Güncelleme Tarihi:
Genç yaşta gelen önemli iki ödül egoya tavan yaptırıyor mu?
Hayır. Kendimi bildim bileli oyuncu olmanın hayalini kuruyorum. Ödül birilerinin “senin yaptığın işi çok sevdik, devam et” demesi. Böyle bir geri dönüş manevi olarak büyük destek. Yeni ufuklar açıyor.
Ödül demişken, Altın Portakal’daki sansür krizini oyuncu olarak nasıl yorumlarsınız?
Altın Portakal meselesinde en üzücü olan şey artık insanların birlik olamaması. Bunun sebebini de insanların çok fazla umudu ve inancı kalmamasına bağlıyorum. Asıl korkunç olan bence otosansür.
Neden?
Korkudan kaynaklanan bir şey. Bozulmaması istenen bir düzen var. Bazı düşünceler insanların kafasında başka pencereler açabiliyor. Bunu da istemiyorlar.
Siyasetle aranız nasıl?
Sinir bozmadan takip etmeye çalışıyorum.
Nasıl beceriyorsunuz?
Son dönem ülkede yaşanan her şey biraz yabancılaşma hissi getirdi diyeyim.
Nedir o hissi getiren?
Bazı şeyler gerçekten şaka gibi gidiyor. Bireysel ve toplumsal olarak ahlaktan bahsediyorsak o ahlak sınırlarını kat kat aşan durumlar söz konusu. Mesela ülkede belli bir olay yaşanır. Bundan sonra “durum böyle olacak” dersiniz. Ama Türkiye öngörülemez olmaya başladı. Yabancılaşma duygusunu yaratan da o.
HEPİMİZİN YARIM KALAN BİR HİKAYESİ VARDIR
Altın Koza’dan altı ödülle dönen son filminize, ‘Deniz Seviyesi’ne gelelim. Derdi nedir bu filmin?
Canlandırdığım Damla karakteri altı yıl önce üniversite eğitimi için New York’a gitmiş. Oturma izni alırken avukatıyla yakınlaşmış, evlenmişler. Damla ilk çocuğa hamile. Mutluyken hamileliğin altıncı ayında bir depresyon sarıyor Damla’yı. Tam bu sırada kuzeni arıyor ve Ayvalık’taki aile evlerine davet ediyor. Orada Damla’nın eski sevgilisi Burak var. Yani karakterin geçmişinde kapatamadığı bir dosyadan dolayı hiç büyümemiş bir parçası. Geri dönüp onu büyütmeye çalışıyor.
Sizin geçmişinizde kapatamadığınız dosyalarınız var mı?
Hepimizin dönem dönem kapatamadığı oluyor. Ama bu illa aşkla ilgili değil. Bu durumların hayat boyunca bizi beslediğine inanıyorum. Bir sebebi vardır o hikâyenin noktalanmamasının.
Ödüllü filmlere karşı önyargı vardır. Genel seyirci, diyalogsuz sahnelerden, uzun bakışmalardan korkar. Bu film, önyargıları yıkar mı?
Uzun sekanslar var ama izleyeni ayakta tutuyor. Siyasi, toplumsal vs değil de bireysel bir hikâye... İzlemelerde değişik tepkiler de aldık. “Anlatacak başka konu yok muydu? Neden bireysel bir hikâye” diyenler oldu. Londra’da ise bütün salon ağlıyordu.
Bu farkın sebebi ne?
Türkiye’de aslında bizim dışımızda yaşanan gelişmeler, toplumsal olaylar kendi özel hayatımızda, film ve kitap beğenilerimize, ilgileneceğimiz konulara kadar bizleri etkiliyor. Bireysel bir hikâyenin insani yerlerimize dokunabileceğini lüks olarak görüyoruz.
HAYATLA İLGİLİ SABIRSIZ OLDUĞUMU YENİ FARK ETTİM
Kanal D’de yayınlanan diziniz ‘Güllerin Savaşı’na gelelim. Canlandırdığınız Gülru saplantılı bir tip sizin de öyle takıntılarınız oldu mu?
Saplantı değil ama hayatla ilgili sabırsız olduğumu yeni fark ettim. Hayatın geçiciliğini, uçuculuğunu unutuyormuşum bazen... Yaptığım her iş, yapacağım son işmiş gibi, yaşadığım her sorunun altından bir daha kalkamayacakmışım gibi hissedip bunun için dertlenmeye başladım. Bunlar size ket vuruyor. Bunun gibi takıntılarımdan biraz uzaklaşmaya çalışıyorum.
SORBONNE’A GİTTİM, BİR SENE SONRA KAÇTIM
Doğma büyüme İstanbulluyum. Babam Diyarbakır, annem Bartınlı. İki taraf da Çerkes. Tek çocuğum. Okulda tiyatro okumak isterken ailem “konservatuvarda tiyatro eğitimi üniversitede başlıyor” diyerek beni kandırdı ve ilkokulda Mimar Sinan’da üç yıl keman, bir yıl piyano eğitimi aldım. Ortaokul ve lisede okul tiyatrosundaydım. Saint Joseph mezunuyum. Lise son sınıfta Fransa’ya üniversitelere başvururken Paris’te Sorbonne Üniversitesi’ne başvurdum. Mülakata gittim ve kabul edildim. Ama kuramsal bir bölüm. Okul dışında bütün vaktim kütüphanede geçiyordu. Bir yıl kaldım ve sonra okulu bırakıp kaçtım. Yeditepe Üniversitesi’ni burslu kazanıp mezun oldum. New York Film Akademi’de atölyelere katıldım.