İLK gençliğimde benim de yolum Orhan Veli’den geçti.
Ama, tabii ki ‘ağlamaklı ses tonu’ ve abartılı el kol hareketleriyle şiir gecelerinde gözlüklü kızların okudukları ‘Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda / Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle’ şiiriyle hiç işim olmadı.
Ben daha çok ‘Dalgacı Mahmut’ gibi, ‘Macera’ gibi, ‘Vatan İçin’ gibi muzip ve ‘fırlama’ Orhan Veli şiirlerine takıldım.
Biraz büyüyüp Türk edebiyatının derin sularına dalınca herkes gibi ben de Orhan Veli’yi aştım!
Çünkü ‘İkinci Yeni’nin adamı sersemleten dünyasına kapağı atmıştım.
Daha ne olsun!
Artık benim şairlerim Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Cemal Süreya, Turgut Uyar, İsmet Özel gibi gençlik bunalımlarını kışkırtan ve ‘vurup geçen’ isimlerdi.
Bir yeniyetmeydim ama her yeniyetme gibi kendimden emindim: ‘Has şiir’e yelken açtığımı düşünüyordum.
Orhan Veli için ‘Türk şiirini bir espriye kurban etmiş derinliksiz şair’ gibi laflar ediyordum.
O benim için bir ‘çocukluk hatası’ydı.
Ve gün geldi, ben de herkes gibi ‘Gençlere özgü köşeli ve ödünsüz yaklaşımlar’dan uzaklaşıp kendimi herkese ve her şeye karşı biraz daha ‘hoşgörülü’ hissetmeye başladım.
Bundan tabii ki ‘çocukluk arkadaşım’ Orhan Veli de nasibini aldı.
Şimdi artık arada bir yüzüme yayılan bağışlayıcı bir gülümsemeyle Orhan Veli şiirlerine göz atıyorum.
Çocukluk günlerimizin geçtiği kasabalara gitmek gibi bir şey!
Hissettiğim bu.
* * *
Hemen belirtmeliyim: Benim inişli çıkışlı Orhan Veli maceramda bir de Erol Güney diye bir ismin yeri olmuştur.
Çünkü Orhan Veli, iki ‘matrak’ şiirinde ‘Erol Güney’in kedisi’nden söz ediyor ve okuyanın zihninde ‘Kim bu Erol Güney?’ sorusu kaçınılmaz olarak yer ediyordu.
Bir ‘meraklı’ olarak ben de bu sorunun peşine düştüm. Çok sınırlı kaynaklardan edinebildiğim bilgiler üç cümleden ibaretti: Ankara’da gazetecilik yapıyormuş, aslen Rus Yahudisiymiş ve yıllar önce İsrail’e göç etmiş.
Başka bilgi yoktu.
* * *
Derken bir gün Türkiye’de yaşayan Yahudilerin yayın organı Şalom gazetesinde ‘Telaviv Mektubu’ başlıklı köşe yazılarında Erol Güney imzasına rastladım.
İsrail’de olup bitenleri, tabii ki İsrail perspektifinden yorumlayan yazılar!
‘Demek ki Erol Güney İsrail’de de gazetecilik faaliyetini sürdürüyormuş’ diye not ettiğimi anımsıyorum.
* * *
Geçenlerde bir kitapçı vitrininde ‘Erol Güney’in Ke(n)disi’ adlı kitapla karşılaştığımda içimden ‘Tamam’ dedim, ‘Artık benim için Erol Güney muamması çözülüyor.’
Heyecanla aldım kitabı ve su gibi okudum.
Ve inanılmaz bir yaşam öyküsü çıktı karşıma:
Birinci Dünya Savaşı başlarken Rusya’da doğmuş Yahudi çocuğunun Türkiye’ye göçü, Erol adını alması, gazeteciliğe başlaması ve yaptığı bir haber yüzünden ‘casusluk’ suçlamasıyla önce Yozgat’a sürülmesi, ardından vatandaşlıktan çıkarılması ve sonunda İsrail’e yerleşmesi.
Ayrıntısı kitapta var.
* * *
Ve tabii kedi şiirleri..
Orhan Veli’nin ‘Erol Güney’in Kedisinin Bahar Mevsiminde Toplum Meseleleri Karşısında Takındığı Tavrı Anlatan Şiirdir’ başlığı altında yazdığı şu üç dize: ‘Bir erkek kediyle bir parça ciğer / Dünyadan bütün beklediği / Ne iyi!’
Ve tabii ‘Erol Güney’in Kedisinin Hamileliğini Anlatır Şiirdir’ başlığıyla yazılan şu dizeler: ‘Çıkar mısın bahar günü sokağa / İşte böyle oturursun / Böyle yattığın yerde / Düşünür düşünür / Durursun.’
Kitapta bu şiirlerin öyküleri de var.
‘Türk edebiyatının en meşhur kedisi Edibe’ ile sahibi Erol Güney’i merak edenler için Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, Haluk Oral ve M. Şeref Özsoy’un titizlikle hazırladıkları kitap bulunmaz bir nimet.
‘Durup ince şeyleri anlamaya vakti olanlar’a hararetle tavsiye edilir.