Kameralar olmasaydı...

İSTANBUL’un göbeğinde bir cinayet işlendi. Katil, Hrant Dink’i vurup kaçtı. Eğer o bölgede bir banka güvenlik kamerası olmasaydı ve suratı tabak gibi ortaya çıkmasaydı, yakalanması mümkün olacak mıydı?

Çok büyük olasılıkla hayır!

Dink
öldürüldü. Katilin peşinden bir kişi koşmadı, yakalamak için çaba göstermedi. Kentin göbeğinde polis yoktu. Dahası, ölüp ölmediği belli olmadan cesedin üzerine örtü çekildi. Belki henüz ölmemişti, kurtarılma umudu vardı. Ayrıca olay yerine gelen ambulans yoktu.

Bunlar, Türkiye’nin en büyük kentinin merkezinde işlenen bir cinayetten arta kalan görüntüler...Ve böyle bir olay her an herkesin başına gelebilir.

Bazen ekranlarda birilerinin kuyumcu, market, işyeri soyduğunu görüyoruz. Bunlar acemi!.. Çünkü artık her işyerinde kamera var. Kameraya takıldıklarını bilmiyorlar ve yakalanıyorlar.

Kentlerin ana caddeleri, işyerlerinin ve bankaların yakın çevreleri de öyle. Bu gibi yerlerde suç işleyenler kameradan yakalanıyor. Ara sokaklarda, kameralardan uzakta suç işleyenlerin yakalanması genelde mümkün olmuyor.

Özellikle büyük kentlerde soyulmayan ev ve işyeri, kapkaça maruz kalmayan vatandaş neredeyse kalmadı. O suçlular niçin yakalanmıyor?.. Çünkü çevrede kamera yok!

Polis yılgın, çaresiz. Suçların fazlalığı ve yetkilerinin AB yasalarıyla budanmış olması nedeniyle iş göremiyor.

Sonuç: Kameraya yakalanan soyguncu, hırsız vesaire yakalanıyor.

Bunlar "kravatsız" soyguncular.

Kravatlı soyguncuları, hırsızları, namussuzları yakalamak ise asla mümkün olmuyor... Çünkü onlar kamu kurumlarında, belediyelerde iş bağlıyor, ihale dağıtıyor, alım satım yapıyor, binbir dümenle devleti ve milleti söğüşlüyor...

Ama onların çevresinde kamera yok!

Kameralar kravatlı soyguncular için değil, adi suçlular için var.


İYİLER VE KÖTÜLER!

Bütün kamu görevlilerini, ama özellikle vali ve emniyet müdürlerini mutlaka iyiler-kötüler diye ayırmamız gerekiyor!

İktidar açısından "kötü" olanlar derhal görevden alınıyor. İllerinde en küçük bir olay olmasın, o görevde bir dakika tutulmaları mümkün değil. İşte size iki somut örnek:

Tarih 30 Temmuz 2006. Ordu’da fındık mitingi yapıldı. Fındık üreticileri hükümeti protesto ettiler. Üreticiler sahil yolunu kesip oturma eylemi yaptılar. Bu aşamada Ordu Emniyet Müdürü Rıdvan Güler ile AKP Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa arasında -telefon görüşmesinde- tartışma oldu. Birkaç saat sonra yol açıldı, üreticiler dağıldı. Fatsa, emniyet müdürünü bakanlığa şikáyet etti.

Herhangi bir ölüm, yaralama, silah kullanma, yağma, kavga dövüş yoktu.

Ordu Emniyet Müdürü Rıdvan Güler derhal görevden alındı.

Tarih 10 Eylül 2006. Başbakan, Bilecik’in Söğüt İlçesi’nde. Yapılan Ertuğrul Gazi törenlerinde AKP’liler ile MHP’liler arasında tartışma yaşandı. Birkaç yumruklaşma oldu. Başbakan’ın yakın koruması ve yeğeni Ali Erdoğan da tartışmaya katıldı ve bir yumruk yedi.

Silah atılmadı. Başka bir yaralı yoktu. Toplu hareket, yağma, protesto gösterisi de olmamıştı.

Sonuç: Bilecik Emniyet Müdürü Şuayip Doğanç derhal görevden alındı!

* * *

Listeyi çoğaltmak mümkün. Demek ki hükümetin belli ilkeleri var! Örneğin Ordu, Bilecik gibi illerimizde hoşlarına gitmeyen en küçük bir olay olduğunda, işin ucu kendilerine dokunduğunda, emniyet müdürlerini gözlerini bile kırpmadan görevden alıyorlar.

Peki ya İstanbul?

Cinayet, terör, bombalama, uyuşturucu, fuhuş, gasp, kapkaç, hırsızlık, soygun ve her türlü suçun cenneti olan İstanbul için bu ilkeler geçerli mi, değil mi?

Baştaki sorumu tekrar soruyorum:

Kameralar olmasaydı, Hrant Dink’i vuran katil yakalanacak mıydı? Suçluların yakalanması için yatıp kalkıp kameralara dua mı edeceğiz, devletten değil de kameralardan mı medet umacağız?

İstanbul’u kimler bu duruma getirdi? Sorumlular belli mi, değil mi? İstanbul’da her gün olanlar Ordu ve Bilecik’te bir kez olanlardan daha mı önemsiz? Dink cinayetinin siyasi ve bürokratik sorumluları kim?

Türkiye gibi bir ülke böyle "çifte standart" ve "adamına göre muamele" ile yönetilir mi?
Yazarın Tüm Yazıları