Paylaş
Bedeni, kasları, hali, tavrı.
Doğal, oyunsuz, dümdüz bir adam o.
Her türlü sporu yapabiliyor, sörf, kayak, yamaç paraşütü, tenis...
Bedeniyle yaşıyor, beden onun hayatında çok yer teşkil ediyor. Hani öyledir ya ‘doğa erkekleri’, ormanda da kalır, gece orada da uyur, kendini de korur, korkmaz, üşümez, doğadan beslenir, motora da biner, nehirde de yüzer...
O da öyle!
İcabında Bordo Bereli bile olur!
‘Reaksiyon’ dizisinde Oğuz karakteriyle karşımızda olacak, bir Bordo Bereli’yi canlandıracak. Dizi ‘politik aksiyon’, oldukça da iddialı, Nehir Erdoğan ve Erdal Beşikçioğlu da oynuyor.
İbrahim Çelikkol, bu dizi için Genelkurmay’da eğitim görmüş, önce “Artistin biri geliyor” diye küçümsemişler, sonra ona tanıyınca, “Bu bizden ya!” demişler.
Ömerli’de bir çiftlikte yaşıyor.
Etrafta tavuklar geziyor, kazlar var, minicik Kangal yavruları da...
Mandası var iki tane, sabahları manda sütü içiyor.
Bildiğin köy hayatı.
Onu mutlu eden de, binsin ATV’sine ormana dalsın, bayılıyor...
Bir de tabii Sinem Kobal’ı var.
Ona çok âşık olduğu her halinden belli.
Bütün bu Rambo görüntüsünün altında da çok duyarlı bir erkek çocuğu yaşıyor.
Yolu açık olsun!
Kadınlar sana bayılıyor! Kolların, kasların, vahşi bakışların, sert yüz ifaden, doğada yaşayan yabani halini yere göğe sığdıramıyorlar. “Yumurtaya can veren Allahım, nasıl da güzel bir adam yaratmışsın!” diye yazmışlar internete! Benim de gözlerim yerinden fırladı ama okudum bu yorumları. Bunları duyan bir erkek ne hisseder?
-Ben çok buralarda gezen bir adam değilim!
Çok umurunda değil yani...
-Değil açıkçası! Hayat, bizi bir yerlere getiriyor ama buradan alıp başka yerlere taşıyacak. Bulunduğum konumun değerini biliyorum ama çok da ciddiye almıyorum. Yaptığım şeyi ciddiye alıyorum, kendimi değil. Oynadığım karakterler gereği bu sıfatları bana yakıştırıyorlardır. Vahşi bakışlar ne demek? Ben, kadın dominant bir ailede büyüdüm. Sert değilim, maço değilim. Uzaktan yakından alakam yok. Ama doğa adamıyım, bak o doğru...
İyi de bir erkeğin bu kadar ilgi karşısında, aklı başında davranması mümkün mü?
-Belki de saçmalamamak için şehirden uzakta bir çiftlikte yaşıyorum! Kendimi doğanın içine atıyorum. Yolumu doğada buluyorum. Çünkü şehir bana kaotik geliyor.
Her sabah manda sütü içerim
Burada kazların, tavukların, Sivas Kangalların ve mandaların arasında kendini daha mı rahat hissediyorsun?
-Aynen! Ben hakikate ve doğaya inanıyorum. Burada ikisi de var. Bir de tabii şunun bilincindeyim, bu toplum insanı alıyor, ‘hoop’ çok güzel bir yere çıkarıyor ama aynı şekilde ‘zınkk’ diye alaşağı da edebiliyor. Ben de, herkesle arama biraz mesafe koyarak, kendimi sakınıyorum. Kendi dünyamda, doğamda, ormanımda olmayı tercih ediyorum.
Bu evde Sinem’le mi yaşıyorsunuz?
-Birlikte yaşamıyoruz, yalnızım ama sık sık geliyor. Nişantaşı’nda da evim var. Ama daha çok buradayım, çekim biter bitmez atlayıp geliyorum. “Yalnızım” derken, ben burada köy insanlarıyla birlikteyim. Burada bir annem, bir babam, bir abim var. Dibine kadar hakiki insanlar.
Onlar, “Bu adam niye geldi buraya!” demediler mi?
-Demediler. Beni çok seviyorlar. “Senden artist mi olur!” diyorlar, “Sen bizdensin!” Bu benim için en büyük iltifat! Ben de böyle bir yerde büyüdüm aslında. İzmit, Şirintepe’de. Dostluğun, paylaşımın, komşuluğun olduğu, herkesin anne-baba, herkesin kardeş olduğu bir yerde. Burası da farklı değil. Her sabah peynirim, yumurtalarım, sütüm gelir kapıma. Manda sütü içerim. Kahvaltım köy kahvaltısıdır.
Bu ev ne zamandır var?
-İki sene oldu. Set ortamı karmaşıktır. Benim sakinlediğim, kendi kendime kaldığım yer burası.
O zaman bir tarafıyla da, ruhuna pek uygun olmayan bir iş yapıyorsun...
-Doğruyu söylemek gerekirse evet. Başta alışamadım zaten. Profesyonel basketbolcuydum. Beden gücümle bir şeyler yapmayı seven biriyim. Beni çırılçıplak bir ormana bırak, ölmem. Bulurum yolumu, bir şekilde hayatta kalırım. Böyle bir yanım var. Ve seviyorum doğa içinde olmayı. Şehirden çok buralara aidim.
40 fırın ekmek yemem lazım
Sen bu ülkenin yeni jönü müsün?
-Evet dememi beklemiyorsun herhalde! Ben sadece iyi bir oyuncu olmaya çalışıyorum. Oyunculuğun ucu bucağı yok. Ben de iyi bir oyuncu olabilmeye çalışıyorum.
Fiziğinin, oyunculuğunun önünde bir engel olduğuna inanıyor musun?
-İlk zamanlarda bu ‘yakışıklı adam’ lafı rahatsız ediyordu. “Yakışıklı, fiziği düzgün ama oyunculuk adına bir halt yok!” diyorlardı. Aslında doğruydu da söyledikleri. Çünkü ben de o zaman bu işi benimseyememiştim. Ama yavaş yavaş bu tezi çürütmeye başladığımı düşünüyorum. Kendimi geliştirebileceğim karakterler seçmeye çalışıyorum. Her set benim için bir okul. Hiçbir zaman “Oyuncuyum” diye gezen bir adam olmadım, olmayacağım. Değilim çünkü. Benim henüz altıncı senem. 40 fırın ekmek yemem lazım.
Yolda yürürken bir kadın “Sen nesin böyle! Model olmalısın” dedi, kartını verdi
Sen kimsin? Bu dünyaya nereden düştün?
-Nereden bilmiyorum ama İzmit’ten düştüm, onu biliyorum.
Nasıl bir aile?
-Herkesin ailesi özeldir, benimki de öyle. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Onların sevgisi koruyor beni, tılsımları var üzerimde. Kadınların içinde büyüdüm ben, anne, teyze, hala, babaanne. Kafama nereye çevirsem kadındı. Becerikli kadınlar, yapıcı kadınlar, hayatı kotaran kadınlar.
Kardeş var mı?
-Ablam var. Bir kadın daha. Ailedeki erkeklere gelince, kadına saygı duyan erkekler. Zeki oldukları için de genellikle kadına bırakıyorlar kararı.
Baba neci?
-Gölcük Donanması’nda memurdu. Annem de babamla birlikte Gölcük Donanması’nda büro şefiydi. Emekli olduktan sonra ev hanımı oldu. Babam emekli olduktan sonra kendi işyerimizi açtık. Rahmetli olunca da İstanbul’a yerleştik.
19 yaşında seçilen tek Türk model oldum
Babayı neden kaybettiniz?
-50 yaşında kalp krizi geçirdi.
Ooo çok gençmiş!
-Evet, ben 18’dim. Bir ablam daha var. O da Hacettepe’de profesör. Babamı bu kadar erken kaybetmemle ilgili bir travmam olduğunu söyler hep. Doğrudur. Duyarlı ve duygusal bir insanım. Herkesin gülüp dalga geçebileceği bir konu üzerine, ben üç gün üç gece düşünebilirim.
Baba vefat edince...
-Ablam İstanbul’da okuduğu için İstanbul’a taşındık. Babamı kaybettikten sonra basketbolu bırakma kararı aldım.
Neden?
-Bana basketbolu sevdiren, yönlendiren babamdı. Bütün maçlarıma gelirdi. O öldükten sonra, sahaya çıkıp babamı görememek bana rahatsızlık verdi. Söylüyorum duygusal bir adamım. “Her seferinde gözlerim tribünlerde onu arayacaksa, o sahaya hiç çıkmam daha iyi!” dedim.
Oysa profesyonel basketbolcu olacak kadar iyiydin anladığım kadarıyla...
-Evet. 15 sene oynadım. Renault’da, Kocaelispor’da. Sonra Milli Takım’a çağrıldım. Darüşşafaka’ya geldim ve bıraktım. Kısmet değilmiş.
Hayatındaki en büyük dönüm noktası babanın ölümü değil mi?
-Evet. Ama hayat böyle bir şey. Belki babam yaşasaydı da bu işleri yapamayacaktım. Hayat hepimizi bir yerden bir yere getiriyor. Güçlendiriyor, büyütüyor.
Yakışıklılık babadan mı?
-Baba Arap, anne Selanik göçmeni. Öyle bir karışımım ben.
Oyunculuk maceran nasıl başlıyor?
-İstanbul’da geldikten sonra arayışa girdim. Ekonometri okuyordum, sevmedim, üniversiteyi bıraktım. Çalışmak istiyorum. Basketbol oynadığım için “Çocukları eğitirim” dedim. Ama tam ne yapacağımı bilmiyorum. Öyle bir atalet hali vardır ya, bekliyorsun. Neyi bekliyorsun bilmiyorsun. O kadar boşluktasın ki, neler yapabileceğin konusunda en ufak bir fikrin yok. Çünkü küçüksün, taşralısın, büyük bir şehre gelmişsin. Bilmediğin bir yerdesin. İstanbul hakkında tek söylenen, “İstanbul adamı yutar!” O laf kulaklarında çınlıyor. Öyle aval aval gezerken bir kadınla tanıştım.
Nerede?
-Yolda giderken. Birdenbire bana doğru geldi, şöyle baştan aşağı süzdü, “Sen nesin böyle!” dedi. “Mutlaka modellik yapmalısın!” Ve ajansının kartını verdi. “Yok ya, ne işim var!” dedim. Aramadım. Ama sonra Akmerkez’de aynı kadınla bir kez daha karşılaştık, “Niye gelmiyorsun ajansa?” dedi.
O güne kadar fotoğrafların filan çekilmemiş miydi?
-Hayır. Bu dünyayla hiç alakam yok. Bir ay sonra ceketimin cebimden o kart çıktı. “Bari bir çevireyim” dedim. Yerlerini öğrendim. Gittiğim gün Vakko’nun defile seçmeleri varmış. Hemen beni Vakko’ya gönderdi. Ünlü mankenler vardı. 19 yaşında seçilen tek Türk model oldum. Ve defileye çıktım, Ankara, İzmir, Almanya. Yürüyorum ama nasıl yürünür bilmeden. Sonra başka defilelere çıktım. Ve kendimi manken olarak buldum. Sonra İtalya’ya gittim. Para kazanmaya başladım.
Bir erkek için modellik nasıl bir şey? Bocaladığın oldu mu?
-Ben modelliği sürekli yapacağım bir iş olarak görmedim. Model olarak ne kadar çalışabilirsin ki? Sürekli yeni bir jenerasyon geliyor. Senden daha genç, daha cool, daha iyi bir bedeni olan. Çok fazla da yetenek aranmıyor.
Sonra?
-Sekiz sene mankenlik yaptığım için çevre edinmiştim. Tekstil dükkânı açayım dedim.
Ne alaka?
-İşte kurtulmaya çalışıyorum! Bu işte edindiğim çevreyi böyle kullanayım diyorum, bir sürü tekstilci tanıdım ya, Taksim’de bir dükkân kiraladım. Tişört, kot satacağım. O sırada bir arkadaşım Osman Sınav’la görüşmeye gidiyormuş. “Hadi benimle gel” dedi, gittim. Osman Sınav elime bir senaryo tutuşturdu. “Bunu oku, yarın audition var” dedi. Ben “Audition ne abi?” diyorum. Hayatımda ilk kez duymuşum o kelimeyi. Bir ay sonra da “Sen Pars’sın!” dediler bana. Oyunculuk hayatım işte böyle başladı. Ama sonra bırakmaya karar verdim.
Fatih olmam, Ulubatlı Hasan olurum!
Neden?
-İnsanlar oyunculuğumu beğenmedi. Ben de, “Oyuncu değilim ki zaten!” kafasındaydım. “Başlarım böyle işe!” deyip bıraktım. Sonra yine bir yerlerde geziyorum, biri yanıma geldi dedi ki, “Faruk Aksoy’un ‘İstanbul’un Fethi’ filmi var. Oraya gelsene!” Gittim, yine senaryo verdiler. “Abi, ben bu işi bıraktım, zaten senaryodan da anlamam!” dedim. “Bu iyi mi? Bana fikir versene” diyebileceğim kimse de yoktu. Yine de okudum. “Sen Fatih olacaksın!” dediler, “Ben Fatih olmam, olursam Ulubatlı Hasan olurum!” dedim. “Neden?” dedi Fatih Aksoy. “Nasıl olsa bu işi bırakacağım, hiç değilse şu İstanbul’a bayrağı dikip bırakayım!” dedim. Ve ‘Fetih’ başladı. Ardından, ‘Keskin Bıçak’ geldi. Baktım kurtulamıyorum, “Oyunculuk nedir, adam gibi kendimi geliştirmeye çalışayım” dedim. Ve yollarımız Gül Oğuz’la kesişti.
O ne dedi?
-“Sende bir ışık gördüm. Bu ışığı birlikte çıkaracağız! Çalışacağız!” dedi. Ardından ‘Karadağlar’ ve ‘İffet’ geldi. Ve şimdi de ‘Reaksiyon.’ Yakında başlıyor.
Sinem’e çok âşığım
‘Deniz Çakır’la evlenecek’ diye haberler çıkmış. Şimdi de Sinem Kobal’la Kasım’da evleniyorsun diye haberler çıkıyor. Bunlar tamamen gazetecilerin uydurması mı?
-Ciddi bir ilişki yaşadığın zaman, adını evlenecekler diye koyuyorlar. Evliliğe karşı değilim, anlaşabildiğin bir partnerle çok güzel bir şey de olabilir. Düşünmüyor değiliz ama “Şu tarihte mi evlenelim!” gibi bir şeyimiz henüz yok.
Kasım’da değil yani...
-Yok, planlanmış bir durum yok. Belki Ekim’de evleniriz, belki yarın. Her an, her şey olabilir. Hayat da zaten böyle bir şey değil mi?
Kadınların beğendiği bir adam olunca, birlikte olduğun kadını çok da gözlerine batırmamak mı lazım?
-Yok canım. Sinem’le fotoğrafımı Instagram’a koyuyorum, gizlediğim sakladığım bir şey yok.
Nasıl tanıştınız?
-Ayşe Barım’ın ofisinde. Çok doğaldı, çok güzel gülüyordu. Ve samimiydi. Zaten öyle kadınları severim. Uzun bir süre sadece arkadaştık. Sonra ben Amerika’ya hem tatile hem de eğitime gittim. Telefonda konuşuyorduk ama adını koyduğumuz bir şey yoktu. Döndükten sonra başladı ilişkimiz. Çok âşığım Sinem’e...
Ne güzel böyle söyleyebilmen! Hadi mutluluk karenizi anlat...
-Ormanda el ele yürümek. Onu alıp ormanın içine götürüyorum. ATV’ye biniyoruz, off-road yapıyoruz. Sinem de sporu seven bir insan olarak yürüyüş, koşu her şeye uyum sağlıyor.
Ne kadar oldu ilişkiniz?
-Amerika’yı sayarsan, 8-9 ay oldu. Bizi engelleyen, saklandığımız gizlendiğimiz bir durum yok.
Fotoğraflarınızın çekilmesi falan canını sıkmıyor mu?
-Yooo. İlla Bebek-Boğaz hattı takıntın yoksa kim nereden çekecek, çekse de ne olur ki. Biz farklı yerlere gitmeyi seviyoruz, İzmit’in Maşukiye’si var, Kaz Dağları var. Fethiye Ölüdeniz yaptık, kendimize küçük oteller buluyoruz.
Eski sevgililer huzursuz ediyor mu seni? Arda’yla birlikteydi uzun süre...
-Herkesin geçmişte yaşadığı şeylere saygı duymak lazım. Sinem de saygı duyulacak bir insan.
Kıskancım tabii
Kıskanç bir adam mısın?
-Kıskanırım tabii. Annemi de, arkadaşlarımı da, sevgilimi de kıskanırım. Kıskançlık insanın doğasında var. Herhangi biriyle yılışıklık gibi bir durum olursa, adamın tavrı hoşuma gitmezse, söylerim, izin vermem.
Nasıl izin vermezsin, ne dersin?
-“O insanla görüşmeni istemiyorum!” derim. “Çünkü benim gördüğüm ama senin göremediğin birtakım şeyler var. Ama benim göremediğim şeylerle ilgili de sen beni uyar.” Zaten ilişki böyle bir şey. Seni bir anda iki insan yapıyor, dört gözün olmaya başlıyor, sevgilin adına da düşünüyorsun.
İnsanlar seni nasıl tanısın istersin?
-Kendim gibi.
10 yıl sonra kendini nerede hayal ediyorsun?
-Hiçbir fikrim yok!
İlk aşk?
-Ağaç altında ilk öpüştüğüm kızdı. İzmit’te bir banka oturmuştuk. İlk defa elini tutmuştum. Elimin neden terlediğini, kalbimin neden küt küt attığını o zaman anladım. Aşk böyle bir şeydi. Orta birdeydim. Sonra sevgilim oldu. 5-6 sene sürdü.
İsmi neydi?
-Ay söylemem, kocası var, adam sinirlenir filan. Boşver, geçmişte kalmış güzel bir anı, kimseye huzursuzluk vermeyelim.
İlk seks?
-Böyle şeyleri anlatabilme yeteneğim yok! İsteğim de yok. Sevdiğim kızlaydı. Sadece bunu bil yeter.
Hiç aşk acısı çektin mi?
-Ben ne bir kadın tarafından terk edildim ne de ettim. Hep, birlikte karar verdik. Ama evet, ayrılık acısı yaşadım. Yaşamamış olan var mıdır?
Evin şımarık küçük oğluyum
Hangi durumda çekilmezsin?
-Ben evin küçük oğluyum. Biraz haşarı ve şımarığım. Küçük oğlan çocuğu gibi davrandığım zamanlar oluyor, o zaman muhtemelen çekilmezimdir.
Yemek yapar mısın?
-Aaa hem nasıl! Gerçekten iyi yemek yaparım. Sekiz yıldır yalnız yaşıyorum, öğrendim. Babam da güzel yemek yapardı.
Çirkef kadınlara tahammül edemem
Senin için en tahammül edilmez kadın tipi?
-Çirkef kadın. Yalan konuşan, saygısız kadın.
Nasıl kadınları beğenirsin?
-Doğal kadınları. Dürüst ve doğal.
İlişkilerinin süresi...
-Hep uzun sürer. Beş sene, dört sene.
‘Reaksiyon’ için Bordo Berelilerden sıkı bir eğitim aldım
Reaksiyon’daki rolün için nasıl hazırladın?
-Valla, sıkı hazırlandım. Genelkurmay’a gittim, eğitimler gördüm. Bordo Berelilerin üç ayda aldığı eğitimi bana 4-5 günde verdiler. Muhteşemdi.
Onlar, senin fiziğini ve kondisyonunu görünce “Tamamdır” dediler mi?
-Aslında bana sadece Bordo Bereliler hakkında bilgi ve silah eğitimi vereceklerdi. “Artistin biri geliyor, İbrahim Çelikkol, Ulubatlı’yı oynayan çocuk!” gibilerinden bir önyargı vardı. Gidip onlarla iki saat geçirdikten sonra sevdiler galiba beni. Kendilerinden bildiler.
O 4-5 günde neler yaptınız?
-Ooo hangi birini anlatayım? Skorsky’den atladık, uçaktan iple aşağı indik. Zaten hepsini ‘Reaksiyon’un ilk bölümünde göreceksiniz. Bir sürü eğitim verdiler: Nişancılık teknikleri, dağcılık teknikleri, rüzgâr tüneli, serbest paraşütçülük eğitimi, tahta perde inişi, bina içi özel operasyon, tabancayla özel atış teknikleri, gece helikopterle düşman gerisine sızma, helikopterden hızlı iniş, düşman ateşi altında ilerleme, yakın dövüş, su ve botla ilerleme. Hepsini de en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Sonra da cesaret madalyası verdiler.
Süpermiş! En etkilendiği an...
-Gece Skorsky’ye bindik. 50 kilo teçhizat var üzerimde. Bombalarım falan var, hepsi gerçek. Kurşunları silahın ağzına verdim, sonra “İn” dediler. Gece görüşüyle ormanın içine helikopter indiriyor. Sen de komutana bir şey soramıyorsun. İnerken de pervane hızlı olduğu için dikkatli inmen gerekiyor. İndikten sonra “Sız!” dediler bana...
O ne demek?
-“Ormanın içine sız!” Yine “Niye?” demedim. “Sız” diyorsa, sızılacak! Sonra gitti helikopter. Kaldım ormanın içinde tek başıma. Domuz olabilir, ayı olabilir. Ama silahım var. Biraz sonra telsizden adımın anons edildiğini duydum. “Buyurun komutanım!” dedim. “İbrahim burası dışında Skorsky’nin inebileceği düzgün bir alan bulacaksın. Yeri işaret edeceksin, sonra gelip seni tekrar oradan alacağız!” dedi. “Emredersiniz komutanım” dedim. Kapattım. Bu yer nerededir, nedir bilmiyorum. Ama 1.5 saat sonra kendime öyle bir yer buldum. Çalıların arasından geçiyorum, zifiri karanlık, hareket eden ne olsa vuracağım. Alanı belirledim Skorsky geldi. Sonra birliğe geri döndük.
Başka?
-Rambo’nun taramalı tüfeği vardır ya, iki tane ondan var. Gerçek kurşun atıyorlar. Seninse kurşunların altından sürünmen gerekiyor. Kafanı kaldırırsan ölürsün. Bunları hep imza vererek yaptım. “Yapmak ister misin?” diye soruyorlar çünkü.
Niye yapar insan böyle bir şeyi?
-E çok heyecan verici. Gerizekâlı değilsen ve dediklerini yaparsan, vurulmuyorsun.
Ayrılmak istememişsin oradan, öyle mi?
-Evet, istemedim. Çok sevdim. O kadar gerçeklerdi ki. Orada, herkesin hayatı birbirine bağlı. Birisi vurulduğunda onu satmak yok. Kardeşliği öğrendim. Onlar için silah arkadaşları ailelerinden daha önemli.
İstanbul hayatında en uyum sağlayamadığın şey?
-İstanbul’da hem çok yalan hem çok para var. Para tabii ki hayatın gerekliliği. Ama para için gönül kıran insanlar var.
Kişiliğini hangi sıfatlarla tanımlarsın?
-Tanımlayamam! Ben sürekli çalışıyorum. Daha duyarlı bir insan olmaya çalışıyorum. Daha iyi bir insan olmaya çalışıyorum. Daha iyi bir oyuncu olmaya çalışıyorum. O yüzden tanımlayamam, bitmiş, tamamlanmış bir şey yok.
Kangalları insanlara tercih ettiğin oluyor mu?
-Her zaman Kangalları insanlara tercih ederim! Çok özeller. Çünkü gerçekler. İki tane var, dokuz tane de yavrum. Bir de Sivas Merakum’da, bir abimle 150 köpeğe bakıyoruz. Gider, orada kalırım. Kamp kuralım, çadır alalım yok. Ne gerekiyorsa doğada var, orada sana uygun bir kuytu buluyorsun, giriyorsun, mağara filan. Çok severim.
Gece hayatı açmıyor mu seni?
-Artık açmıyor.
Evde barın da var zaten...
-Öyle bir şeyimiz var evet! Sabahları kahvaltı yaptığımız yer. İcabında akşamüzeri bara çeviriyoruz.
Paylaş