Oluşturulma Tarihi: Nisan 21, 2018 13:48
Şeytan Boğazı’ndan santim santim Erciyes zirvesine... Burası Türkiye’nin en yüksek beşinci dağı. Ama tırmanış için belki de en zoru... Aslında zirveye ‘Nesrin Topkapı’ rotasından gidecektik, son anda fikir değiştirip ‘Şeytan Boğazı’ndan çıktık. Farkı ne mi? Anlatayım: İşte 11 saatlik tırmanışın detayları...
Kaç kez kayak yapmak için Erciyes Kayak Merkezi’ne gitmiş, zirveye baktıkça “O kadar da zor değildir” diye içimden geçirmiştim.
Türkiye’nin en güzel dağlarından biri burası... Muhteşem bir manzarası var.
Sordum soruşturdum. Dağın zirvesine yüzlerce kez çıkmış deneyimli antrenör ve rehber Ali Karakulak’la konuştum.
Yazışmalarımıza aylar öncesinden başladık. Malzeme kontrolleri, dağın durumu, meteorolojik koşullar, iple çıkılıp çıkılmayacağı gibi onlarca detayı daha Kayseri’ye gitmeden planladık.
Ekip Kayseri’de buluştuBeklediğimiz tarih geldi. Yurdun değişik yerlerinden beş kişi Kayseri’de buluştuk. Erciyes Kayak Merkezi’ne çıktık. Sadece bir günlük vaktimiz olduğundan belirli bir mesafeye kadar teleferik kullandık. Teleferiğin bittiği noktadan ise ‘Çoban İni’ adı verilen ana kamp alanına kadar yürümeye başladık. Her birimizde 20 kilodan fazla yük vardı. 3 bin metre rakımda, zaten oksijenin az olduğu ortamda daha fazla yalpalamaya dayanamadık ve ana kampa varamadan bulduğumuz bir düzlüğe kampı kurduk.
Normalde gece 03.00 gibi kalkmayı planlıyorduk. Ama grup lideri Gökalp (Saklı) “Gece 01.00’de kalksak daha iyi olur, güneş çıkınca karlar erimeye başlayacak” dedi. Zirveye çıkmak tamam da buna pek hazır değildim...
Neşet Ertaş’la ısındıkUyku zamanı geldi. Ama soğukta uyumak ne mümkün! Çareyi Neşet Ertaş’ta buldum. Yanımda getirdiğim hoparlörden biraz da ironi olsun diye ‘Yanıyorum, yanıyorum’ türküsünü açtım. Zaten beş metrekarede üç kişi yatıyorduk. Nefesimize bir de oynamamız eklenince biraz ısındık...
Birkaç saat uyuyup kalktık. Enerji olsun diye yanımda getirdiğim bal bile eksi bilmem kaç derecede donmuştu. Sıktım sıktım gelmedi. Ekmekler donmasın diye, uyku tulumunun içine atmıştım; onları da kesmeye dişim yetmedi.
“Neyse ki sıcak bir çay içerim!” diyordum. Ama benzinli kamp ocağım yüksek irtifada kelek yapınca o da olmadı. Birkaç parça peynir yiyip, yanıma da biraz bisküvi alarak yola koyuldum.
İlk saatler soğuk olmasına rağmen gayet eğlenceliydi. Hele bir gündoğumu vardı ki enfes fotoğraf kareleri yakalıyordum. Nereden bileyim: Meğer yorulmaya başladığım nokta, ‘rotaya girilen’ yani asıl tırmanışın başladığı noktaymış.
Burası aynı zamanda teknik ekipmanların da giyildiği yer. Kaskları ve ayağımıza uzun uzun çivileri bulunan kramponları taktık. Çantalara bağlı kazmaları da elimize aldık.
Erciyes’e (soldan sağa) Gökalp Saklı, ben, Burak Sarı, Savaş Gündüz ve Polat Dede ile tırmandık.Nesrin Topkapı yerine Şeytan BoğazıErciyes Dağı’na çıkmak için birden fazla rota var. Biz ‘Nesrin Topkapı’ rotası’ndan çıkacaktık. Bu ismin hikâyesi ilginç: Bir ekip yılbaşında Erciyes’e tırmanmaya karar veriyor. O sıralarda da TRT’de Nesrin Topkapı’nın dans şovları çok popüler. Tırmanışçılardan biri “Şimdi TRT’de Nesrin Topkapı’yı izlemek varken ne işimiz var burada” diyor ve o gün bugündür o rotanın adı böyle kalıyor...
“İsmini bir zamanların ünlü dansözünden aldığına göre güle oynaya çıkarız” diyordum. Ama Gökalp zamandan kazanalım diye son anda rotayı ‘Şeytan Boğazı’ olarak değiştirdi.
Mola vermezseniz gözleriniz kararıyorŞeytan Boğazı’ndan geçerken eğim yüzde 70-75’lere çıktı. Ellerim, yüzüm neredeyse zemine paraleldi. Çok eğimde ne yapacağımı Gökalp’ten öğreniyordum. ‘Kazıklama’ imiş yaptığımız taktiğin adı.
İlk başlarda metreleri 10’ar 10’ar söylüyordu Gökalp. Sonra her birkaç metrede bir “Kaç oldu?” diye sormaya başladım. Neredeyse her beş metrede bir mola veriyordum. Bir ara gözlerimin karardığını hissettim. Fazla mola verirseniz, bir daha kalkıp devam edemezsiniz. Mola vermezseniz gözleriniz kararıyor. Bir acayip haller...
Gökalp antrenmanlı olduğundan hızla çıkıp sonra beni bekliyordu. Bir ara “Toplam altı-yedi saatte bitiriyorlar. Biz 10 saati geçeceğiz” diye sitemde bulundu. Ama gaza gelecek ne halim ne de mecalim vardı.
Yavaş yavaş çıktım
Erciyes’in zirvesine... Metre metre değil, santim santim... Altı buçuk saat sonra zirveye vardığımda artık 3917 sayısı benim için farklı bir anlam taşıyordu.
Zirvede bir direğe asılmış birçok bayrak bekliyordum. Hiçbir şey yoktu. Galiba çok fazla Everest filmi seyretmişim. Ama manzara muhteşemdi. Normalde çok fazla tipi oluyor diye zirvede uzun süre kalınmazmış. İwqlk zirvemdi, tadını çıkarmak istedim. Gökalp’ı çıldırtana kadar fotoğraf çektim.
İniş kolay olur sanıyordum, meğer o daha da zormuş. Tüm o yolun büyük kısmını geri geri indik. “İki saatte biter” dedik; dört buçuk saat sürdü. Toplamda 11 saatte tüm tırmanışı tamamladık.
Bir dağcı için belki normal sayılacak bir faaliyet ancak bir gazeteci, dağcılık bilmeyen bir doğa sever için zor bir deneyimdi. Yazının girişinde “O kadar da zor değildir” dediğimi yazmıştım ya... Dağcıların Erciyes için “Yaklaştıkça uzaklaşır” sözünün ne demek olduğunu bizzat tırmanıp inerek anladım.