Güncelleme Tarihi:
CHP’de milletvekilliği yapmış bir babayla, ressam bir annenin oğlu... Entelektüel açıdan verimli, yirmiye yakın eser kaleme almış, üniversite yıllarından itibaren ülke meselelerine kafa yormuş bir Cumhuriyet aydını... “Toprağı evimiz gibi sevdik seninle, birlikte sevdik kuru toprakta, ev küren köstebeği” dizelerini yazan, doğada kendini evinde gibi hisseden, romantik, bilge şair... Memleket derdinde idealist gazeteci... Genç yaşında genel sekreteri olduğu CHP’de efsanevi lider İsmet İnönü’yü fikri bilek güreşinde yenerek bir kenara iten hırslı politikacı. Adı dağa taşa yazılan, 1977 seçimlerinde CHP’yi alıp, Türkiye’de yelpazenin solundaki bir partinin bugüne dek gördüğü en yüksek oya, yüzde 41 küsura ulaştıran ‘Karaoğlan’... ‘Ortanın Solu’ndan ‘Demokratik Sol’a Türkiye demokrasisi için, üzerine tam oturacak bir elbise arayan ve bu arayışta zaman zaman savrulan ideolog... Eşi Rahşan Ecevit’le beraber ülkeye, tertemiz bir aşk fonunda mütevazı bir siyasetçi yaşamı izleten, herkesin ittifak ettiği üzere ‘dürüst’ insan... Dediğim dedik, inatçı, kimi durumlarda hizipçi bir karakter... Bir ömür onlarca suret... On sene önce aramızdan ayrılan dev lider Bülent Ecevit’in hayatı, Türkiye’nin tüm kritik meselelerine paralel ilerleyen bir serüven. Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nden Mustafa Çolak, İletişim Yayınları tarafından piyasaya sürülen ‘Bülent Ecevit - Karaoğlan’ isimli biyografisinde, yakın tarihimizin bu önemli figürünü açmazları ve başarılarıyla, dürüstçe tartışarak anlatıyor.
KİTAPTAN
Dedesinden yüklü miras
Anne tarafından dedesi olan Hacı Emin Paşa’dan kendisine yüklü bir miras kaldığı ortaya çıkmıştır. Emin Paşa’nın Medine’deki mirası Şişli Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından vârislere paylaştırılmış ve annesi Nazlı Ecevit, 1971 yılında vefat ettiği için onun payı Bülent Ecevit’e intikal etmiştir.
Suudiler mirası niye vermedi?
Ecevit, Medine’deki mirası Türk hacılarının yararlanması karşılığında devlete bağışlama kararı almış ve bu konuda Cumhurbaşkanı Sezer ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’ndan yardım talebinde bulunmuştu. Söz konus mirası bağışladıktan bir yıl sonra vefat etti. Fakat vasiyetine rağmen mirasın devlete intikali ve buradaki taşınmazlardan doğan hakların kullanımı konusunda somut bir gelişme olmadı. Daha doğrusu, Suudi Arabistan yönetimi istimlak ettiği arsaların bedeli de dahil, taahhüt ettiği ödemeleri yapmadı. Davanın avukatlarından Lale Beşe, Kral Abdullah bin Abdülaziz’in mirasın devri için onay vermediğini, bunun sebebinin de Kral’ın İstanbul’dan satın aldığı ve Sevda Tepesi olarak bilinen araziye imar izni verilmemesi olduğunu söylemişti. Beşe, imar izni verilmemesinin davanın seyrini olumsuz etkilediğini ve bu yüzden somut bir netice alınamadığını ileri sürüyordu. Mahkeme kararının Suudi yönetimince kabul edilmiş olmasına rağmen taşınır, taşınmaz mallar ve bunlardan doğan haklar vârislere devredilmemişti.
Türk hacılara 2 milyar dolar
Mirasla ilgili öteden beri bilgi sahibi olan Ecevit, mirasa sahip olma adına herhangi bir girişimde bulunmamıştı. Ecevit’in basına yaptığı açıklamayla kamuoyunun haberdar olduğu miras azımsanmayacak bir değere sahipti. Yaklaşık 110 dönümlük bir arazi ve bu arazilerdeki taşınmazlardan oluşuyordu. Miras kalan topraklar Hz. Muhammed, Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir’in kabirlerinin de içinde bulunduğu, Mescidi Nebevi olarak adlandırılan bölgenin 99 dönümlük kısmını oluşturuyordu. Medine Mahkemesi tarafından yapılan gayriresmi değer tespitinde, gayrimenkule 11 milyar değer biçilmişti. Davanın avukatlarından Alphan Altınsoy da arsaların toplam değerinin 2 milyar doları bulduğunu belirtmişti. Ecevit, ömrünün son zamanlarında miras yoluyla sahip olduğu serveti Türk hacıların faydalanması için bağışlamıştı. Ecevit’in bu davranışı ilk bakışta popülist gayelerle yapılmış bir davranış gibi görülebilirdi ancak Ecevit böyle bir mirasa sahip olduğunu ve bunu da Diyanet’e bağışladığını açıkladığında politikada aktif değildi.
Lükse karşı bir lider
Ecevit’i 1980 sonrası tanıyan sol eğilimli genç kuşakların takdir edebileceği en önemli erdemi ‘Robespierre’vari yozlaştırılamazlığı’ ve ‘siyasette geçmiş onca yıla rağmen mütevazı malvarlığı’ydı. Gerçekten de politik kariyeri göz önüne alındığında Ecevit’in en dikkat çeken özelliklerinden biri, dürüst ve siyasetin kirine bulaşmamış temiz bir politikacı olmasıydı. Siyasette adını duyurmaya başladığı andan itibaren sade yaşantısı ve mütevazı kişiliğiyle ön plana çıkmıştı. Lüks makam aracı istemeyen ve Başbakanlık Konutu’nun sadece bir odasını kullanan bir başbakan olarak gazetelere haber oluyordu. ‘Bir lokma bir hırka’ düsturunu yansıtır biçimde, hiçbir zaman ‘malda mülkte, parada pulda’ gözü olmadı. Geride bıraktığı malvarlığı, Ankara Or-An’da bir daire ve Gölbaşı’nda küçük bir arsadan ibaretti.
Kaderinin değiştiği gün
CHP’liler ilk zamanlarda daha çok ‘Halkçı Ecevit’ sloganını kullanıyordu. Karaoğlan ismi ilk defa Sivas’ın Yıldızeli ilçesinde bir kadın tarafından söylenmişti. Ecevit’in seçim çalışmaları için geldiği ilçede, elinde bastonuyla CHP seçim otobüsüne yaklaşan bir kadın, Ecevit’i kastederek gazetecilere “Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan’ı görmek isterim” demişti. Bu söz önce Ecevit’e, ardından da parti genel merkezine ulaşarak etkili bir propaganda
malzemesi haline getirilmişti.
Oydan fazlasını aradığına seçmeni inandırdı
Feroz Ahmad, Ecevit’in partililerin gözündeki imajını ve toplumla kurduğu duygudaşlığı şöyle anlatıyordu: “Yalın ve doğrudan stili seçmenin nabzını yakaladı ve gittiği her yerde büyük kalabalıklar tarafından ‘Halkçı Ecevit’ sloganlarıyla karşılandı. Kitlelerin Ecevit’e yakıştırdığı Karaoğlan benzetmesi, halkın onu bir politikacıdan çok popüler bir yıldız olarak algıladığını gösteriyordu. Çok az politikacının yapabileceğini başardı ve dinleyiciyle, onları oylarından fazla bir şey aradığına inandıran bir iletişim kurdu. Yarattığı güven nedeniyle Ecevit, CHP’nin seçim programını, kendi fotoğraflarını ve diğer parti amblemlerini satarak doğrudan halktan seçim kampanyası için para bile toplayabildi.
Geleneksel Oylar Stratejisi neden çöktü?
Kitapta ‘Ortanın Solu, Devrimcilik ve Din’ başlıklı bölümde ortaya konulan analizin en dikkat çekici tarafı, bana göre, Ecevit’in mütedeyyin kitlelerle sağ partiler arasında oluşan güçlü bağları kırmak ve CHP’yle bu kitlelerin bağ kurabilmelerini sağlamak adına başvurduğu bilinçli arayışların detaylıca ortaya konulmasıdır. Ecevit popülizmi bir bakıma mütedeyyinlerle solu barıştırma ana hedefini merkeze almıştır denebilir. ‘Altyapı devrimleri yapmadan sadece üst yapıya yoğunlaşmanın dindar kitleleri CHP’den uzaklaştırdığı’ tespitinde bulunan Ecevit’e göre, mütedeyyin bir insanın hayatında pozitif değişim yaratan sol projelere kayıtsız kalması mümkün değildir. Mütedeyyinler de ilerici olabilirler. (...) Yazar, DSP lideri Ecevit’in diğer sol partilerin asla başaramayacaklarına inandıkları yeni bir popülist stratejiye dikkatimizi çekiyor: Geleneksel Oylar Stratejisi. Bu strateji, Ecevit’in 1970’lerde dindarlık ve sol arasında bağ kurmaya çalıştığı dönemden de izler taşıyor. ‘CHP ve SHP seçkinciliğinin, geleneksel değerlere sahip Sünnilerden oy alamayacağı, bunu ancak DSP’nin yerli ve inançlara saygılı tavrının mümkün kılacağı’ iddiası, denilebilir ki Ecevit’in popülist arayışının son durağıydı. (...) Ecevit’in bu stratejisi aslında sadece Merkez Sağ’la rekabet etseydi belki de tarihi bir başarı elde edecekti ama hesapta bu kadar başarılı olacağı öngörülemeyen bir rakip daha vardı: Refah Partisi (RP). Siyasal İslam’ın yükselişi, DSP’nin Geleneksel Oylar Stratejisi’ni etkisizleştirdi. Ecevit’in giderek statükocu bir rejim savunucusuna dönüşmesi bu hayal kırıklığıyla yakından ilişkili görünmektedir. (Prof. Dr. Yüksel Taşkın’ın önsözünden)
Genç Ecevit’i tanımak isteyenler...
Bülent Ecevit’in 1950 ile 1961 yılları arasında, başta Ulus olmak üzere çeşitli gazeteler için Türkçe ve İngilizce dillerindeki yazıları, SALT ile Rahşan Ecevit-Bülent Ecevit Bilim Kültür ve Sanat Vakfı işbirliğiyle erişime açıldı. (ecevityazilari.org)
Kötülere düşman, bizden biri
‘Halkçı Ecevit’, şehirli seçmene anlamlı gelen bir sıfatken Karaoğlan, kırsal kesimde ve köylüler üzerinde etkiliydi. “Bizden biri” duygusu uyandırıyor ve kitlelerle özdeşleşmeyi kolaylaştırıyordu. ‘Bozuk Düzen’e savaş açan, mazlumun dostu, zalimlerin, kötülerin düşmanı mitsel bir kahramanı çağrıştırıyordu.