Katır sırtında zamanda yolculuk 3
Geçen haftalardaki yazılarımdan hatırlıyorsanız, Afrodisias’ta zaman makinesine girip MS 200 yılına ışınlanmıştım. Afrodisias’ı gezdikten sonra da Sagalassos’a uğramış idim. Dayanıklı ve sadık katırımla gene yollara koyuldum. İstikamet Perge.
Katırın şansına, bu sefer yokuş aşağı denize doğru iniyoruz, hoş yokuş yukarı da olsa katır gık demedi, sadece burnundan derin seslerle soludu durdu, o kadar. Perge’ye yaklaşıyorum. İki eski kule arasından gireceğim şehre ve doğru hamama.
Ünlü dev hamamda yıkanmak bir yana, ‘dans eden kız’ heykelini yakından göreceğim için çok heyecanlıyım. Görenler çok anlattılar. Öylesine merak ediyorum ki bu heykeli, bir an evvel görmek için sabırsızlanıyorum. Ne tuhaf, sanki çok âşık olduğum bir kadına kavuşacağım gibi, yaklaştıkça kalp atışlarım hızlanıyor.
Heyecanımı hisseden katırım adımlarını ve nefesini sıklaştırıyor. Kuleler şehirden çok daha eski ama heybetleri baş döndürücü. Şehre girerken nereden geldiğimi sordular ve hamamı işaret ettiler. Âdetlere uyarak şehre dışarıdan gelen biri olarak ilk önce yıkanmam, ruhen ve bedenen temizlenmem gerek.
RUHUMU OKŞAYAN KIZ
‘Dans eden kız’ heykeline yaklaşıyorum. Siyah ve beyaz mermerden yapılmış. İpek şalını kollarına dolamış, başını bir yana atmış, döne döne dans ediyor. İnce kumaş dansın rüzgârından beyaz düzgün vücuttan istemeyerek ayrılmış ve havalanmış. Mermerin bu kadar ustaca işlenişini hiç görmemiştim doğrusu. Hafif kumaşın havada dalgalanışını, ağır mermer ile anlatmanın ustalığı...Ruhumu okşuyor.
120 ayrı parçadan meydana gelmiş. Saçları ve elbisesi siyah mermerden... Güzel yüzü ve dolgun vücudu beyaz mermerden... Adeta canlı gibi duruyor karşımda. Yorgunluğumu ve açlığımı unutturdu bana. Önünden uzun bir süre ayrılamıyorum, etrafında dönüyorum. Neredeyse, “Aaaa yeter artık, amma da çok baktın bana, âşık mı oldun yoksa” diyecek. Usulca gönlümü ayak uçlarına bırakıyorum ve ayrılıyorum yanından. Meşhur bir heykel daha var görmem gereken...
YORGUN HERAKLES
Yunan mitolojisinin Herakles’i Roma devrinde Herkül olarak anılır. ‘Heros’ yani kahraman kelimesinden türemiştir. Ruhunda iyilik taşır, mücadelenin ve yenilmezliğin simgesidir. Tanrıların tanrısı Zeus’un oğludur ancak kıskanç Hera’dan olma değildir. Hera üvey oğlundan nefret eder. Herakles, her ne kadar insanüstü güce sahip, iyilik timsali bir kahraman olsa da, bence pek de zeki değildir. Hera’nın entrikaları neticesi delirip karısını ve çocuklarını öldüren Herakles, bu suçun cezasını 12 ağır görevi yerine getirerek ödeyecek ama sonunda yanarak ölecektir. Heykel ‘Yorgun Herakles’ olarak anılır. Aslı Yunanlı heykeltıraş Lysipsos’a (MÖ 4. yy) aittir.
Heykel belinden biraz kırık, adeta ayakta zor durmakta ve yorgun yüzlü... Her ne kadar 12 görevin zorluğundan, bilhassa görevlerin ilki olan Nemea Aslanı’nı (Kuzey Yunanistan) elleriyle boğarak öldürmesi nedeniyle yorgun düşmüş deniliyorsa da, bence, kahraman olmanın ve insanlığı korumaya çalışmanın verdiği bir yorgunluk bu. Eh kolay değil insanoğlu ile uğraşmak, vahşi bir aslandan daha yırtıcı ve azgın olabilir.
ŞEHRE SU SESİ MÜZİĞİ
Rengârenk mermerler, birbirinden güzel heykeller ile dolu hamamdan zor çıktım. Şehrin ana caddesinin tam ortasında bir kanal var deniz yönüne doğru eğimli. Minik havuzlar ile bezenmiş bu kanaldan havuzdan havuza buz gibi soğuk sular akıyor. Yazın sıcağında açık havada serinleme tertibatı.
Şehrin sırtını dayadığı dağların eteklerindeki kaynaklardan buz gibi mavi sular fışkırıyor. Tüm evlere ve iki büyük hamama pişmiş toprak borular ile sular dağıldığı gibi, caddelerin altında kanalizasyon sistemleri bile mevcut. Sütunlu yoldan yürüyorum, sular havuzdan havuza aşağı, deniz yönüne doğru akıyor. Tüm gün şehre su sesi müziği... Tanrılara ve şehrin ‘Koslu Hipokrat’ ekolü hekimine göre, su sesi insan ruhuna dinginlik sağlıyor imiş.
KUTSAL SUDAN KANA KANA
Yukarı doğru kanal boyu geniş sütunlu caddede yürüyorum. Sağlı sollu içerileri mozaiklerle bezenmiş lüks dükkânlar. Biraz pahalı ama ne de olsa Anadolu’nun en güzel şehirlerinden birinin ana caddesi burası. Kiraların yüksek olduğunu tahmin ediyorum.
Satıcı kızlar çok alımlı, dükkânlarına davet ediyorlar. Hediyelik eşyalar, işlemeli elbiseler, ipekli sırmalı kumaşlar ve çok lüks şarküteri. Av hayvanları, deniz ürünleri, taze meyve ve sebze yanında pastırma ve kurutulmuş yiyecekler. Sık sık durarak, dükkânları inceleyip bir-iki atıştırarak suyun şehre girdiği yere kadar yürüdüm. Su tanrısı ‘Kestros’ tam suyun şehre girdiği oluk üzerine yan gelmiş yatmış. Kestros şehre giren suyu kutsuyor. Kutsal sudan kana kana içiyorum, artık şimdiki asra dönme zamanı geldi. Ayaklarım geri geri gidiyor. Çok mutlu idim bu asırda burada... Hipodromu ziyaret ettikten sonra döneceğim, pek canım istemese de mecburen.
PERGE’DEN AMERİKA’YA, ORADAN MÜZEYE
Yorgun Herakles’in hikâyesi kendisi kadar enteresan. Perge kazılarında, güney hamamda, vücudunun üst kısmı olmayan belden aşağı bir heykel bulunur. Gazeteci Özgen Acar bu heykeli görmüş ve akabinde 1990 yılında meşhur New York Metropolitan Sanat Müzesi’nde (MET) özel bir koleksiyon sergisini görmeye gitmiş. Ortadan kırılmış, alt kısmı olmayan bir heykel dikkatini çekmiş. Sergi kataloğunu alıp Türkiye’ye dönmüş. Sayfanın fotokopisini alıp Antalya Müzesi’ne fakslamış. Kazı başkanı arkeolog Jale İnan (2001) Perge kazısında bulunan alt kısmın alçı kopyasını yaptırıp iki defa ısrarla New York’a gitmiş. Türkiye’den yanında getirdiği alçı kısım kaçırılan üst kısma savcı ve avukatların gözleri önünde milimetrik oturunca artık Amerikalılar da itiraz edememiş. 20 sene süren mahkemeler vesaire ile uğraştan sonra Antalya Müzesi’nde Herakles diğer yarısına kavuşmuş. Şimdi ise sergide... Muhakkak Antalya Müzesi’ne uğrayınız. Antalya’nın deniz kıyısını kaplayan beton yığını apartmanlardan, zevksiz ve sakil, yanar döner dekorlu milyarlık, turistik (eğer hâlâ turist kaldı ise) tesislerinden sıkıldı iseniz, ki lütfen sıkılınız artık, soluğu ödüllü Antalya Müzesi’nde alınız.