Güncelleme Tarihi:
Caddede in cin top oynuyor. 4 milyonluk İzmir’in ışıkları denizi, Körfez’i aydınlatıyor. Burası ise ayın karanlık yüzü gibi...
Sürücü sessizce sağa çekiyor, farları söndürüyor, kontağı kapatıyor. Türkiye’nin en tehlikeli mahallesinin girişindeyiz. İki gün önceki silahlı tarama haberi aklımızda, arabada konuşmadan bekliyoruz.
Derken iki sarı ışık, karanlığı yırtıyor; semte giriş biletimiz olan eskort araç geliyor. Peşine düşüyoruz. Bir-iki katlı gecekonduların dizildiği dar sokaklardan ülkenin en büyük Roman yerleşimine ulaşıyoruz. Meşhur Tenekeli Mahalle’nin kalbindeyiz.
Arabadan inip bize eşlik eden gence soruyorum:
- Etrafta kimse yok gibi. Kimi çekeceğiz?
Cebinden bir kutu kibrit çıkarıyor:
- Saat daha erken abi. İstersen şurada bir lastik yakalım. Güzel resim çekersiniz.
- Yok yok, gerek yok. Mahalleyi gezsek yeter.
Karanlık sokaklara dalıyoruz. Muazzam bir yer... En heyecanlı haberlerde sırtımda beliren o ürpertiyi hissediyorum.
Rio’nun favelaları, Ortadoğu’nun dev mülteci kampları gibi mekânsız, kopuk... İçinde yer aldığı ülkeden, zamandan, sistemden... Yine de Türkiye’nin birinci, dünyanın 37’nci tehlikeli mahallesi.
En canlı yere giriyoruz: ‘Müzisyenler Kahvesi’. Kafalar bize çevriliyor. Mihmandarımızın “Arkadaşlar gazeteci” izahatı üzerine kahveci, “Hamdi Hoca’ya haber verelim” diyor.
Ağzında sigara, kâğıt oynayan bir adamın kulağına eğiliyor. Hamdi Hoca, Robert De Niro’nun gözlüklü, Roman versiyonu. Yanımıza gelip
eliyle bir masayı işaret ediyor, oturuyoruz.
Sesime hafif sert bir hava vererek “Haber yapacağız; İzmir’le, buradaki hayatla ilgili” diyorum. Sessizce dinliyor, sonra bir İstanbul beyefendisi şivesiyle başlıyor konuşmaya. Berklee’den, cazdan, Berlin Filarmoni’den bahsediyor.
Meğer karşımızda ünlü caz ustası Hamdi Akatay varmış!
Kahve ahalisi etrafımıza toplanıyor. ‘Çingeneler Zamanı’nın Marquez romanlarıyla buluşması... Her biri film karakteri, sıradan tek tip yok! Kahvenin girişinde rengârenk arabalar, işe çıkmaya hazırlanan müzisyenler, kafası bir dünya, laf atan meraklılar...
Bir ara gözüm stajyerimiz Tuna’ya takılıyor. Kendinden geçmiş, yolun ortasında fotoğraf çekiyor. Araba çarpacak ama umursadığı yok. “Sakin ol” diye işaret ediyorum, dinlemiyor.
Hamdi Hoca, “Bu gece geç oldu. Yarın gelin, benim evin çatısında size biraz müzik yapalım” diyor. Otele dönerken Tuna hâlâ şokta: “Bu, hayatımın ilk haberiydi. Bir daha böyle bir şey görecek miyim? Bu çıtayı tutturabilecek miyim?”
En tehlikeli mahalleden, en görkemli malikâneye...
Napoli, Marsilya, Barselona, Venedik...
İzmir bu kentlerin akrabası... Akdeniz’in tarihi bir limanı... Çocukken Narlıdere’de sallar yapıp denizle ilgili hayaller kuran Lucien Arkas’ın Urla’daki evindeyiz...
Bugün, deniz ticaretinde Akdeniz’in en büyüğü. Gizemli, gözlerden uzak yaşayan biri. Evini basına hiç açmadı. Sonunda Hürriyet’in Egeli yazarlarını kırmadı, bizi öğle yemeğine davet etti.
Burası adeta bir Akdeniz medeniyeti müzesi. Ama etrafta ne bir koruma ordusu var ne de koşuşturan hizmetçiler, sekreterler... Bildiğiniz zenginlerden değil. O İzmirli bir Levanten.
Ev antikalar, haritalar, kitaplarla dolu. Tablolara baktığınızda etkileyici imzalar görüyorsunuz: Pablo Picasso, Rembrandt, Hoca Ali Rıza...
Bir Rönesans insanının şatosundayız!
Salona açılan terastan dışarı adım attığımda küçük dilimi yutacak gibi oluyorum.
Heykeller, fıskiye, Japon kirazları, bonzailer... Ve masmavi Ege’ye uzanan bir bahçe...
Böyle bir yer sadece İzmir’de olabilirdi.
Hikâyesini bugün Mehmet Y. Yılmaz’ın kaleminden okuyabilirsiniz. Biz, akşamki özel konser için Tenekeli Mahalle’ye dönüyoruz.
Uçurumun iki ucu
Hamdi Hoca’nın çatısındayım...
Müzisyen gençlere bakıyorum.
Bir gecekonduda on kişi yaşayıp akşamları barda müzik yapan bu insanlardaki müthiş yaşam enerjisine...
Uçurumun iki ucunu görmek... Ve arada çok da fark olmadığını anlamak...
Gazeteciliğin bana en büyük hediyesi bu oldu galiba.
Herkes bir şekilde, bir tane hayat yaşıyor işte.
İzmir farkları göze sokmuyor, hafifletiyor.
Gelin, kucağında herkese yer açan bu dünya şehrinin sırlarını İzmirlilerden öğrenelim...
'Göç çok normal, şu anda yaşanacak en güzel yer burası'
Kentin en önemli kültür mirasını İzmir Musevi Vakfı Başkanı Sami Azar ve turist rehberi Sara Pardo’ya sorduk.
- İzmir’de kaç Yahudi var?
S.A.: Geçen yüzyılın başlarında 40-50 bin kişi vardı. 200 binlik nüfusun yüzde 25’iydi bu. Bugün maalesef 1000 kişi kadarız. İstanbul’da 14-15 bin civarı olması lazım.
- İzmir’deki Yahudi cemaati İstanbul’dan farklı mı?
S.P.: Galiba biz daha sade, sevecen, sıcağız. Küçük şehirde yaşamanın farkı... Büyük şehirde bir yaşam savaşı veriyorlar, karakterleri ona göre oluşuyor, bileniyorlar. Biz daha rahat bir hayata alıştık.
- Azalmışsınız, eksilmişsiniz; diğer azınlıklar da öyle... İzmir yine de toleranslı, çokkültürlü olma özelliğini korudu mu?
S.A.: Politik söylemler İstanbul’da büyük tepki yaratabiliyor. İnsanlar konsolosluk önüne gidebiliyor. Sinagog saldırıları oluyor. İzmir’de bunlar olmuyor. Şu anda yaşanacak en güzel yer İzmir’dir. Milletin buraya göç etmesi çok normal.
İzmir’in en büyük farkı, kadınlarının hayatın içinde olması
14 yıllık İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na göre bu kentte tolerans nesilden nesle geçiyor.
- Dün gece arabadayız. Bir baktık, yandaki Mercedes’te siz... Bayağı trafikte beklediniz, sonra da yanımızdan geçerken el salladınız...
Sirenle, eskortla yol açtırmıyoruz. Trafik neyse o.
- İnsanlarla şakalaşmayı, muhabbeti seviyorsunuz. Ama buraya yürürken bir-iki kere “Oof, of!” diye iç çektiniz. Zor mu İzmir’i yönetmek?
Bir kentte ne kadar iş varsa hepsiyle uğraşıyorsunuz. Yoruluyorsunuz, biraz da espriye vurmak gerekiyor. Hep ciddi olursanız siz de gerilirsiniz, sistem de gerilir.
- İzmir’in en büyük farkı ne?
Bence İzmir’in kadınlarının hayatın içinde olması... Kenti ve yaşam biçimini koruyor, savunuyor ve mücadelede en önde duruyorlar.
- Neden bunu diğer şehirlerimizde İzmir’deki kadar göremiyoruz?
Burası Akdeniz ticaretinin dünyayı domine ettiği zamanlardan beri bir liman kenti. Her kültürden insan yaşamış. Tolerans, tahammül nesilden nesle geçiyor. Yönetimler de bunu desteklerse ayakta duruyor, desteklemezse gidiyor.
- ‘Gâvur İzmir’ ne demek?
Yaşam biçimi olarak Anadolu’ya uymuyor, özgür diye siyasetçiler böyle dedi. İzmirliler de “Bir yaşam biçimimiz var, bu gâvursa yapacak bir şey yok” diyor.
- İstanbullu göçünü nasıl görüyorsunuz?
İzmir sıçrama yaptı, altyapısını tamamladı. 15 senedir ciddi uğraş veriliyor. Tarihteki gibi görünür hale geldi.
- Bu göçün siyasi boyutu var mı?
Tabii ki; özgürlükten, demokrasiden, Atatürk’ten yanadır İzmir’in yaşam biçimi. Bundan taviz vermez, sahip çıkar.
- İstanbul’a rakip olmak gibi bir derdiniz var mı?
İstanbul bir dünya kenti. İzmir’in İstanbul’la yarışması söz konusu olamaz. Bu, doğru bir hedef değildir. İzmir, 13-15 milyon nüfusun yaşadığı Ege Bölgesi’nin merkezi. Denizli’deki hali vakti yerinde olan insanların İzmir’de ya da Çeşme’de evi barkı vardır. Manisa, Uşak, Aydın’dakiler için de geçerli bu. Sıçrama, hizmet ve turizm sektöründe olacak. Kentimizin dokusunu bozmadan ama...
İstanbul’da o kadar baskı altında yaşıyormuşuz ki...
Radyocu, müzisyen ve yazar Ayça Şen, dört yıl önce oğlu ve eşiyle taşındığı İzmir’ini anlattı:
- İstanbul’dan İzmir’e taşınmak kaybetmek gibi geliyordu bana. Sistemden atılmak, bitmiş olmak gibi... Şimdi samimiyetle söylüyorum, İstanbulluların gelmesini istemiyorum.
- O kadar baskı altında yaşıyormuşuz ki... İlk geldiğimde sahilde yürüyüşe çıktım. Bir kadın, günbatımına doğru bira içiyor. “Bir dakika, ne oluyor lan burada!” dedim. Sonra baktım, biraz ileride iki kadın daha oturmuş bira içiyor, sohbet ediyor. İstanbul’da yapamazsın, hemen gelirler.
- İstanbul’da ya ünlü olacaksın, ya zengin ya da zayıf! O zaman kıymetlisin. Beni çeken, İzmir’de kadının özgür oluşu oldu.
- İzmir’de tek siyasi görüş var: Atatürkçülük. Ona yaslanmışlar, duvar gibi. AVM’de bir adam çocuğuna, “Bu kim oğlum?” dedi, biraz da bana göstererek... Çocuk fotoğrafa baktı, “Atatürk babacığım!” dedi. Normal şartlarda bu bana çok geyik gelebilirdi ama şu şartlarda yapsın yani!
- İzmir’e gelince sıkılacağımı sanıyordum. Şimdi günün 24 saat olması haksızlık gibi geliyor. 72 saat olmalı! Sahilde, orman yollarında saatlerce yürüyesim geliyor.
Bu kentte kadın olarak hiç sıkıntı yaşamadım
İzmirli YouTube fenomeni Beliz Şen’le İstanbul’a taşınmadan hemen önce konuştuk.
- Bir kadın olarak İzmir’de rahat mıydın?
Kız arkadaşlarımla gece dışarı çıkabiliyorum, eve yürüyebiliyorum. Hiçbir zaman sıkıntı yaşamadım.
- Hiç sıkıntı yaşamadın mı?
Hiç!
- Hayatın boyunca?
Hiç! Ama İstanbul’da yaşayabileceğimi düşünüyorum. Bu konuda biraz tedirginim.
Buraya kimse ‘Seni yenmeye geldim İzmir!’ diye gelmez
İzmirli gazeteci ve gurme Nedim Atilla ve Rum asıllı gazeteci Teodora Hacudi’yleyiz.
- İstiklal Savaşı’nı Yunanistan’a karşı vermiş, Yunan işgali yaşamış bir şehirde bir Rum olarak büyümek nasıldı?
T.H.: Herkes bir yerden gelmişti. Müslüman Türk nüfus da Selanik’ten, Girit’ten, Kavala’dan göçmeydi. Hoşgörülü, birbirini anlayan insanlardı.
- Kötü anınız var mı hiç?
T.H.: 9 Eylül’de arkadaşlar şaka yapardı, “Seni denize dökme zamanı geldi” diye! Ama en ufak bir ırkçı saldırıda ilk onlar savunurdu. Camilerde “Solomon Efendi vefat etmiştir” gibi anonslar yapılır. Bir kere anons yapılmadı; esnaf ayağa kalktı, müftülüğe şikâyet ettiler.
- Ne güzel...
T.H.: Alsancak Camii’nde bir mevlitteyim. Yanımdaki kadın “Ne kadar sürer takriben?” dedi. “Bilmiyorum, ben Hıristiyanım” dedim. O “Ben de Yahudiyim” dedi. Bir Hıristiyan ile Yahudinin camide rastlaşacağı tek yer İzmir’dir!
- Korkmuyor musunuz bu elimizden gidecek diye?
N.A.: Korkuyoruz tabii. Arkadaşlarımızla “Diren gevrek” deriz. Ama anons geçmedi diye camiyi şikâyet eden insanlar enteller değil ki, oranın esnafı. Burası farklıdır.
- Bazen kötü olaylar oluyor. HDP otobüsü taşlanıyor falan...
N.A. : Kötü örnektir, bir kere olmuştur. Ben onların İzmirli olduğuna da inanmıyorum. Başka yerlerden geliyorlar.
- Türkiye biraz gergin. Siz nasılsınız İzmir’de?
N.A.: En az yansıdığı yer diyebiliriz. Sokağa bir çıkın, İzmirlilerin hâlâ güler yüzlü olduğunu göreceksiniz.
- İzmir bir kadın şehri değil mi?
N.A.: Evet. İzmir kadınının güzelliği, görünümü değildir. Onun bir kadın olarak güzelliğidir, özgürlüğüdür, yaşamasıdır.
- Nedir farkınız?
T.H.: Serbest yetiştik. Erkekler tabu değildi. Çocukluktan itibaren oyun oynar, maçlara giderdik. İstanbul’da “Kadınlar maça gelsin!” diye çağrı yaptıklarında şaşırıyorduk. E daha doğal ne olabilir ki?
N.A.: Annem, kız kardeşim, eşim, kadın kadına meyhaneye giderler. Hiç kimse ne yapıyorlar diye bakmaz.
- Biz İstanbullular İstanbul’a âşığızdır. Ama onunla hep didişiriz. Siz üzerine titriyorsunuz.
N.A.: İzmir’de yaşamaktan büyük keyif alıyoruz. Her şeyden eğlence çıkarabiliyoruz. Buraya kimse “Seni yenmeye geldim İzmir!” diye gelmez!
Meydanlarda esen rüzgârlar İzmir’e geldiğinde imbata dönüşüyor. İmbat hafif esen, ılık bir rüzgârdır. İzmir siyaseti farklı esiyor. (Hürriyet Ege Temsilcisi Deniz Sipahi)