Paylaş
Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü’nün adı Niyazi Güney’dir.
Kanunlar Genel Müdürlüğü son derece etkili bir makamdır. Bakanlık içinde ağırlığı vardır. İşte bu beyefendi, Malatya cinayetlerinden hemen sonra, TBMM Adalet Komisyonu’nda, Türk Ticaret Kanunu tasarısının görüşmeleri ile ilgili görüşmeler sırasında, etrafındakilerle sohbet ederken (aynı yerde bulunan gazeteciler tarafından duyulacak şekilde) “Türkiye’deki misyonerlik faaliyetleri Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki gibi denetimsiz şekilde yaygınlaşıyor” demiş. Konuşmasının bir yerinde de “misyonerlik, bir terör örgütünden daha tehlikelidir ve maalesef bu Türkiye’de suç sayılmamaktadır” diye eklemiş.
Bu kafa yapısı Adalet Bakanlığı’nın en önemli noktasına kadar çıkabiliyorsa, vay bizim halimize.
Misyonerlik nedir?
Misyoner denilen kişiler, Hıristiyanlığın yayılması için çalışan kişilerdir. Bizler nasıl Müslümanlığı yaymak için çalışıyorsak, onlar da Hıristiyanlığı yayıyorlar. Bizim ne kadar hakkımız varsa, onların da hakkı vardır.
Avrupa’da binlerce Türk misyoner vardır. Kimse de çıkıp onları tutuklamaz. Kimse öldürmeye kalkmaz. Kimse bu kişilere kötü gözle bakmaz.
Eğer siz inanmış bir insan, duyarlı bir Müslüman iseniz, kapınızı ne kadar misyoner çalarsa çalsın hiç fark etmez. Korkulacak bir yanı olmayan, ancak nedense bizim ülkemizde adeta büyük bir tehlike olarak algılanan bir faaliyettir.
Üstelik 70 milyonluk bu ülkede yaşayan Hıristiyan kişilerin sayısı 100 bindir. Misyonerliği bir iş olarak algılayıp, özellikle insanları Hıristiyan yapma işlevini profesyonel olarak üstlenmiş olan kişilerin sayısı 100’ü geçmez.
Malatya’da basın toplantısı yapan, Türkiye Protestan Kiliseleri Birliği mensupları Bedri Peker, Orhan Kemal Cengiz ve İhsan Özbek son derece doğru sözler söylediler. Açıklamaları adeta birer devrim niteliğindedir. Hele “Gerekirse Müslüman mahallesinde salyangoz satacağız” demeleri, demokratik haklarına sahip çıkmaları son derece önemliydi.
Onları korumak hepimizin görevidir.
Nasıl Müslüman misyonerlerin korunması Avrupalılar’ın göreviyse,bu da bizim görevimizdir.
ŞİMDİ DE “ÇIKMAYACAK” DİYENLER ÇOĞALIYOR…
Cumhurbaşkanlığı seçimi artık hepimize bıkkınlık verdi.
Oldu… Olmadı… Hala karar veremedi… Tereddüdü var…
Papatya falı bakan bakana…
Aslında, artık işin sonuna geldik. Önümüzdeki Salı veya en geç Çarşamba kesin sonuç açıklanacak. Son viraja girene kadar size, hafta sonunda ballandıra ballandıra dedikodusunu yapacağınız bir son dakika haberi vereyim.
Çok yakınlarından gelen haberlere göre, Başbakan aday olmayacakmış!
İster inanın, ister inanmayın.
Ancak en son söylenti bu.
Başbakan’ın son haftalardaki rahatlığına ve sık sık “şaşıracaksınız” demesine bakılacak olursa, galiba söylentilerin bir haklı yanı var.
Tabii yine de kimseler yemin edemiyor. Yine de “Başbakan’ın sağı solu belli olmaz” diyorlar.
Perşembe günkü gazeteleri çok merak ediyorum. Ben dahil bakalım kimler tahmin felaketine uğrayacak, kimler “ işte dediğim çıktı” diye göğsünü yumruklayacak.
HÜKÜMETE DE GÜVENMİYOR MUYUZ?
Anayasa Mahkemesi’nin, yabancılara taşınmaz satılmasıyla ilgili aldığı kararı bir türlü anlayabilmiş değilim.
Gazetelerde okuduğum kadarıyla, Tapu Yasasındaki yeni düzenlemeyle 2.5 hektardan (25 bin metrekare) fazla olan arazilerin yabancılara satış yetkisi hükümete veriliyordu. Yani, 2.5 hektardan büyük arazi satışı ancak kabinenin onayı ile gerçekleşebilecekti.
Anayasa Mahkemesi –henüz gerekçesini açıklamadı- yabancıların
Başka bir deyişle, Yüksek Mahkeme, bu ülkenin hükümetine güven duyulmaması gerektiğine karar vermiş oldu.
Bu kararın gerekçesini, büyük bir merakla bekliyorum. Kendi oylarımızla seçtiğimiz bir hükümete güvenemeyeceğiz de, kime güveneceğiz?
YILMAZ VE TOPÇU’YA TEŞEKKÜR EDERİZ...
Neden bu kadar hoyratız?
Neden insanlarımıza, iyi bir iş yaptıkları zaman, görüşlerini paylaşmasak dahi, basit bir teşekkürü çok görüyoruz.
Şu Karadeniz otoyolunda en çok Mesut Yılmaz ile Yaşar Topçu’nun emekleri var. Bu iki insan, adeta devlerle mücadele edip, binbir soruna göğüs gerdi ve yolun gerçekleşmesine büyük katkıda bulundu. Üstüne üstlük, yıllar boyunca hırpalandıkları, yerden yere vuruldukları kalmamış gibi, bir de Yüce Divan’a sevk edildiler. Yaşar Topçu’nun neler çektiğinigözlerimizle gördük.
Hükümet, yolun açılışına davet etme inceliğini gösterdi, ancak basit bir teşekkürü fazla buldu. Onlar da, haklı olarak, açılışa gitmediler.
Bu ülkeyi yönetenler belki fazla görmüş olabilirler, ancak o yoldan yararlananlar ve bölge halkı adına ben Yılmaz ve Topçu’ya teşekkür etmek istedim...
BRAVO, DİYANET İŞLERİNE...
Gazetelerde okudum ve ilk tepkim “bravo” demek oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı, yaptığı tüm açıklamalara, verdiği tüm fetvalararağmen, dini kaygı nedeniyle organ bağışı konusundaki ön yargılarını kıramayınca, yepyeni bir atılım yapmaya karar vermiş.
Başkan Ali Bardakoğlu, organlarını zaten bağışlamıştı. Şimdi tüm yardımcıları ve Diyanet personeliyle birlikte kamuoyunun önüne çıkacak ve mesajını tekrar verecek.
Bardakoğlu’nun mesajı çok net:
“Kur’an, ‘Bir kişiye hayat veren, tıpkı bütün insanlara hayat vermiş gibi sevap kazanmış ve güzel bir iş işlemiştir’ ayetiyle, bize organ bağışı konusunda çok açık bir düstur koyuyor. Organ bağışının dini bir ödev olduğunu anlatacağız kampanyamızda. Diyanet olarak diyoruz ki, ‘Organ bağışlamak önemli bir ibadet, dini görev ve erdemdir”.
Buna, “Bravo” denmezde neye denir?
ODEON’DAN YENİ BİR NEFASET...
Dani Grünberg’ten bir kart aldım. Ekinde de bir CD var. Adı : HARMAN.
ODEON tarafından piyasaya çıkarılmış. Biliyorsunuz ODEON, Türkiye’nin ilk plak şirketlerinden biridir. Arşivinde de 3 bini aşkın şarkı vardır. Şimdi, Türk Halk Müziği serisinin ilk albümünü piyasaya çıkardı. En önemli sesleri ve en iyi icracıları dinlemek isteyenler için, kaçırılmaz bir fırsat. İçinde 15 şarkı var.
BU SESE KULAK VERİN:
“YALVARIYORUM YARDIM EDİN...”
Bu sese hepimizin kulak vermesi gerekiyor.
Dr. Münci Kalayoğlu çırpınıyor. Türkiye’yi tıp adına düşülen kısır döngüden kurtarmaya çalışıyor.
Organ nakli konusunda topulum uyandırmak, ilgisizlikten kurtarmak için elinden geleni yapıyor. Aslında Kalayoğlu, Amerika’da çok iyi tanınan, son derece başarılı bir cerrahımız. Bir süre önce, “artık yeter, ülkeme dönüp halkıma hizmet edeceğim” diyerek İstanbul’a geldi.
Tek bir hedefi var. O da, organ bağışını bu topluma kabul ettirebilmek.
Memorial Hospital yönetimiyle birlikte gönüllü şekilde bir kampanya sürdürüyor.
Nedeni de basit.
Türkiye’de organ nakli için bekleyen çok hasta var, ancak organ bağışlayanların sayısı az. Bunun başlıca nedeni de cehalet.
Kimileri “dinimiz buna izin vermiyor” diyor. Oysa, Diyanet Başkanlığı ter ter tepiniyor ve organ nakline Kuran’da yasak bulunmadığını söylüyor.
Kimileri, bilgisiz olduklarından dolayı, organlarını vermiyorlar.
Kalayoğlu, Türkiye’yi uyandırmaya çalışıyor. Bizler de ona destek vermeliyiz.
Paylaş