Güncelleme Tarihi:
Her tarafta bir ‘kriz’ lafı dolanıp duruyor. Ekonomik kriz, kağıt krizi, medeniyet krizi, insanlık krizi... Kriz kriz üzerine. Nedir bu kriz tam olarak? Sebebi nedir ve sonuçları geleceği nasıl şekillendirecektir? Yuval Noah Harari, ‘2018’ de yaşayan alelade bir vatandaş kendini gitgide daha işe yaramaz hissediyor’ (21. Yüzyıl için 21 Ders) cümlesini kurduğuna göre, çok derinlikli bir problemler yumağına dönüşmüş gözüküyoruz çoktan. Zygmunt Bauman ise moderniteden hareketle çağın krizlerini teşrih masasına yatırıyor ve ‘ıskarta’ kavramı üzerinden felsefi bağlamı güncelle irtibatlı eleştirel bir okumaya girişiyor. Ona göre asıl sorun ‘gezegenin dolmuş’ olmasıdır.
‘Fiziksel coğrafya hatta nüfus yoğunluğu ile ilgili bir saptama’ değildir bu. Sosyoloji ve siyaset biliminin alanında tartışılması gereken, modernleşmenin zafer yürüyüşünün gezegenin en uzak yerlerine dahi ulaşarak her türlü üretim-tüketim olgusunu piyasa aracılığı ile zaptetmesi’nin doğurduğu bir ‘metalaşma, ticarileşme ve parasallaşma süreci’dir.
‘Doluluk’ iki görünür sonuç getirmektedir ıskarta insan (işsizliğe çıkar bu) ile tüketilmiş mal ve eşyanın çöpleri. Bir varlık olan insanın ıskartaya (çöpe) dönüşmesi ile eşyanın çöpleşmesi aynıdır. ‘Atık insan hız kesmeden çoğalıp muazzam miktarlara ulaşırken gezegendeki çöp alanları ve atığı geri dönüşüme sokacak araçlar giderek azalmaktadır.’ Çağdaş siyasi gündemin merkezine oturan esaslı bir konudur; ‘atık insanların (göçmenler dahil) ve insani atıkların tasfiyesi’.
Zygmunt, ‘modern dünyaya başka, farklı bir bakışla bakmak için bir davet olarak okunmasını’ istemektedir yazdıklarının. ‘Atık’ kültürünün oluşmasının ana sebebi ‘ebediyet’ mevhumunun gözden düşmesidir. Dünya ile sınırlı bir yaşam tasavvurunun insan ve doğa karşısında bu denli zalimleşmesi başka türlü izah edilemez. Çağın egemen anlayışında ‘hiç kimse geri dönüşü olmayacak şekilde hiçliğe karışamaz’ artık. Öyleyse, küresel vandalizm, teknolojiyi de kuşatarak dünyanın her yerini üretim-tüketim kanunları içinde kontrol altına alabilir, Nietzsche’nin zayıflara (zayıf ıskartadır) yaşama hakkı tanımama fikriyle örtüşür. Yaşlılar, göçmenler, emekliler, işsizler modernitenin birer safrasıdırlar.
Geleneksel güzellik anlayışlarının temelinden sarsıldığı, ‘medenileşme çabaları’ndan ayrılıp doyumsuzluğun girdabına kapıldığı bir zamandır bu. Ama sebepsiz değildir. Dahası hakkaniyetli bir estetik kaygının kaçınılmaz vasfı sayılan evrensellik fikri de tepetaklak olmuştur. Güven duygusu kuşkuyla yer değiştirirken ‘Avrupa demokrasi tarihini taçlandıran ve yakın geçmişe dek onun baskın karakteri olan ‘sosyal devlet’ geri çekilmektedir.
Bauman’ın temel yaklaşımlarından birisi de nüfus fazlası meselesidir. Nasıl ekonomik ilerlemenin kenar oyuncusu ‘atık insanların’ ortaya çıkışı, tümüyle teknik, gayri şahsi bir olguysa, nüfus fazlası da ‘teknik açıdan’ atığın üretimine ve tasfiyesine odaklanmış küresel uygarlığın yan etkilerinden sadece biridir.’ Ve hiç kimse ‘atık’ sayılmama güvencesi içinde değildir.
ISKARTA HAYATLAR MODERNİTE VE SAFRALARI
Zygmunt Bauman
Çeviren: Osman Yener
Can Yayınları
168 sayfa, 16.50 TL.