Güncelleme Tarihi:
Bu sıralamalarda önlerde olmak, yapılan araştırmaların, basılan makalelerin, ortaya çıkan tezlerin yüksek kalitesi ile doğrudan orantılı elbette. İnternet gibi bir ortamın olduğu bir dünyada izlenmenin de izlemenin de çok daha kolay olduğunun hepimiz farkındayız. Sadece dünya haberlerini değil, yayımlanan tüm makaleleri, konferansları, hatta konuşmacıların sunumlarını sanal alemde izlemek artık mümkün.
Ancak bütün bunlar internette ortak bir dil kullanmakla mümkün olabiliyor. 80’li yılların sonunda sessizce hayatımıza giren sanal ortam, bize farkında olmadan dil bilmenin önemini ya da vazgeçilmezliğini gösterdi. Elbette pek çok site Türkçe’ye çevriliyor. Hatta bir tuş ile istediğiniz makaleyi istediğiniz dilde okuma imkanı da buluyorsunuz. Ancak çoğumuz bu çevirilerin her zaman yetmediğinin farkındayız.
Günümüzde İngilizce artık dünya dili (Lingua Franca) konumunda. Geçen yüzyılın başında vazgeçilmez olan Fransızca popülerliğini kaybetmiş durumda. Bu durum internet ortamında da kendini gösteriyor. İngilizce’ye hakimseniz ilgi alanınızdaki kişilerle iletişim kurabiliyor, konferanslara katılabiliyor, gerçek ve sanal ortamlarda zorluk çekmeden yaşayabiliyorsunuz. İngilizce bilmek günümüzün “olmazsa olmazı”!
Ergenlikten sonra dil öğrenmek zorlaşıyor
Dil eğitiminin önemini vurgularken, bu eğitimin hangi aşamada verilmesi gerektiği konusu önem kazanıyor. İnsan beyninin en esnek olduğu, algılamanın, kodlamanın, dilin en etkin şekilde öğrenilebildiği yaşların çocukluk yaşları olduğunu bilimsel araştırmalar kanıtlıyor. Erken yaşta, hatta ilkokul çağlarında, anadilin yanında eş zamanlı öğrenilen dil, anadil kadar kusursuz ve aksansız olabiliyor. Kısaca, “Ne Kadar Erken, O Kadar İyi.” Bu kritik devre maalesef 12-13 yaşlarında, ergenlik ile sona eriyor. Bu dönemden sonra dil öğrenmek daha da zorlaşıyor.
Tüm bu bilgilere rağmen eğitim sistemimizde yoğun bir dil eğitiminin (dil hazırlık) değil ilkokulda, lisede bile verilmemesi önemli bir eksikliği gösteriyor. Yabancı bir dilin, müfredatın bir parçası olarak, matematik, coğrafya gibi haftada sadece belli saatlerde verilerek iyi öğrenilmesi, hele ileri yaşlarda, çok ama çok zor.
Boğaziçi Üniversitesi gibi eğitim dili İngilizce olan üniversitelerde ilk defa kayıt yaptıran öğrenciler İngilizce bilgisini kanıtlamadan esas sınıflarına başlayamıyorlar. Son yıllarda ortaya çıkan tabloda ilk defa kayıt yaptırmaya gelen öğrencinin ancak yüzde 10-12 kadarının İngilizce bilgisinin yeterli olduğu görülüyor. Geri kalan öğrenciler yoğun bir dil eğitiminin verildiği İngilizce hazırlık sınıfına devam etmek zorunda kalıyor.
Yüzde 40’ı bilmiyor ya da çok az biliyor
Bu öğrencilerin yüzde 40 kadarı ya hiç İngilizce bilmiyor ya da çok az biliyor. Sonrası hazırlık biriminde bir yıllık sıkı bir eğitim. Ancak, dil öğrenimi bir ömür boyu sürecek bir yolculuk. Hazırlık sınıfında oluşturulan altyapı sonraki yıllarda pekiştiriliyor ve öğrencilerin mezun olana kadar bu yolculukta önemli bir yol katetmeleri için çaba harcanıyor. Bu da, ders dilinin İngilizce olması ile mümkün oluyor.
Ömür boyu devam edecek bu süreci erken yaşta başlatmak herkesin avantajına değil mi? Dil devamlı yenileniyor, değişiyor, yani yaşayan bir olgu. Daha çok yeni olarak, 10-15 yıl önce hayatımıza giren cep telefonu ile kendi kendinin resmini çekmenin sadece bir aksiyon olmakla kalmadığını, “selfie” terimiyle Oxford sözlüğüne girdiğini gördük.
Sözlükler böyle kelimelerle dolu. Değişen dünyayı takip etmek sorumluluklarımız arasında. Yenilikleri dil haznemize katmak, kendimizi geliştirmek de görevimiz. Bilimde ileri gitmek için dünyayı takip etmeli, belki daha da önemlisi dünyanın bizi takip etmesini sağlamalıyız. Bu da ancak ortak bir dil kullanımıyla mümkün olabilir. Biliyoruz ki, dil bilgi ve becerisi bireyin ötekileşmesini önler. İletişim çağı ancak yabancı dil bilgisi olana imkanlar sağlar. Kısaca, yabancı dil bir ayrıcalık değil, gerekliliktir. Herkesi bu konuya gereken önemi vermeye davet ediyorum.