Hem bir değerli insanın yitip gidişine, hem ülkemizin düştüğü duruma.
Ben de herkes gibi dikkatimi olaya vermişken, olayın basında yer alışıyla ilgili birkaç noktaya takıldım.
Ellerindeki tek fotoğraf o muydu, yoksa en uygun onu mu buldular, gazetelerin çoğunda Dink’in ayakkabılarının altının göründüğü fotoğraf yer aldı.
Zaten acıklı olan durumu daha da acıklı hale getiren bir fotoğraftı o.
Yok, ayakkabılarının eskimiş olması değildi acıklı olan... Ama ah o ayaklarının duruşu... Ne olduğunu tam olarak izah edemeyeceğim ama bu ölüme sevinenlerin daha da mutlu olacağını düşündürdü bana o duruş.
Genel yayın yönetmeni olsaydım, o fotoğrafı kullanmazdım gazetemde. Fazladan bir mutluluk yaşatmazdım katillere.
Belki de yerde yattığı hiçbir fotoğrafı kullanmazdım.
Rakiplerimden geri kalmam hiç umurumda olmazdı.
Her suikastın ardından kalemler yarışıyor adeta.
Kiminkinden daha çok kan damlayacak!
Yarışılsın elbet.
Öldürülenlerin içinde bunu hak etmeyen yok.
Ama bu adamlar hayattayken neyi savunuyor idiyseler, madem herkes aynı fikirdeydi (şimdi yazılan çizilenlerden bunu anlıyoruz), neden hep beraber yapılmadı bu savunmalar?
Yüzlerce Hrant olsaydı hangi birini öldüreceklerdi?
Şimdi "Hepimiz Hrant’ız" demek neye yarar?
Okurun haber alma özgürlüğüne hizmet edilirken bazen bir yandan da birilerinin canından olmasına sebep olunuyor mu acaba?
Bazı haberleri okurken yüreğim cız ediyor. Habire, habire altı çiziliyor bazı insanların.
Ama bir yandan başka çaresi de yok. Gazeteci görevini yapacak. Kimseyi korumak, kollamakla yükümlü değil ki. Hatta bunun üstünde hiç durmaması bile lazım belki de "iyi gazeteci" olabilmesi için.
Ama işte ne bileyim.
Biri görevini başarıyla tamamlarken öteki göğsünü biraz daha açmış oluyor bir fanatiğin, bir ırkçının, bir serserinin, bir psikopatın, bir meczubun kurşunlarına sanki.
Mesela, bu olaydan sonra 301’den yargılanan herkese koruma tahsis edilmiş. Şimdi korkarım gazetenin biri kalkar, bunların kim olduğunu bir bir yazıverir habercilik adına.
Gelelim istihbarat farklılıklarına...
Tetikçi Samast, Hürriyet’in yazdığı gibi 21 yaşında mı, yoksa Radikal’in yazdığı gibi 17 yaşında mı?
Samast’ı Milliyet’in yazdığı gibi babası mı yakalattı, yoksa Sabah’ın yazdığı gibi teyzesi mi?
"Ne önemi var?" diyeceksiniz.
Hangisinin yakalatmış olduğunun bir önemi yok elbet. Ama okurun, okuduğu, okuyacağı bütün haberlerle ilgili şüpheye düşmüş olmasının da mı önemi yok?
MIŞ-MUŞ
AKP kampında "Sarı Gelin" türküsü dinlenmiş.
Giden gittikten sonra "jest manyağı" yaparız adamı.
Türkiye’de 40-70 yaş arası her on erkekten yedisinin cinsel sorunu varmış, ancak sadece biri doktora başvuruyormuş.