Güncelleme Tarihi:
“İstanbul’dayken kendimi sanki hiç ölmeyecekmiş gibi hissediyorum. Hayatım tamamlanmış gibi oluyor” diyorsunuz. Nedir İstanbul’u gözünüzde bu kadar özel kılan? En çok nesi şaşırtıyor?
- Çekingen bir çocukluk geçirdim. Geçmişim de bastırılmışlık hissiyle dolu. Hâlâ fiziksel anlamda eğlenmek, zevk almak nedir bilmem. İstanbul’un bütün bu ruh halini, bunalımı dağıtan bir özelliği var. İngiliz topraklarına dönünce aynı çaresizlikle baş başa kalıyorsun, orası ayrı. İstanbul’un, İstanbul insanının sırrı da bu zaten: Çok canlı, çok gerçek. Bu da hayranlık duyduğum bir şey. Kendimi sizin kadar ‘yaşayan insan’ olarak görmüyorum. Bense kalabalıkta fazladan kafayım, o kadar.
Türk hayranlarınız son albümünüzdeki ‘İstanbul’ şarkısını dinlemek için sabırsız. Özel bir hikâyesi var mı bu şarkının?
- Çok çok nadir kucağıma bebek alırım. Hayatımda belki bir, bilemedin iki kez almışımdır. İnsana insan olduğunu hatırlatan çok özel bir an gibi gelir bana kucağa bebek almak. Tuhaf, biraz da maço ruhlu, sahiplenici bir hayat enerjisi kaplar içini. Tanımadığın, kan bağın olmayan bir bebeğe tuhaf bir sevgi beslersin. Tam da o his üzerine bir şarkı yazmak istediğimde İstanbul’daydım. Doğru kelimeleri bulmamda bu şehir bana çok yardım etti. Türk kültürüne dair her şey insanların sırlarını kalbine gömmesi üzerine kurulu. Bu da ilham verici.
MÜZİK, HEYECANINI KAYBETTİ
Müzik endüstirisi kan kaybediyor, yeni formüller arıyor. Bir yanda da dijital düzen var. Büyük fotoğrafı nasıl yorumluyorsunuz?
- Asıl sorun şu: Geniş kitlelere hitap eden müzik heyecanını kaybetti. Ne zaman yanlışlıkla bir müzik kanalı açsam sanki hep aynı şarkıya denk geliyorum. Tansiyon yok, ruh yok. Bunda geçimini sağlamak için sırtını büyük markalarda, şirketlere dayamış, gelir için ruhunu satmış müzisyenlerin de etkisi var.
Et yemeyi ‘büyük cinayet’ olarak yorumluyorsunuz. Ne zaman ve nasıl vardınız bu konuya varıp vejetaryen oldunuz?
- Kendimi bildim bileli McDonald’s logosundeki büyük, sarı M harfinin gamalı haçtan farkı yok. Hamburger etinin elde edilmesi için doğadaki hayvana yapılan zulmü görseniz, o sloganı “İşte bundan nefret ediyorum” diye çevirirsiniz. Et endüstrisi dünyanın en kötü kalpli, zarar verici sektörlerin başında geliyor.
SEN DE HAYVANLARDAN NEFRET EDİYORSUN
İsteğiniz doğrultusunda İstanbul’da 7 Aralık’taki konseriniz öncesi/sırası/sonrası, konser alanı ve çevresinde hiçbir şekilde et yenmeyecek, satışı olmayacak. Tartışmalı bir karar değil mi?
- Bazı organizasyonları çok şüpheli görüyorum. İngiltere’de kraliçe güya doğadaki kuşların korunduğu bir vakfın en tepesindeki isim ama o ve ailesi durmadan ava çıkıp kuş öldürüyorlar. Bu ne yaman çelişki! Prens Williams bu yıl ocak ayında tek başına 78 kuş öldürdü. Kimse bunun farkında değil ve hakkında konuşmuyor diye ben de tepkisiz kalacak değilim. Kendi kapının önünü süpürmekten başlayacaksın. Gücünün yettiği kadar. O kadar.
Barınaklarda hayvanları besliyorum, hayvan haklarını savunuyorum, gayet etik gayet ‘yeşil’ yaşıyorum ama akşam steak yiyorum diyelim. Olamaz mı?
- Olamaz. Steak, sosis, tavuk ya da hamburger fark etmez. Hayvan eti yiyorsan verdiğin mesaj belli, beni kandırmaya çalışma, yalan söylemeye kalkma: Hayvanlardan nefret ediyorsun. En çok da kucağında köpeğini taşıyan kürklü kadınlara gülüyorum. Hayvan, hayvandır. Et endüstrisinde çalışanların şu an, Yahudi öldüren Nazilerden farkı yok.
BAZILARI ARZU KONUSUNDA LANETLİ
Bir insanın yaşayabileceği en kötü cinsel hayatı yaşadım. Bu da ömrüm boyunca ürküttü beni. Hayatın boyunca peş peşe cinsel panik ataklar yaşayınca şunu fark ediyorsun: Bazıları arzu etme ve edilme konusunda lanetli. Yalnızlık, cinsellikte kusurluluk insanı öldürecek kadar önemli. Ama tüm bunları dert etmeyecek kadar geçtim oralardan. Özel hayatımın, cinsel yaşamımın koca bir kara cahillikten ibaret olduğunu itiraf edecek kadar açık sözlüyüm. Yaşlandıkça bazı problemlerin daha da derinleşmiyor, sadece
arada bir tekrar ediyor.