Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Aralık 11, 2005 00:00
Çok klişe bir laf vardır, her ev bir dünya diye. Ama Naşit ailesini anlatmaya başlarken bunu söylemek şart. Onların evi her renkten bir dünya. İçinde Adile Naşit var bir kere. Kikirdemesiyle gözyaşı birbirine karışan süper kadın. Masalcı teyze, Ertem Eğilmez filmlerinde Münir Özkul’un karısı, Hababam Sınıfı’nın yufka yürekli hademesi. Abisi Selim Naşit, içinde fırtınalar kopan küçük rollerin büyük oyuncusu. Sahnede müthiş, mutfakta güzel börek yapıyor, iyi bir eş, sağlam bir abi, babalığı tartışılır. Bu evde bir de direk var elbette. Onların babası tuluat ustası komik-i şehir Naşit Bey. Onu tanımak büyük zevk. İşte size hastalık, ölüm, aşk, kıskançlık, tiyatro, aile ve hayatta kalma üstüne bir hikaye.
Tuluat ustası Naşit Bey 1928 yılının Ağustos ayında Şehzadebaşı Millet Tiyatrosu’nun üst katındaki dairesinde doğan ilk çocuğunun kulağına fısıldadı: ‘Senin adın Selim olsun’. Naşit Bey’in hayatta en çok istediği ikinci şey çocuk sahibi olmaktı. Birincisi sahnede insanları katıla katıla güldürmek. Tiyatrocu olmak istediğini hekim olan anne ve babasına anlatmakta güçlük çekmişti. Onu alelacele Baytar Mektebi’ne yazdırmış, hayvan doktoru olmasını beklemekteydiler. Daha çok beklerler! Naşit’in sürekli okulu kırıp tiyatro izlemeye gitmesi kısa zamanda babasının kulağına gitti. Naşit ‘Niye böyle yapıyorsun evlat’ sorusuna güzel cevaplar vermiş olacak ki babasını Muzika-ı Humayun’a gitme konusunda ikna etmişti. Naşit Bey saray tiyatrosunda kısa sürede dikkati çekmiş, adı ‘Sultan Hamid’i güldüren adam’a çıkmıştı. Bir gün bir temsilin ardından kulise gelen ustası Komik Abdi Efendi molla kuşağını ve takkesini çıkarmış Naşit Bey’e devretmişti. Artık komik-i şehir unvanı ona aitti. Kendi kumpanyasını kurmak için yola koyuldu.
AMELYA’YI FIRINCIYA KAPTIRMAMAK İÇİN
Tiyatro iyi gidiyordu ama 1917’de evlendiği Leman Hanım’la arası limoniydi. Akşam Langa’daki eve girerken ayakları geri geri gidiyordu. Çünkü çocuk istiyordu Naşit Bey ama olmuyordu. Ha tabii bir de kumpanyadaki Kemani Yorgi Efendi’nin kızı kantocu Amelya Hanım’a kafayı fena halde takmıştı. Amelya Hanım’ın ardı arkası kesilmeyen
talipleri çok canını sıkıyordu. Bir gece Amelya Hanım’ı istemeye fırıncının oğlunun geleceğini öğrendiğinde ipler koptu. Leman Hanım’dan ayrıldı ve Amelya Hanım’la evlendi. Amelya Hanım’la ilk çocukları Selim’den iki sene sonra kızları Adile dünyaya geldi. Evde herkesin neşesi yerindeydi. Çocuklar biraz büyüdüğünde fuaye koşuşturma ve oyun alanları oldu. Adile ve Selim’in favori karakterleri Surpik ve Haçik’ti. Babalarının bu karakterleri canlandırmasını sahne arkasından yüzlerce kez izlemiş, replikleri ezberlemişlerdi. Naşit Bey çocuklarının tiyatroya olan ilgisinden hem memnun oluyor hem de endişe duyuyordu. Çünkü tiyatro oyunculuğu geçinmek için iyi bir meslek değildi. ‘Selim hekim olacak ama bu maskara kız tiyatrocu olacaksa eğitimini görsün’ demişti bir keresinde. Bu söz Selim’i çok yaralamıştı.
PİYANGOCULUK AĞIR GELDİ
Selim’in sünneti çok şenlikli geçti. Zerdalili pilavlar, mezeler... Salonun ortasında Safiye Ayla ve Hamiyet Yüceses şarkı söylüyor. O gün ailenin son saadet günüydü bir bakıma. Çünkü Naşit Bey’in işleri çok kötü gidiyordu. Sağlığı da pek iyi değildi. Kumpanyayı kapatıp evde oturmaya başladığı bir sırada iki tanıdığı kapısını çaldı ve ona acayip bir teklifte bulundu. Bir Milli Piyango büfesi açmayı düşünüyorlar, başında da Naşit Bey gibi sevilen bir yüzün durmasını istiyorlardı. Normalde hemen geri çevireceği bu teklifi kabul etti. O kadar paraya sıkışıktı ki. Eve erzak lazım, bir de çocukların okul masrafı... Fakat bu iş Naşit Bey’in çok gururuna dokundu ve kısa sürede bıraktı. Tekrar tiyatro yapmaya başladı. Bir gece bir temsil sırasında kötü giden sağlığı hepten iflas etti. Sözcükler ağzından garip birer ses yığını olarak çıkıyor, sol tarafı titriyor, oyunun orta yerinde seyirciye boş boş bakmaya başlıyordu. 1942’de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırıldı. 3 ay sonra eve döndüğünde durumunda pek bir değişiklik yoktu. Fazla sessiz ama bir o kadar da sinirli biri olmuştu. Adile’nin kedileri Kısmet ve Pamuk’a dayanamıyor, pilavın tuzu fazla olsa kıyameti koparıyordu. Bir sabah tam Selim ona şehriyeli çorba içiriyorken öldü.
Selim ve Adile’nin tiyatro hayalleri Naşit Bey’in ölümüyle rafa kalkmıştı. Selim Dolapdere’de bir kaportacıda, Adile ise Kasımpaşa’da bir konfeksiyoncuda çalışmaya başladı. İkisi de ne kadar sıkılıyordu bu işlerden! Adile bir gün Şehir Tiyatroları’nda bir arkadaşını ziyarete gitmişti. O gün Ferih Egemen’le tanıştı. Egemen Adile’yi Şehir Tiyatroları kadrosuna aldırdı. Adile’nin istediği olmuştu ama Selim cephesinde işler karışıktı. Kaportacı ustası ‘Oğlum sen bu işten hiç anlamıyorsun, hadi hadi’ deyip Selim’i kovdu. Tam Selim bunu evdekilere nasıl söyleyeceğini düşünürken annesi patlıcan dolması ve topik yapıp lokantalara satmaya başladığını açıkladı o gece. Neyse ki aç kalmayacaklardı. Selim’in içi biraz olsun rahatlamıştı.
BÜCÜR BOYUNLA TİYATROCU OLAMAZSIN
Selim’in yoğun ısrarları sonunda Amelya Hanım iki çocuğunu alıp Muammer Karaca’nın karşısına dikildi bir sabah : ‘Bu çocuklar tiyatro yapma aşkıyla yanıp tutuşuyor. Yanınıza alın.’ ‘Ne demek’ dedi Karaca ‘Babaları Naşit benim eski dostumdu. Onun çocukları benim çocuklarım’. Adile, Şehir Tiyatrosu’ndaki uyduruk rollerden sonra Karaca’nın yanında gerçekten tiyatro yapmaya başladığını hissediyordu ki bir gün kulise gelen dönemin yıldızlarından Şevkiye May moralini fena bozdu:‘Ben senin ablan sayılırım Adileciğim. Sana bir nasihat. Bu çarpık bacakların ve bücür boyunla tiyatroda asla başarılı olamazsın. Yol yakınken dön.’ Şevkiye May kısa zaman sonra Adile Naşit’in Fuar Yıldızı oyunundaki muhteşem Düttürü Leyla tiplemesini görecek ve ondan bu sözleri için gelip özür dileyecekti.
BONFİLE EŞLİĞİNDE EVLENME TEKLİFİ
Karaca tiyarosunun diğer Naşit üyesi Selim hayatından memnun değildi. Muammer Bey Selim’i dekor boyamak, ışık tesisatını elden geçirmek gibi bin türlü işte kullanıyordu. Ama en kötüsü oyunlarda da hep figüran rollere uygun görülüyordu. Askerliğini bahane ederek Karaca Tiyatrosu’ndan ayrıldı. Bu dönemde Adile, Karaca Tiyatrosu’nun oyuncularından Ziya Keskiner’le bir aşk macerası yaşıyordu. Ziya Keskiner bir akşam tiyaro çıkışı onu yemeğe davet etti. Ağa Camii’ne gelmeden bir sokak önce Stadt Hamburg adlı restoranda Keskiner’e göre Alman bonfilesi, Adile’ye göre bildiğimiz kaşarlı köfte eşliğinde evlenmeye karar verdiler. Selim ise askerlik dönüşü bir süre Rasim Day’ın Ses Opereti’nde çalıştıktan sonra Adile ve Ziya eniştesinin ısrarıyla Muammer Karaca Tiyatrosu’na döndü. O yıl yani 1952’de iki güzel olay yaşadı Naşit ailesi. Selim bir arkadaş toplantısında tanıştığı Sotiriya’yla evlendi. İkinci güzel olay Adile Naşit’in oğlu Ahmet’in doğumuydu. Ahmet güzel gözlü, sol yanağında bir ben olan tatlı bir çocuktu.
Selim, Karaca tiyatrosundaki ikinci raundunda daha iyi rollere çıkmaya başlamıştı. Cibali Karakolu’ndaki Bekçi Rıza rolüyle fark edilir olmuştu. Fakat yine de mutsuzdu. Muammer Karaca’nın çok hırslı olduğunu, biraz parlayan insanların önünü kestiğini düşünüyordu. Bir akşam karısı Oya’yı (Sotiriya evlendikten sonra adını Oya olarak değiştirmişti) ve 4 yaşındaki oğlu Naşit’i de alıp Adile’lere yemeğe gitti. O gece Naşit Tiyatrosu’nu kurmaya karar verdiler. Ankara’da Güneş Sineması’nı kiraladılar ve 1961’de Naşit Tiyatrosu perdelerini açtı. Ama perdeler ne yazık ki 2 ay açık kalabildi. O dönemdeki ekonomik kriz seyirciyi eve tıkmıştı, tiyatronun kapısını çalan yoktu. Bundan sonra İstanbul’a dönüp Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nda çalışmaya başladılar. Orası gerçekten bir aile ortamı gibiydi. Kuliste hep ayrı bir eğlence vardı. Selim Naşit ve Gazanfer Özcan’ın bilgi yarışması görülmeye değerdi. Özcan sıkıştı mı hep aynı soruyu sorardı: ‘Tripanozoma gambiense nedir?’ Bütün kulis cevabı artık ezberleşmişti. Hep bir ağızdan bağırırlardı: ‘Uyku hastalığına yol açan kamçılı tek hücreli!’
DOĞUM GÜNÜNÜ HİÇ KUTLAMADI
1966 kötü bir yıl. Önce anneleri Amelya Hanım vefat etti. Ardından Adile’nin oğlu Ahmet kalbi delik olduğu için ameliyata alındı. Tam ameliyat başarılı geçti diye sevinirlerken komaya girdi ve uyanmadı. Adile Naşit aynı zamanda doğum günü olan 16 Haziran’a işte o sabah hastane kapısının önünde ‘Oğulcuğum’ diye ağlarken lanet etti ve bir daha hiç doğum günü kutlamadı. Ama çevresinde ‘Adoş’ diye pervane olan tiyatrocu arkadaşlarının da desteğiyle oyunculuk hayatına devam etti. Hatta kısa süre sonra Ertem Eğilmez’le çalışmaya başladı ve Arzu Film için art arda film çekti.
Arzu Film Adile’nin kariyerinde olduğu kadar aile yaşantısında da bir dönüm noktası. Çünkü özellikle 1976’da İşte Hayat filmiyle
Altın Portakal En iyi Kadın Oyuncu ödülünü aldıktan sonra Selim’le araları açıldı. Selim hem için için onu kıskanıyor hem de elinde imkanı olmasına rağmen abisine de benzer bir iş ayarlamadığı için kızıyordu. Halbuki Adile, Ertem Eğilmez’den defalarca Selim için bir rol istemiş, Eğilmez pek oralı olmamıştı.
SELİM EŞİNİ BULDU OĞLUNU KAYBETTİ
Selim Naşit, eşi Oya’nın bağırsak düğümlenmesi nedeniyle aniden ölmesinden sonra işinden, ailesinden, en çok da hayattan koptu. Tiyatroya gitmiyor, Adilelerle görüşmüyor, oğlu Naşit’i görmüyor, evden çıkmıyordu. Yalnız kalmaktan hem çok korkuyor hem de insan içine çıkmıyordu. Bir gün reklamcı bir arkadaşının vasıtasıyla kötü bir evlilikten yeni çıkmış tiyatrocu Peyker Usta’yla tanıştı. Onu ilk gördüğünde şöyle düşünmüştü: ‘Bu bir mucize!’ Kısa sürede hiç kimseyle paylaşmadığı fikirlerini ve duygularını paylaştı onunla. Hemen evlendiler. Peyker onu hayata döndürmüştü. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda sahneye çıkmaya bile başladı. Ama bu evlilikten hiç memnun olmayan biri vardı. Oğlu Naşit. Annesinin ölümünden kısa süre sonra babasının evlenmesine çok kızdı. Aralarındaki pamuk ipliğine bağlı ilişki hepten koptu.
1987’de kocası Ziya Keskiner’in ölümünden 5 sene sonra Adile Naşit’e bağırsak kanseri teşhisi kondu ve kısa süre sonra vefat etti. O dönemlerde gazetelerin ‘Kardeşler düşman oldu’ gibi yazılar yazmasına, son zamanlarda aralarının bozuk olmasına rağmen Selim ve Adile Naşit çok yakın iki kardeşti. Kimsenin bilmediği ve görmediği zamanlarda gülerek başlayan sohbetleri birbirlerine sarılıp ağlayarak sonlanırdı. Babalarına, annelerine, oğullarına, eşlerine ağlarlardı. Adile’nin ölümüyle gerçekten sarsıldı Selim Naşit. Ama tiyatroyu bırakmadı. 1990’larda Ahmet Uğurlu ve Levent Kırca tiyatrosunda çalıştı. Ferhan Şensoy’un ve Zeki-Metin’in TV dizilerinde rol aldı. Haluk Bilginer’in Histeri oyunundaki Doktor Abraham rolüyle Afife Jale en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı. 1998’de karaciğer kanserine yakalandıktan sonra Cem Yılmaz’ın Herşey Çok Güzel Olacak filmindeki rolü ise sondu. Öldüğü gün odasında eşi Peyker ve çok sevdiği baldızı Binnur vardı.