Güncelleme Tarihi:
Öfke nedeniyle okuldan çıkarılan çocuk sayısı artıyor
Öfkeli davranışları nedeniyle okuldan çıkarılan, ruh sağlığı hizmetleri için yönlendirilen küçük çocukların sayısı artıyor. Küçük yaşlarda başlayıp devam eden öfke ve saldırganlık, daha büyük yaşlardaki DEHB (Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu), davranım ve duygudurum bozuklukları için ciddi bir risk göstergesi. Kendini kontrol becerisi zayıf çocuklar başkalarına acımaya, empatilerini harekete geçirmeye fırsat bulamadan kendilerini başka birisine zarar verirken bulabilirler. Öfkenin saldırganlığa dönüşmesini, nerede duracağını bilmek, kendisini olduğu kadar başkasını düşünmeyi akıl etmek önler. Başkasına zarar vermeyi meşrulaştırıcı, öteki kişinin bir biçimde bunu hak ettiğini ve o kişiye “oh olduğunu” düşündürücü yetişkin tutumları empatiye ve merhamete pek yer bırakmaz. Çocukların velileri okul ya da hastane bastıklarında, öğretmenleri ve hekimleri tehdit ettiklerinde, çocuklarına pek iyi bir örnek teşkil etmezler.
Çocuğu iyi tanımak gerek
Günden güne artan yaşamlarımızda öfke kontrolünün yok olması ve yol açtığı ‘şiddet’ olaylarına şahit olur şekilde sabah uyanıp güne başlıyor ve maalesef çepeçevre etrafımızı sarmış bu duygu ile gece başımızı yastığımıza koyuyoruz. Öncelikle anne-baba olmanın çocuğu iyi tanımak ve oluşan davranışları ile bu davranışlarının ruhsal durumunu nasıl yansıttığını gözlemleyebilmek olduğunu unutmamak gerekir. Çocuklar şiddet ortamlarından, öfkenin kontrol edilemediği şartlarda biz yetişkinlerden daha fazla ruhsal zarar görürler.
Altı tanıklık sistemi
‘Güçlü olmak istiyorsan öfkeli olmak zorundasın. Güçlü değilsen insan yerine konmazsın.’ Günümüzde hâkim görüş bu. Bu sadece bizim kültürümüze dair bir şey değil, küresel bir durum. Çocuk doğduktan altı saat sonra güvende olup olmadığının farkına varıyor. İyi, barışçıl bir çocuk yetiştirmek zor ama mümkün. Benim altı tanıklık dediğim bir sistem var: 1. Sen varsın. 2. Seni olduğun gibi kabul ediyorum. 3. Senin yerini kimse alamaz, teksin. 4. Sana güveniyorum. 5. Sevilmeye layıksın. 6. Sen bu ailenin bir parçasısın ama aynı zamanda da özgürsün.
Akran zorbalığı artıyor
Sekiz yaşında bir erkek öğrenci annesine soruyor: “Bu zamana kadar hiç kimseye vurmamamı söylediniz. Şimdi de sana vurana sen de vur diyorsunuz. Ben kendimi savunmak için onlar gibi mi olayım?” Çevremize şöyle bir baktığımızda, şiddet içerikli eylemlerin ve söylemlerin her alanda ne kadar yaygınlaşmış olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Akran zorbalığı olarak tanımlanan, çocukların kendi yaşıtlarına fiziksel ve sözlü şiddet kullanmaları olgusu, çok küçük yaş gruplarında bile gözlenir oldu. Okula çakı getirip çocukları tehdit etmek, okul çıkışı ‘hesaplaşmalar’, öğretmenlerin ve müdürlerin dövülmesi sıklıkla duyar olduğumuz haberler.
Çocuk kitaplarını klişelerden kurtarmalı
Çocuk edebiyatımız, erkek kahramanların ‘erkek’, kız kahramanların da ‘kız’ olduğu serüvenlerden oluşuyor. Yıllar önce Türkiye’de feminizmin simge ismi Duygu Asena adını koymuştu bir kitabında ‘Kahramanlar Hep Erkek’ diyerek. Eğer bir çocuk yazarı kitabında var olanı, doğru kabul edileni, alışılmışı, geçer akçe olanı, herkesin öyle bildiğini değil de farklı veya aykırı olanı dile getirmeye kalkarsa en az acıtacak sonucu okunmamak olur. Ders kitapları ve okul ünite dergilerindeki bildik klişeleri, hani şu babanın işten gelip kanepede gazetesine gömüldüğü, annenin ortalığı süpürüp sofrayı kurduğu ve kız çocuğunun ağabeyine su getirdiği şablonları sorgulayıp itiraz edenler toplumda ciddi karşılık veya destek görmemişlerdir. Bu son cümlemdeki örnekleri bile okuyup “Eee, ne var ki bunda?” diyenler olduğunu unutmayalım. Ama hedeflememiz gereken tam da budur: Çocuklar için yazdığımız çizdiğimiz öykülerimizde, romanlarımızda, resimli kitaplarımızda bu kalıpların dışında yaklaşmayı başarmak.
Kavgalarımızda onları taraflaştırmayalım
Sorun eksikliklerinde değil, haddimizi bilmezliğimizde. Aman dizleri kanamasın endişemizde. “Yabancılarla konuşma” diye tembih edenlerde. Kendilerine güvenmelerini sağlayacak tecrübeden, ortamdan yoksun tutanlarda. Farkında değil miyiz? Türümüzün tarihinde ilk kez yetişkinler gençlerden öğreniyor. Yabancısı olduğumuz yeni teknolojiler onların elinde. Yaratıcısı onlar, kullanıcısı bizler. Avcı toplayıcı, tarım, sanayi toplumlarında gençlerdi yetişkinlerden öğrenen. Bizler yüzyılların kavgalarının tekrarında, onlar gafletimizin şaşkınlığında. ‘Ne oluyor?’ sorularına açıklamalarımız nafile. Biz inansak da, onlar için inandırıcılıktan uzak.
Korkularımız farklı. Alıştığımız düzenin çökmesinin belirsizliğinde kavgalarımızın kurbanı bizler, çocuklarımızı korumanın derdindeyken, savaşta, sokakta, hapisteki çocuğu görmezden gelirken, o, duyarsızlığımızın tedirginliğinde, gezegenimizin geleceğinin kaygısında. Bir yanda ‘benden sonra tufan’ ekonomisinin dünyası. Bir yanda evlatlarına ‘dersini çalış, sınıf birincisi ol’ tavsiyesi. Çelişkilerimizin çaresizliğinde çırpınır, çocuklarımızı günün gerçeklerinden uzak tutalım derken, savaş, kavga, adaletsizlik, doğal tanıklıklarının parçası. Kavgalarımızın tekrarında onları taraflaştırmayalım. Bizden duymak istedikleri tek şey, anneleri, babaları olarak çocuklarımızdan ölmelerini, öldürmelerini beklemediğimiz.
Televizyon açmıyorum
Böyle dönemlerde evde pek televizyon açmıyoruz. Daha doğrusu haberleri... Ama evle bitmiyor ki. Mutlaka duyuyor. O zaman da oturup açıklıyorum. Kısa cümlelerle, kafa karıştırmadan. “Keşke elimizde olsa da bir şeyler yapabilsek” diye ekliyorum. Bizi ağlarken gördüğünde çok etkileniyor, yani saklana saklana yaşamıyoruz üzüntümüzü, çünkü sekiz yaşında ve bunu da artık yavaş yavaş bilmesi gerekiyor. Haberlerden duymasındansa bizden öğrenmesini istiyorum. Sadece böyle zamanlarda değil, her zaman her şartı anlatmaya çalışıyorum.
NE YAPMALI?
Sanal oyun yerine sahici insan
Çocukların kendini kaptırarak birbirini kesip doğradığı bilgisayar oyunları, şiddeti gözümüzün içine sokan ve eksiksiz gösteren şiddet pornografisi örneği sayılır. Öfkenin kontrolden çıkmasını kolaylaştırırlar. Çocuk ekranla ne kadar çok karşı karşıya kalırsa, dürtü kontrolü o ölçüde zayıflar, öfkenin saldırganlığa dönüşmesi kolaylaşır. Sahici insanlarla zaman geçiren çocukların ekran süresinden negatif etkilenmesi daha zor olur. (Yankı Yazgan)
Şiddet haberlerinden koruyun
Şiddet içeren haberleri takip ederken çocuklar bu ortamda bulunmamalı. Çocukların zihinleri her şeyi kayıt altına alır. Zihnin kayıt aldığı birçok durum çocukların davranışları ile karşımıza çıkabilir. Hatta “Aaa nasıl olur, hiç evde böyle bir şey olmadı, bu sözler kullanılmadı.Nereden öğreniyor bu çocuk?” deriz.
(Burcu Üzümcüler)
Televizyon dizilerine dikkat
Bizleri dahi fark etmeden gerginleştiren, şiddeti besleyen, öfke kontrolsüzlüğünün tavan yaptığı dizilerden çocukları sakınmalı.
(Burcu Üzümcüler)
Duyguları tanıması önemli
Öfkeyi, kızgınlığı tanımayı öğrenmekle başlayabiliriz. Duygunun yoğunluğunu, az mı çok mu olduğunu anlamak çocuk için zor olabilir. Öfke ya da kızgınlık duygusunu nasıl adlandıracağını bilemeyen çocuk, davranışlarındaki kontrolü kolayca kaybeder. (Yankı Yazgan)
Öfkesini dışa vurmayı öğrensin
Hepimizin içinde var olan korku, öfke, kıskançlık, üzüntü, endişe, şiddet gibi duyguları yok saymak yerine onları nasıl işlediğimiz ve dışa vurduğumuz önemli. Anne-babalar, çocuklarının olumsuz duygularını görmezden gelmek ya da engellemek yerine, bunları kabul etmelerini ve uygun biçimde dışa vurmalarını öğretmeli. Olumsuz duygularını işleyememiş bir kişi, dünyada kendisinden yana olan ‘iyiler’ ve kendisine karşı olan ‘kötüler’ olduğu inanışına kadar gider. Bu çocuklar, öfke içeren davranışlarının sonucunda kişi olarak reddedildiklerinde, kendilerine anlayış gösterilmediğinde, duydukları suçluluğu, utancı, yine şiddete başvurarak çözmeye çalışabilirler. (Şeniz Pamuk)
Hakkını arayan çocuk yetiştirin
Çocukların haksızlığa uğradıkları duygusuna kapıldıkları durumlarda ‘hak arama ve ses çıkarmanın imkânsız olması’, çocuk bir süreliğine sinmiş ya da durumu sineye çekmiş bile olsa, haksızlığın doğurduğu öfkenin eninde sonunda patlamasına yol açar. Hakkını arayabilen, itirazını belirten çocukların öfkesi saldırganlıkla sonuçlanmaz. (Yankı Yazgan)
Değerli olduğunu bilmeli
Çocuklukta bize sunulan değerler ve yaşam biçimi, ömür boyu peşimizi bırakmaz. Örneğin “Ben değer verilmeyi hak eden bir insanım” inanışında olan kişiyle “Ben değersizim” inanışında olan kişinin olayları algılama ve tepki verme şekilleri, seçimleri, baş etme mekanizmaları, kendilerine koydukları hedefler birbirinden oldukça farklı olacaktır. (Şeniz Pamuk)
Anne-baba tutarlı olmalı
Anne-babanın çocuklarına nasıl örnek olduğu son derece önemli. Anne-babanın dedikleriyle yaptıklarının tutarlı olması gerekli. Örneğin barıştan, uzlaşmadan yana olduğunu söyleyen anne-babanın trafikte birçok kişiye demediğini bırakmaması ya da önemli olanın kazanmak değil yarışmak olduğunu söyleyip tuttukları takım maç kaybettiğinde kendilerinden geçmeler gibi. (Şeniz Pamuk)
En önemli dönem 0-3 yaş
Bir çocuğun hayatında değerlerin yerleşmesi bakımından en önemli dönem 0-3 yaş arasıdır. Çocuğa öfke ve kaygıyla yaklaşmamak lazım. (Doğan Cüceloğlu)
İtaatkar olmaya zorlamayın
Çocuğu sürekli itaat etmeye zorlamamalı. Kendini gerçekleştirmek yerine anne-babasının beklentilerine uygun davranmak zorunda kalan çocuk, duygularını bastırmaya uğraşır. Zaman içinde kendine iyice yabancılaşmaya başlar. Bu çocuklar yetişkinliklerinde de otorite figürlerine yönelirler. (Şeniz Pamuk)
Uzmanlardan yardım alın
Çocuğun ev ortamında veya arkadaş çevresinde şiddet içeren, öfkesini kontrol altına alamadığı hallerini fark edersek ya da bakıcısından veya öğretmeninden duyarsak çocuk psikologlarından, pedagoglardan destek almalıyız. (Burcu Üzümcüler)
Spor ve doğa iyi gelir
Çocukların kendi iç kaynaklarını keşfetmeleri de kendilerine güvenmelerinde çok önemli bir rol oynar. Spor, doğa içinde yapılan etkinlikler, yaratıcı, sanatsal etkinlikler, çocukların kendilerini keşfetmelerinde ve kendilerini ifade etmelerinde çok yardımcıdır. (Şeniz Pamuk)