Ertuğrul Özkök Paris'i yazdı: Sevgilim, benim için Paris’i baştan sona yürür müsün
Paris, herkesin kendi romantizmini kendi yarattığı harika bir kültür legosudur. Kadınsanız, bence bir erkekten sizin için şehri baştan sona yürümesini isteyin. Erkekseniz de hemen kabul edip baştan sona yürüyün. Öyle birileri yoksa hayal edin… Eşsiz ‘Paris romantizmi’nin duraklarını tanıtmayı ben üstleniyorum...
O dünya yakışıklısı genç adam 20 Temmuz 1970 günü karşıma çıktı.
“Aradan 45 yıl geçmesine rağmen o günü hâlâ nasıl hatırlıyorsun” diye sorarsanız üç nedeni var.
O günün sabahı hayatımda ilk defa uçağa binmişim. DC-9 tipi bir uçaktı.
O gün hayatımda ilk defa Türkiye dışında bir ülkeye gitmiştim. O ülke Fransa, o şehir de Paris’ti...
HER KÖŞEDE ALAIN DELON ROMANTİZMİ
İşte o günün akşam üzeri, saat 19.30 civarı, Champs-Élysées civarında dolaşıyorum.
Aniden karşıma günün üçüncü büyük ilki ve en büyük sürprizi çıkıyor.
Karşıdan gelen adam Alain Delon...
Altı yıl önce İzmir’de, ‘Yetenekli Bay Ripley’ filminin orijinali olan ‘Batan Güneş’te seyredip hayran olduğum adam karşıdan geliyor.
Bana ilk espadril ayakkabıları, ilk çizgili ceketleri öğreten şahane adam...
Paris’teki altı yılım işte bu harika tesadüfle başladı...
O gün çok farklı bir şehre geldiğimi hissettim.
VİTRİN ROMANTİZMİNİ KEŞFEDEN ŞEHİR ORASIDIR
Walter Benjamin, “19’uncu yüzyılın en büyük keşfi vitrindir” diyordu.
Bu cümlenin anlamını ilk defa, o yıl Galeries Lafayette’in Noel dönemindeki vitrinlerini gördüğümde anlamıştım.
Büyümeyi kabullenemeyen çocukların ilk sokak Disneyland’ı o vitrinlerdi. Bellboy şapkalı, trampet çalan oyuncak maymunlar, Kırmızı Şapkalı Kız, hain kurtlar, Pamuk Prenseslerle dolu o vitrinler henüz adı konmamış alışveriş merkezlerinin ilk halleriydi.
Çocuk romantizminin en çarpıcı sahnelerinden bazılarını altı yıl boyunca Noel sırasında Galeries Lafayette’in vitrinlerinde seyrettim.
UNUTULMUŞ BİR ‘PRETTY WOMAN’ ROMANTİZMİ
Size garip gelebilir ama Paris’ten ilk romantik hatıram sokak fahişeleridir.
17’nci bölgede, Rue du Dobropol’de küçük bir ‘chambre de bonne’da (hizmetçi odası) kalıyordum.
Akşamları evden çıkıp Etoile’e doğru yürüyordum. Etoile’in yan sokaklarından birinde hep aynı fahişelerle karşılaşıyordum. Bir süre sonra birkaçıyla arkadaş oldum.
Yaşadığım süre boyunca o şehirde hiçbir fahişeyle ilişkim olmadı, ama Fransızca ilk sokak pratiğini o harika genç kadınlarla yaptım.
Çok güzel kızlardı ve minik etek giyiyorlardı. Hemen hepsinin dizlerinin epey üstüne kadar çizmeleri vardı.
Yıllar sonra aynı silueti Julia Roberts’in ‘Pretty Woman’ fiminde görecektim.
Kadında mini etek ve uzun çizmeyi hâlâ çok seviyorum. Bana basit bir cinsel fetişizmi değil, manga çizgi romanlarındaki gibi derin bir kadın romantizmini anlatıyor.
Bana göre çoğu taşralı romantik kızlardı.
Orada anladım ki Paris, insanın kafasındaki bütün romantizm kalıplarını kıran şehirdi.
Şehir, bana farklı bir ahlaki romantizmin de olabileceğini anlatmıştı.
BİSİKLETLİ BİR ADAMIN PEJMÜRDE SOKAK ROMANTİZMİ
Le Métèque şarkısının egzistansiyalizmi kapatıp, bizi pejmürde bir büyük şehir romantizmine geçirdiği yıllardı.
Saint Michel Meydanı’nın Seine Nehri’ne bakan kafelerinden birinin müdavimiydim.
Haftada en az iki gün önümden bisikletli bir adam geçerdi. Bol beyaz bir gömlek, bol beyaz bir pantolon ve bol kırçıl saçları ile bugün olsa hiç yadırgamayacağımız bu insan o günlerde dikkatimizi çekiyordu.
Erken gelmiş, modern bir çevre savunucusuydu.
O harika Le Métèque şarkısını söyleyen Georges Moustaki’ydi o adam.
Bana göre dünyanın en romantik yerlerinden biri olan Ile Saint Louis’de, Deux Ponts sokağında bir apartman dairesinde oturuyordu.
Edith Piaf’la büyük bir aşk yaşamıştı. Gerçi bazıları onu jigololukla suçlamıştı ama onun büyük bir aşk olduğunu ölümünden sonra anlatılan bir hatırasından öğrenecektik.
BENİM PARİS ROMANTİZMİM SAINT LOUIS’TE BAŞLAR
Ayrıldıktan yıllar sonra bir geceyarısı Piaf onu arayıp, “N’olur hemen bana gel” demiş. O da başına bir şey geldi diye bisikletine atlayıp, zenginliğiyle bilinen 16’ncı mahalledeki evine gitmiş.
Piaf onu elinde bir kadeh şampanya, yatakta karşılamış ve daha girerken şunu söylemiş:
“Birbirimize âşıkken bir gece yatakta bana, ‘Sen iste, şimdi kalkar Paris’i bir baştan ötekine yürürüm’ demiştin. Hâlâ yapar mısın?”
Moustaki kalkmış, Paris’i baştan sona yürümüş.
Bu hikâyeyi işittiğimde, bir kadın için Paris’i bir baştan ötekine yürümeyi erkek romantizminin en olağanüstü jestlerinden biri olarak görmüştüm.
Bir türlü unutulamayan eski bir sevgilinin “Hâlâ orada mısın” arzusuna, “Evet, hâlâ buradayım” demenin en harika yolu bu olsa gerek.
O yüzden benim romantik Paris gezim Saint Louis adasında başlar. Paris’e her gittiğimde adanın Chatelet tarafına bakan ucundaki banka otururum. Kulaklığımı takar, Moustaki dinlerim.
Romantik erkeğin en güzel müsekkinidir.
YALNIZ BİR ROMANTİZMİN FURSTENBERG MEYDANI
Orada genç bir doktora öğrencisiyken, yalnız gecelerimin en olağanüstü Paris mevkii, Furstenberg Meydanı’ydı.
Aslında meydan bile denemeyecek küçücük alandır. Girişte sol tarafta ressam Delacroix’nın atölyesi bulunur. Meydanı çevreleyen evlerin harika ışıkları bana hep mutluluk duyguları verirdi. “İlerde param olursa bu meydana bakan bir daire alacağım” derdim.
Belki o kadar param oldu ama bütün paramı orada bir apartman dairesine yatıracak kadar lüksüm olmadı.
O zamanlar meydanda banklar vardı ama son yıllarda gittiğimde artık bank bulunmadığını görüyorum.
ROMANTİK BİR ÖLÜM DİSNEYLAND’I
Père Lachaise mezarlığının adını ilk defa, Jim Morrison öldükten sonra işittim. Doors’un entelektüel çocuğu Paris’te yaşıyordu ve orada ölmüştü. Père Lachaise mezarlığındaki anıt mezarı, içimizdeki ‘karşı kültür’ hac yeriydi.
Önce onun mezarına gider, hippi yanımızın haccını yapar, oradan Paris Komünü ayaklanması sırasında hayatını kaybeden Komünarların gömülü olduğu duvarına giderdik. O da solcu yanımızın hac farizasıydı.
Yıllar sonra, hayatımın en büyük müzik kadını Maria Callas’ın küllerinin konduğu vazonun çalınması hikâyesini okuyunca, onun mezarını da hac yolculuğuma ekledim.
Père Lachaise bir mezarlık değildir. Romantik bir ‘Ölüm Disneyland’ıdır orası.
SAINT-GERMAIN: ROMANTİZM DOKTORASI ALACAĞINIZ SEMT
Benim için Boulevard Saint-Germain, ‘Hayat felsefesi’ bölümünde sokak kültüründen doktora derecesi alınacak yerdir.
Sizden önce çok ağır abileriniz, ablalarınız o sokaklarda öğretim üyeliği yapmıştır ve onların ayak izlerinden yürüyerek gidilen yol, kültür meydanına açılır.
Yürürken, Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Albert Camus, Miles Davis, John Coltraine, Yves Montand, Juliette Greco, artık yaşamıyor olsalar bile, fark edersiniz ki yanınızdan geçiyor.
GALLIANO ROMANTİZMİNİN BİTTİĞİ SOKAKLARDA VOLTA
Bir şehrin romantizmi sadece kimsenin bilmediği saklı köşelerde yaşamaz. Herkesin bildiği, hatta çok iyi bildiği yerlerin de harika bir romantizmi vardır.
Montmartre sokak ressamları, Rue Mouffetard’ın rüstik sokakları, giderek zenginleşse de Marais’nin kendine has şehir içinde kasaba tarzı, nostaljinin, romantizmin atardamarı olduğunu anlatır size.
Unutmayın, Marais aynı zamanda, dâhi tasarımcı Galliano’nun iki kadına yaptığı ırkçı hakaretlerden sonra meslek hayatının bittiği yerdir. Tarihe sadece geçmişte Enis ve Figen Batur’un oturduğu semt olarak geçmemiştir yani...
ŞEHİRİ BAŞTAN SONA YÜRÜYECEKLERE HAYALPEREST BİR REHBERİN TAVSİYESİ
Ama unutmayın...
Paris, herkesin kendi romantizmini kendi yarattığı harika bir kültür legosudur.
Kadınsanız, bence bir erkekten sizin için şehri baştan sona yürümesini isteyin.
Erkekseniz de hemen kabul edip baştan sona yürüyün.
Öyle birileri yoksa hayal edin...
Edin ve o hayal için Paris’i bir baştan ötekine yürüyün.
Yürüdükçe hayallerinizin gerçek olduğunu göreceksiniz.
Paris yalnız yürünen bir şehirdir.
Bu yürüyüşte yalnızlığın da büyük bir aşk olduğunu keşfedebilirsiniz.