinsel olarak doyması gerektiği vurgulanıyor kanımca.
“Murakami’nin en temel özelliklerini söyleyin” desem, çevirmeni olarak ne dersiniz?
Bence arayış, kaçış, bir başınalık, yolculuk, rüya, ayna benlik.