Güncelleme Tarihi:
Geçmişte yasadışı TİKKO örgütüne mensup olan ve örgüt adına adam öldürmek ve banka soymak suçlarından gıyabında 18 yıla mahkum edilen Mehmet Ümit Necef, kaçtığı ve akademik kariyer yaparak profesör olduğu Danimarka'da yıllar sonra yaptıklarından pişman olduğunu söyledi. ‘‘Ben Türkiye'deki şiddetin artmasına katkıda bulunan kişi, bir teröristim. Eğer tarihi bir mahkeme kurulursa ilk önce bizi, sonra hem 1970'li yıllarda gerçekleştirilen terörist hareketleri, hem de PKK'yı yargılamalıdır. İnsanlara zarar verdik. Ben çok şeyimi kaybettim’’ dedi.
1970'Lİ yıllarda TKP/ML TİKKO örgütü mensubu olarak, pek çok eyleme karışan Mehmet Ümit Necef, 12 Eylül'den önce Türkiye'den sahte pasaportla Almanya'ya kaçtı, oradan Danimarka'ya geçti ve Kopenhag Üniversitesi Kültür Sosyolojisi Enstitüsü'ne girdi. Enstitüyü bitirdikten sonra akademik kariyer yaparak profesör olan Necef, TKP/ML TİKKO örgütüne katılmış olmaktan utanç duyduğunu söyledi.
A.A.'nın aktardığına göre, bu çarpıcı itirafları, Danimarka'nın önde gelen gazetelerinden Weekendavisen'e açıklayan Necef, ‘‘Terörle birşeyleri elde etmenin ne kadar yanlış ve haksız olduğunun herkes tarafından bilinmesi gerekir. Terörizm hiçbir şekilde mazur gösterilemez’’ dedi.
Mehmet Ümit Necef, TİKKO adına 1970'li yıllarda çok sayıda eyleme karışmıştı. Örgüt içindeyken arkadaşlarıyla birlikte banka soymuş, polis ve jandarma karakollarına saldırmıştI. Ancak şimdi bunlardan pişmandı.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne kaydolduğunu, ancak öğrenciliğin ‘‘profesyonel devrimcilik’’ mesleğini sürdürebilmenin bir maskesi olduğunu ifade eden Necef, açıklamalarına şöyle devam ediyordu.
‘‘O dönem bizim düşüncelerimize göre toplum bastırılmıştı. Durumu halka göstermeyi amaçlıyorduk. Bunun için de karakollara saldırmayı, asker ve polis öldürmeyi, amacımızı gerçekleştirmenin tek yolu olarak görüyorduk, yanıldığımızı anladığımızda ise iş işten geçmişti.’’ Necef, 1974 yılında terör örgütlerinin polis tarafından dağıtıldığını belirterek, ‘‘Devlet bunu yaparken halktan büyük destek gördü. Toplumun bizi sevmediğini o zaman anladık. İnsanlar bizim saklandığımız yerleri polise bildirdi ve yakalanmamıza yardım etti’’ dedi.
Şubat 1973'te yakalandığını, 18 ay hapiste kaldığını bildiren Necef, daha sonraki süreci de şöyle anlattı:
‘‘Yaptığımız kesinlikle yanlıştı ve etkin değildi. Diğer insanların hayatlarını tehlikeye atmamalıydık. Onları öldürmemeliydik. Amacımızın, aracımızı yani öldürmeyi mazur göstereceğini düşünecek kadar çıldırmıştık. 1975 yılında şiddete ve silahlı mücadeleye olan inancım yıkılmıştı. Bundan dolayı, parti içinde şiddete karşı mücadele ettim, bir süre sonra kendi hayatımın tehlikede olduğunu hissetmeye başladım. Terörizme devam etmek isteyen örgüt arkadaşlarım bir şekilde benden kurtulmak istiyorlardı. Sonunda sahte bir pasaport temin ederek, Türkiye'den ayrıldım.’’
Kendisinin insan ölümüne neden olmadığını, tetik çekmediğini savunan Necef, ‘‘Sonu ölümle biten bazı kararlara katılmış olabilirim. Şükür ki kimseyi bizzat öldürmedim... Bütün bu olaylara katıldığım için çok üzgünüm ve bunun bedelini çok ağır ödedim. Üniversiteyi ve ailemi terkettim. Ülkemden ayrılmak zorunda kaldım. Hapse girdim. Zihnimde birçok yaralar açıldı. Ayrıca insanın kendine verdiği zarar hiçbir şey ile kıyaslanamaz’’ dedi.
Kopenhag'da temizlikçilik yaparak üniversite eğitimini tamamladığını belirten Necef, Türkiye özlemini bir türlü içinden atamadığını söylerken, fazla bir umudu olmadığını da şu sözlerle dile getirdi:
‘‘Hep, bir gün Türkiye'ye döneceğimi umut ederek yaşadım. İçimdeki Türkiye boşluğunu doldurmak amacıyla Yunanistan, İstanköy'e kadar gittim. Amacım uzaktan da olsa Türkiye'yi görebilmekti. Orada kendimi sanki Türk topraklarına ayak basıyormuş gibi hissettim. Çok heyacanlıydım, büyüleyiciydi, ancak yakalanırsam sonumun hapishane olacağını da biliyorum.’’
Mehmet Ümit Necef şimdi ‘‘Zaman makinem olsa ne yapardım?’’ diye kendi kendine soruyor. Cevabı ise şöyle: ‘‘Zamanı 1970 yılına geri götürebilseydim, demokrasi için, işçilerin ve fakirlerin yaşam şartlarını düzeltmek için çalışırdım...’’ Kendini terörün kucağına attığını, bunu yaparak Türkiye'deki demokratikleşme sürecini geciktirdiğini ve demokrasiye zarar verdiğini de düşünüyor. Terörle ilgili olarak ayrıca şu itiraflarda bulunuyor:
‘‘Bizim terörümüz, 1971 yılında askeri darbeye neden oldu. Terörist eylemler 1980 yılında başka bir askeri darbeyi yarattı. Ben Türkiye'deki şiddetin artmasına katkıda bulunan kişi, bir teröristim. Eğer tarihi bir mahkeme kurulursa ilk önce bizi, sonra hem 1970'li yıllarda gerçekleştirilen terörist hareketleri, hem de PKK'yı yargılamalıdır. Biz, Türk ulusunun karakterinin en dibindeki bölümü gün ışığına çıkardık, harekete geçirdik ve toplumu şiddete ittik. Artık terörle birşeyleri elde etmenin ne kadar yanlış ve haksız olduğunun herkes tarafından bilinmesi gerekir. Terörizm hiçbir şekilde mazur gösterilemez.’’
MEHMET ÜMİT NECEF KİMDİR?
Antalya'da 1952 yılında doğan Necef, ortaokulu Talas Amerikan Koleji'nde, liseyi Robert Kolej'de tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden uzaklaştırıldı. Robert Kolej'de Fikir Kulübü'ne üye olan Necef, Proleter Devrimci Aydınlık Dergisi'nde çalıştı. Yasadışı TKP/ML Halkın Birliği örgütüne ait ‘‘Proleter Birlik’’ ve ‘‘Halkın Birliği’’ adlı yayınların çıkarılmasına katkıda bulunan Necef, örgütsel eğitim için El-Fetih kampına gitti. Daha sonra TKP/ML örgütünün askeri kanadı olan TİKKO'ya katılan Necef, M. Adil Ovalıoğlu adlı kişiyi öldürmek suçundan 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul İş Bankası Suadiye ve Kadıköy şubelerinin soyulması olayına da karışan Necef, 1977 yılında illegal yollardan Danimarkaya gitti. Kopenhag Üniversitesi Kültür Sosyolojisi Enstitüsü'nü bitiren Necef'in 1991 yılında Türk vatandaşlığına yeniden kabul edilme isteği reddedildi.
Bir kız, bir sandık ve bir ceset
Sandık Cinayeti'ni, 15 Haziran 1972 tarihli Hürriyet, ‘‘Bir kız, bir sandık ve bir ceset’’ başlığıyla manşetten verdi. Aylarca kamuoyunun ilgisini üzerinde toplayan cinayetin öyküsü şöyle anlatılıyordu; ‘‘(...) 14 Haziran 1972 günü akşam saat 21.30'da bir sandıkla Paşabahçe'de sahilde bekleyen bir genç kız önce pek dikkati çekmemişti. (...) Yol kesen otomobilde genç kızın terslediği şoförle iki polis vardı. Polisler kıza sandıkta ne olduğunu sordular ve ‘kitaplarım var' cevabını aldılar. (...) Herkes donakalmıştı. Sandıkta bir ceset vardı.’’ Genç kızın adı Banu Ergüder. O zaman 21 yaşında, Boğaziçi Üniversitesi Temel Bilimler Bölümü Kimya Şubesi üçüncü sınıf öğrencisiydi. Öldürdüğünü söylediği, sandıktaki ceset ise Adil Ovalıoğlu’na aitti. Ergüder polisteki sorgusunda, Ovalıoğlu'nun kendisine tecavüz etmek istediği için başına lobutla vurduğunu, yere düşen tabancasıyla üç el ateş ederek öldürdüğünü söyledi. Ancak bu ifade Siyasi Şube polislerine inandırıcı gelmedi. Bu cinayet nedeniyle Banu Ergüder, Garbis Altınoğlu, Zuhal Aksoy ve Mehmet Ümit Necef, İstanbul 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılandılar. Kimileri idam, kimileri ömürboyu hapisle cezalandırıldı, Necef ise 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Babanın teslim ol çağrısı
Sandık Cinayeti'ne adı karışan Mehmet Ümit Necef'in babası Mehmet Necef, 27 haziran 1972 tarihinde oğluna şu mektubu yazmıştı:
‘‘ Sevgili oğlum Ümit
Sen hümanist çocuksun. İyiliksever, mert ve fedakarsın. Senin kurşun sıkacağına inanmıyorum (...) Hakkındaki ithamların tutarsız olduğunu ispat edecek güçtesin, buna inanıyorum. Hiç vakit kaybetmeden Türk adaletine teslim ol. Anlayışlı bir çocuksun. Baba-ana-kardeş edebiyatı yapmayı, senin için lüzumsuz görüyorum.’’