Paylaş
Konusu “Felsefe, Tanrı ve Din”di.
Böyle bir konu olacak ve ben hafta sonumu, İstanbul’da bir pazar yemeğinde geçireceğim...
Olmaz tabii... Hemen kaydımı yaptırdım ve cuma sabahı arabayla yola çıktım.
Ve cuma, cumartesi günleri beni hayretler içinde bırakan bir toplantıya katıldım.
* * *
Bilmiyordum, atlamışım..
Prof. Örsan Öymen, 13 yıldan beri Assos’ta yılda iki defa felsefe toplantıları düzenliyormuş.
Biri kışın, Türkçe yapılıyormuş, ikincisi ise yaz aylarında, İngilizce.
Dünyanın en ünlü felsefe okullarının öğretim üyeleri, dekanları bu toplantılara katılmış.
Bugün size, beni Türkiye’nin ve özellikle de gazeteciliğin sıradan gündeminden alıp insana ait çok daha derin dünyalara götüren bu harika toplantıyı anlatacağım.
Ama dikkat...
Bu bir gazetecinin, belki de yüzeysel sayılabilecek gözlemleri.
İki gün boyunca, felsefenin en derin koridorlarında dolaştık.
Tanrı’yı aradık.
Ben tabii ki, hınzır bir gazetecinin objektifine, daha doğrusu objektifsizliğine takılan anları ve kareleri aktaracağım.
Yani bu yazı, Assos felsefe toplantılarının, aysberginin su üstündeki kısmıdır. Asıl derin tarafı aysbergin altında, iki gün boyunca konuşulanlarda...
* * *
Toplantıyı düzenleyen Prof. Örsan Öymen dışında bir kişinin ismini daha vermek istiyorum.
Toplantının düzenlendiği Nazlıhan Oteli’nin sahibi Hilmi Selimoğlu, 13 yıldan beri bu toplantıların düzenlenmesine büyük destek vermiş.
Bu da otelini benim gözümde, turistik bir tesis olmanın ötesinde bir yere taşıdı.
Soğuk bir kış günü kim Tanrı’yı aramaya gider
İLK şaşkınlığı, toplantıya katılanları görünce yaşadım. 200’e yakın insan kayıt yaptırmış.
- Katılanlar, yol paralarını ve otel masraflarını kendileri karşılıyor.
- Erkek ve kadın sayısı birbirine çok yakındı.
- Her yaş grubundan insan vardı.
- Türkiye’nin her yerinden gelmişlerdi.
- Meslek grupları arasında ise şunlar dikkatimi çekti:
Tabii ki felsefe dalındaki öğretim üyeleri ve öğrenciler, ama bunun yanında avukatlar, doktorlar, mühendisler, mimarlar, öğretmenler, iş insanları vardı.
- İki şirketin CEO’su toplantıların hepsini sonuna kadar dinledi.
Tanrı’yı bulanlar, bulup da kaybedenler, hiç bulamayanlar
İKİ gün boyunca Tanrı’yı konuştuk.ODTÜ’den, Mimar Sinan Üniversitesi’nden, Galatasaray Üniversitesi’nden, Işık Üniversitesi’nden, Cumhuriyet Üniversitesi’nden öğretim üyeleri, felsefede “Tanrı” kavramının çeşitli görünümlerini anlattı. “Tanrı vardır” demenin de, “Yoktur” demenin de özgürce konuşulduğu bir toplantıydı.
Sonuç:
Anladık ki, kimimiz bulmuş, kimimiz hiç bulamamış, kimimiz ise bulmuş da sonradan kaybetmiş. Bana gelince...
Allah’ı başından bulmuş, hiç kaybetmemiş bir insanım. Ama “din” derseniz...
Onda epey şeyi kaybettim...
Maalesef...
Ders Notları
İki gün boyunca şunları öğrendim
- ŞEY: 1970’li yıllarda “Les choses de la vie” yani “Hayatın şeyleri” filmiyle keşfettiğim ve çok sevdiğim “şey” kelimesinin felsefede ne kadar geniş bir alanın ifadesi olduğunu...
- BEING THERE: Peter Sellers’in harika filmi “Being there”de keşfettiğim, Woody Allen’ın “Zelig” filminde derinleştirdiğim, “Orada olmak” kavramının, Heidegger’de “Dasein” kavramı altında nasıl derin bir manaya büründüğünü...
- MARX: Marksizm ölse bile Marx’ın felsefi alanda hâlâ yaşadığını...
- ANARŞİZM: Sol kanatta son yıllarda Marksizm’den daha çok anarşizm kavramının derinlik kazandığını... Bunda sosyal paylaşım sitelerinin ve WikiLeaks, RedHack gibi hareketlerin büyük etkisi olduğunu...
- İNANÇ: Din, inanç, çoktanrılılık, tektanrılılık, ateizm gibi kavramların felsefedeki payının nasıl giderek büyüdüğünü...
- ATEİZM: “Tanrıtanımazlık”, “Tanrıyla araya mesajcı koymamak”, “Yapısallaşmış, kurumsallaşmış din anlayışına karşı olmak” gibi düşüncelerin yayılmakta olduğunu... Dünya nüfusunun yüzde 3’ünün, Avrupa’nın ise yüzde 16’sının “ateist” olduğunu...
- “ATEİZM”in Türkçeye bazı felsefecilerce “tanrıtanımazlık”, bazılarınca ise “tanrısızlık” olarak çevrildiğini...
- NIETZSCHE’nin, felsefenin en büyük cazibe merkezlerinden biri olmaya devam ettiğini, hatta yerini daha da sağlamlaştırdığını...
- İSLAM: Felsefenin İslam’la arasındaki köprülerinin hâlâ yıkık dökük olduğunu, İslam’ın toplumsal hayattaki yeri arttığı halde, bunun felsefi tartışmaya yeterince yansımadığını...
- HEGEL: Her felsefecinin bir veya birkaç idolünün bulunduğunu, ancak bütün idollerin arkasında devasa bir “Hegel hayaleti”nin dolaştığını...
- YABANCILAŞMA: Yirmili, otuzlu yaşlarımda tam anlamını bir türlü anlamadığım, “yabancılaşma” kavramını, bütün iyi niyetli çabalara rağmen hâlâ çıkaramadığımı...
- RAKI MI ŞARAP MI: Felsefecilerin çoğunun akşam yemeğinde rakı içtiğini, şarap içenlerin ise içki içmeyenlerden bile az olduğunu...
- ŞUNUN CEVABINI BULAMADIM: ‘Din’in zararlarını anlatan Hume, Spinoza, Marx, Nietzsche gibi çok güçlü düşünürler olduğu, bunların çok sıkı gerekçeler anlattığı, yani dinin çok sıkı muhalifleri bulunduğu halde, 21’inci yüzyılda inanç, toplumlardaki etkisini niye hâlâ arttırıyor...
- YARADILIŞ MI EVRİM Mİ: “Allah yaratmıştır” veya “Hayır Darwin haklıdır” demenin, bunu tartışmanın günlük hayatta insana hiçbir zararı yok.
Ama iş, siyasi alana kayınca çok zarar verir hale geliyor. Neden?
Cennet Cehennem
Eğer cennet olmasaydı bu dünya daha mı güzel olurdu
TOPLANTININ en ilginç konularından birini, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Halil Turan sundu. Çoktanrılı dinlerden tektanrılı dinlere geçişi, ateizmi ve ahlakı anlattı.
Ben, “Bu bir evrim midir? İnsan düşüncesi, çoktanrıdan tektanrıya, oradan da tanrısızlığa doğru mu gelişiyor” diye sordum.
Galiba felsefenin bu soruya cevabı yok. Yani “Bir gün herkes tanrısız olacak” diyemeyiz.
Oturumun bana en ilginç gelen teması “Hades” oldu, “Ölülere hükmeden yeraltı tanrısı”.
Yunan mitolojisinde öteki dünya, yani yeraltı dünyası, karanlık bir yer.
Yani orada “cennet” yok. Olmayınca, cennet vaadi de yok ve insanın bütün dikkati, “bu dünyayı güzel yaşamaya” yöneliyor. Dinlerken düşündüm.
Cenneti olmayan bir fani dünya acaba nasıl bir şeydir?
İtiraz
‘Bu salonu protesto ediyor ve dışarı çıkıyorum’ diyen Cihangir İslam kim
TOPLANTININ benim için sürpriz simalarından biri, ortopedi uzmanı Doç. Cihangir İslam’dı. Adını HAS Parti’de görev almasından sonra işitmiştim. 2010 yılında Merve Kavakçı ile evlendi. İlk defa karşılaşıyoruz. İzlenimim şu: Tıp dışında ve özellikle felsefi alanda kendini çok iyi yetiştirmiş, gerçek bir aydın. Felsefe toplantılarına katılıyormuş. Muhalif bir çevre içinde, itirazını çok güçlü şekilde dile getiriyor. Güçlü bir hatip ve hitabetin içini çok iyi dolduran bir bilgisi var. Ben zevkle dinledim. Ama onun itirazına itirazlar da çok büyüktü. İkinci günün ikinci oturumunda, “Bu salonu protesto ediyor ve dışarı çıkıyorum” dedi. Ama protestosunu bir sonraki oturuma taşımayacak kadar da sakindi. Ben “İlgiyle izliyorum” dediğim için, bazı dinleyiciler beni “onun safında” görüp mesajlarını benim aracılığımla iletmek istediler.
Uğraşa uğraşa tipi de benzemiş
İLK günün akşamı yemekte, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyeliği yıllarından tanıdığım, Ecevit’in Arayış dergisinde birlikte çalıştığımız Oruç Aruoba ile sohbet ettik.
Oruç felsefecilerin bir tür “guru”su olmuş. Herkes ona çok büyük saygı gösteriyor.
Başarılı bir Nietzsche uzmanıdır. Çok iyi çevirileri vardır.
Dikkat ettim, Nietzsche ile uğraşa uğraşa, tipi de ona benzemeye başlamış.
İzmir’e yerleştiğini öğrendim.
Ona “Tanrı” ile “Allah” arasındaki farkı sordum.
“Allah özel isimdir” dedi...
Oruç Aruoba, ikinci gün yaptığı konuşmada, “İnançlı bir ailede doğduğunu, hayatının ilk yıllarında adındaki oruç gibi oruç tutmayı çok sevdiğini ama lise yıllarına gelince kafasında birçok sorunun biriktiğini” anlattı.
Vicdan
Ateizmin ‘vicdanı’, dinin ‘ahlakını’ doldurur mu
BİRİNCİ günün en heyecanlı tartışmalarından biri Prof. Örsan Öymen’le Doç. Cihangir İslam arasında yaşandı. Örsan Öymen, Hume ve Nietzsche’nin “din”e ve “Tanrı” kavramına karşı görüşlerini anlattı.
Cihangir İslam ise İzzetbegoviç’in “Bir ateist ahlaklı olabilir, bir mümin de ahlaksız olabilir” cümlesini aktardıktan sonra sordu:“Bir ateist, ahlaklı bir insan olabilir. Ama ateist, nesilden nesle aktarılacak bir ahlak sistemi yaratamaz. Ahlaklı olabilmek için dine ihtiyacınız yoksa, onun yerine ne koyabilirsiniz?”
Örsan Öymen tek kelimeyle cevap verdi:
“Vicdanımı...”
Böylece tartışma, son yıllarda Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan insani “şey”e geldi:
“Vicdana...”
Ben yine arada kaldım: (Meraklısına duyururum: Psikart dergisinin son sayısının kapak konusu “Vicdan.”)
Allah insanı neden mükemmel bir varlık olarak yaratmadı
BİR tartışma konusu da “İnsanı Allah yarattıysa onu neden mükemmel bir varlık olarak yaratmadı” sorusuydu. Katılımcılardan biri, “Mükemmel varlıkla neyi kastediyorsunuz? Allah, mükemmel olması için insanı nasıl yaratmalıydı? Mesela kanatları mı olmalıydı” diye sordu. Konuşmacı bunu “Mesela daha vicdanlı yaratabilirdi” diye cevapladı. Böylece “vicdan” konusu ikinci defa gündeme geldi.
Ayrılış duygusu
BENİ Türkiye’nin sığ sularından alıp okyanus derinliklerine götüren tartışmaların ardından, kaldığım Nazlıhan Oteli’nin karşıda Midilli Adası’na bakan odasında uyandım ve Mahler’in Beşinci Senfoni’sini çalmaya başladım. Bu müziği Visconti’nin “Venedik’te ölüm” filminde dinlemiştim. O filmin başında Prof. Aschenbach bir vaporettonun üzerinde Venedik’e girerken bu parça çalıyordu.
Her ölümün bir müziği vardır. Benimki Mahler olsun istiyorum.
- Sezai Karakoç yalnızlığı kadar ıssız...
- Caravaggio kadar isyankâr...
- Kedilerin ölümü kadar sessiz...
- Thomas Mann kadar estetik...
- “Enel Hak” haykırışı kadar güçlü...
- Kendim kadar Ben...
MERAK EDENE NOT: Toplantıyı düzenleyen grubun mail adresini veriyorum: felsefesanatbilim.org ve philosophyinassos.org
Paylaş