Zeynep Bilgehan
Oluşturulma Tarihi: Mart 16, 2013 00:00
Kürtçe anlamı ‘yaşam’ ... Dağdaki örgütten kaçıp ailesine dönmeye çalışan 17 yaşındaki kızın adı aynı zamanda ‘Jin’. Ve Reha Erdem’in yeni filminin... Erdem, Jin’in bir empati filmi olduğunu, iyi ve kötü kavramlarının insanın içini boşalttığını söylüyor. Bir de bu filmin barış sürecinde insanlara ümit vermesini diliyor.
Böyle bir hikâye yazmaya nasıl karar verdiniz?
- Her ne kadar gerçekçi sinemaya karşı dursam da gerçek hayatın içinde yaşıyoruz. Bu mesele de 30 yıldır hayatımızın büyük bölümünü kaplıyor. Çok fazla acı var. Yakın zamana kadar buna ‘savaş’ bile diyemiyorduk. Bu hikâye dün de bugün de, her an yapılabilirdi. Popüler işlerden uzak durmaya çalışan biri olarak popüler bir meseleye değerek çok dayak yiyeceğimi biliyorum. Ama politik bir insanım. Diğer filmlerim ‘Hayat Var’ ve ‘Beş Vakit’ de en az Jin kadar politikti. İsyanlar evde başlıyor. Ama buradaki zulüm meseleleri daha derin.
Yazarken nelerden faydalandınız?
- Herkesle konuştum diyeyim. Tanıdığım gerillalar da oldu. Ben gençliğimi 1980 öncesinde yaşadım. Dolayısıyla 17 yaşındaki o kalbin nasıl attığını biliyorum. Benim meselelerim de var filmde. Bu ülkede gerillanın ne olduğunu herkes kadar biliyorum. Sinema gibi bir düşünce alanındaysanız ve yaptığınız film gerçeğe değiyorsa zaten daha çok bilmeniz ve hissetmeniz gerekiyor. Bu arada ‘gerilla’ dediğiniz şey de bir kavram. ‘Kadın gerilla’ysa son derece romantik bir kavram.
SİNEMANIN GERİLLASIYIM
Ne anlamda romantik?
- Gerilla olmak için hayal kurmak gerekiyor. Ben de hayal kuruyorum. Böyle tanımlayınca ben de sinemanın gerillasıyım. Bana gösterilen yolları istemiyorum, kendi yolumu oluşturmak istiyorum. Jin, biraz da empati filmi ama başka bir sürü mesele var. Örneğin filmdeki hiçbir figür kötü değil. Askerler veya Jin’in canını acıtanlar kötü değil ama kız da iyi değil. İyi ve kötü kavramları insanın içini boşaltır. Herkes iyi ve kötüdür. Amaç kötü olanı azaltmak. İyiyi arttırmak değil.
Çatışma yaşanan bölgelere gittiniz mi hiç? |
Şehir mi zor dağ mı? |
Film, Jîn’in bilinmeyen bir nedenle, dağdaki silahlı örgütten kaçmasıyla başlıyor. Hem kaçtığı örgüt elemanlarından, hem de askerlerden gizlenerek, dağlarda, ormanlarda yapayalnız günler ve geceler geçiriyor. Amacı İzmir’deki ailesinin yanına gitmek. Bu yolda kimi zaman çatışmaların arasında kalıyor; ona en büyük desteği hayvanlar veriyor. Sonunda elde ettiği sivil giysilerle dağdan iniyor ancak ovanın onun için dağdan daha tehlikeli olduğunu görüyor... |
- Kandil’e de Güneydoğu’ya da gitmedim. Ama gerilla fikri evrensel bir durum. Bu film PKK veya PKK’li belgeseli değil. Hiçbir şeyin belgeseli değil. Uydurma bir masal. Ama gerçeğe değdiği tarafları da var. Kendi kendime bir gerilla yaratmadım çünkü adı, sanı ve kostümü var. Yaşanan acı gerçeğe karşı gerçekçi olmayan bir meseleyle tavrımı söylemek istedim.
Ne kadar sürede çektiniz filmi?- Buna tam cevap veremiyorum çünkü 2-3 yıldır önümde duran fikir silsileleri vardı. “Haydi” diye iki yıl önce başladık. Sonrasında uzun bir oluşturma süreci var. Bu bir mekân filmi. Onun için aslında mesele Güneydoğu veya Kandil değil. Filmi Afrika’da da çekebilirdim çünkü burada oluşturmaya çalıştığımız ‘Jin filminin ormanı ve dağları.’ Ama tabii yine de çok uyumsuz olmamasına dikkat ettik.
BU FİLMDE KAHRAMAN YOKZor oldu mu sürekli dağlarda çekim yapmak?- Fiziksel olarak zordu ama zevkliydi. Çekerken dikkat ettiğimiz başka detaylar vardı. Mesela oyuncuları o kıyafet ve silahlarla gezdiremezsiniz. Filmin büyük bölümünü Mersin’in dağlarında çektik. Orada tertemiz köylü çocuklar vardı. Birinin abisi geçen yıl Güneydoğu’da savaşta ölmüş ve filmdeki kıyafetlerin onların gözünde başka bir anlamı var. Yapımı insanları yaralamadan sürdürmek için çok titiz ve özenli davrandık.
“Jin’in ormanında bir yol yok. Siz nereden yürürseniz yol orası oluyor. Jin de kendi yolunu oluşturuyor. O nedenle tam olarak bir geri dönüş hikayesi diyemeyiz. Film, yarattığı figüre hem eşlik ediyor hem de onu kollamaya çalışıyor.”
Politik anlamda hangi koşullarda çektiniz? |
Sinemada Kürt meselesi |
Reha Erdem, Jin’i bugüne kadar Kürt meselesi üzerine çekilmiş filmlerden ayrı tutuyor. Erdem, “Bu filmde kahraman yok. Kahramanın olduğu yerde bir cevap ve öneri olur. “Doğru olan budur” görüşü vardır. Jin taraftar bir film ama savaşın parçası olmadan taraf oluyor. Kahramanlı filmlerde beni en çok rahatsız eden silah fetişizmi. Sigara kapayıp silahı en güzel estetikle gösteriyor. Sinema bakışı olarak da seyirlik ürünler haline getirmenin zararları var” diyor. Peki bugüne kadar Kürt meselesi hangi filmler üzerinde tartışıldı? |
- O dönemde ortalık çok sıcaktı. Çatışmalar devam ediyordu. Ama yaşananlardan yola çıkıp uydurma şeylerden bir seyirlik ürün çıkarmadım. Bu filmde kahraman yok. Kahramanın olduğu yerde ‘doğru olan bir taraf’ olur. Jin taraflı değil tavrı olan bir film.
Filmin gösterimi tam da barış sürecine denk geldi. Bundan faydalandığınızı düşünenler olacak mı?- Ona varana kadar kim bilir daha neler söylenecek. Keşke gündeme uygun olabilecek şekilde iki ayda bir film yapabilsem! Ben başladığımda da bitirdiğimde de ortada henüz barış süreci yoktu. “Nasıl çıkaracağız filmi?” diye düşünüyorduk. Güzel bir şey oldu ve barış süreci başladı. Filmin çıkışının buna rastlaması iyi oldu. Umarım bu daha da iyi şeylere yol açar. Genelde filmlerimle ilgili konuşmam çünkü konuştuğumda filmi yaparken düşündüğüm şeyleri söylerim ve filmin üzerine yapışır. Ama bu film insanlara ümit versin istiyorum.
ÖNCE İNSAN!Filmde savaşın doğaya olan zararı da çok dikkat çekici. Bombardımanda korkan ve travmaya uğrayan ayılar veya taranan ağaçlar gibi...- Filmi çekerken özellikle doğaya en az zararı verecek yerleri seçtik. Tabii ormanda rastgele yürürken bile orayı etkiliyorsunuz. Koca koca uçakların tonlarca bombalar attığı ve silahların patladığı yerde ağaçlar, hayvanlar ve iklimler değişiyor. Özellikle yabancılar filmi bu açıdan gördü ama bizim çektiğimiz acılar o kadar büyük ki henüz o noktaya gelmedik. Önce insan. Filmin ‘Hayvanlara da yazık oluyor’ gibi bir meselesi yok. Tam tersine hayvanlar oradaki masum yaratıklar. Jin de onlarla aynı deliğe sığınıp aynı hizaya geliyor.
Karakterin doğayla ilişkisi Abdullah Öcalan’ın ‘demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum’ tahayyülünü akla getirmiş... Öcalan’ın manifestosunu okudunuz mu?
- Okumadım. Çekimler sırasında dağlarda yaşayanlara rastladık ve oralarda çok fazla hayvanla karşılaştıklarını biliyor ve duyuyorum. Ama ben hiçbir tezden yola çıkmadım.
Bir PKK üyesini sempatik göstermeye çalıştığınızı düşüneceklere ne diyeceksiniz?- Bu tepki benim hoşuma gider. Bu zamana kadar o elbisenin içinde hep şeytanlar olduğunu söylüyorlardı. Ben de, onun içinde insanlar var diyorum. Hatta daha ileriye gideyim. Onların içinde kandırılmış insanlar yok. Hayal kuran insanlar var. Bugün barış diye seviniyorsak onların sayesinde oluyor. Hele de kadınların çok büyük payı var. Bu arada sosyal medyada “Sen Beyaz Türk’sün, ne cüretle bu işe kalkışıyorsun” diye tepkiler de aldım. Film, zaafları olan bir gerilla figürüne odaklanıyor. Böyle bakınca mesele daha insanileşiyor. Öbür türlü propoganda filmi oluyor.
“Filmleri kategorize etmenin anlamı yok. Yalnızca ‘iyi’ veya ‘kötü’ film vardır. Adlandırmak zihnimizi kapatıyor. Ben, filmlerimi “3 milyon gişe yapsın!” amacıyla yapmıyorum. Diğerlerinden farkım o.”
Filmden nasıl bir geri dönüş bekliyorsunuz?- Genel olarak bir cevabı olanlar, az hayal kuranlar ve giriş-çıkışların kesin olmasını isteyenler benim filmlerimle daha az ilişki kuruyor. Bu meseleyi sadece lafta bilen veya yapanlar daha başka türlü tepki verebiliyor.
“Ancak hayal kuran insanlar dünya kurabiliyor. Hayal kuranlar da cevapları olan insanlar değil. Sosyal bilimlerle sanat açıklanamaz; “Kürt meselesi nedir? İşte cevap bu!” denemez. Her gerillanın altında başka bir kalp atıyor. O kalplere tek başına bakabilmek için gruptan ayrılan bir figürü işledim.”