Güncelleme Tarihi:
Baykal, Başbakan'ın bugün yaptığı açıklamalar değininerek, "Söylenecek çok şey var ancak arif olan anlar. Çok üzüntüleriniz var biliyorum ancak hiç merak etmeyin o sıkıntılar biter, geldikleri gibi giderler. Son zamanlarda özellikle bu gün bir telaş içine girmiş. Telaş içinde, kızgınlık içinde ona buna saldırıyor. Söylenmedik laf bırakmıyor, niye olduğunu biliyoruz. Son zamanlarda yolsuzluk konusunda gelişmeler oldu, bu gelişmeler AKP iktidarının zirvelerine kadar uzandı. Bu açık şekilde ortaya çıktı. Onu gerekli yerlerde konuşacağız, bu iktidarın maskesi düşmüştür, yüzü ortaya çıkmıştır. Ne olduğu ortaya çıkmıştır, gereğini milletimiz sandıkta yapacak" dedi.
"BİR BAŞBAKAN'A YAKIŞMAYACAK İFADELER"
Avcılar Belediyesi'nde yaptığı açıklamada Baykal, "Bugün sayın Başbakan bir kez daha kontrolünü kaybetmiş asabı bozulmuş bir biçimde ortaya çıktı. Bir Başbakan'a yakışmayacak ifadelerle suçlamalar yaptı, meydan okudu. Kontrolünün kaybetmiş olmasının ardında ne yatıyor diye ister istemez düşünüyorum. Anlaşılıyor ki bunun altında yolsuzlukla ilgili ortaya çıkan gelişmelerin ve en son olarak Almanya'da Alman savcılığın başlattığı soruşturmanın ve iddianameninin AKP'yi ve sayın Başbakan'ı tedirgin ettiği gerçeğini görüyorum. Gerçekten de bu süreç Sabah ve ATV'nin alınışı ile başlamıştır. Bilindiği gibi ATV ve Sabah'a talip olan bazı firmalar garip bir şekilde tekliflerini çekmek, tekliften vazgeçmek noktasına gelmişlerdir. Bunun niçin böyle olduğu yine ileride tartışılması gereken bir konudur. Ve başka hiçbir talip olmadığı halde tek bir teklif üzerine Sabah ve ATV satışı gerçekleşmiştir. Teklif veren firma sayın Başbakan'ın genel müdürü olduğu firmadır. Rakip yoktur tek başına teklif vermiştir ve Sabah ve ATV'yi almıştır. Alınan bu iki medya kuruluşu iki kamu bankasından sağlanan çok özel kredilerle bu satışı gerçekleşmiştir. Bu krediler tartışmalıdır. İhale sürecinde teklif sahiplerinin çekilmesi tartışmalıdır. Bu tartışmalı süreç sonrasında bu medya kuruluşu sayın Başbakan'ın damadının genel müdürü olduğu firmanın ve sayın Başbakan'ın kontrolüne geçmiştir. Zaten bir süreden beri bir medya kuşatması sistematik olarak götürülmekteydi. Bu son alayla da belli bir noktaya çekilmiştir"
"AMA HİÇBİR İNANDIRICI GEREKÇE ORTAYA KOYAMAMIŞTIR"
"Tabii bu konulardaki tartışmalar Başbakanı ciddi olarak rahatsız etmiştir. Daha sonra Şaban Dişli, AKP'nin Genel Başkan Yardımcısı olan sayın Dişli, Cumhuriyet tarihinde ilk kez tam belgeli, somut bir yolsuzluk suçlaması içinde suç üstü yakalanmıştır. Bu tabi çok vahim bir olay olarak kamuoyumuzda büyük bir etki yaratmıştır. Medyla konuyu yakından izlemiştir. Şaban Dişli'nin bu yolsuzluğu bulunduğu noktadan güç alarak, belediye otoritelerini yönlendirerek kullandığı açıkca görülmüştür. Çok ağır bir tablo, uzun süre bu inkar edilmiştir. Dişli kendini savunmaya çalışmıştır. Ama hiçbir inandırıcı gerekçe ortaya koyamamıştır. Bunun üzerine bir süre olay unutturulmak istenmiştir. Ama kamuoyu sahip çıkmaya devam etmiştir. Sonra nihayet Sayın Dişli, Genel Başkan yardımcılığı ve parti yöneticiliğinden istifa ettirilerek bu konu kapatılmak istenmiştir. Kamuoyu bunu da kabul etmemiştir. Çünkü Genel Başkan Yardımcılığından istifa etmek zorunda kalmış olmasının altında bir yolsuzluk olayının bulunduğunun kabulu yakmaktadır. Ortada bir yolsuzluk olayı varsa, bunun yaptırımı sadece genel başkan yardımcılığından ayrılmak olamaz, vatandaş bir yolsuzluk yaparsa, tutuklanır. Ama bir genel başkan yardımcısı yolsuzluk yaparsa istifa eder kurtulur, böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değildir. Başbakan çıkıp ben onun millekvekiliğinden istifasını engeledim, bunu yaparak yargılanmasını engelleşmiştir"
"BU İDDİA ALMAN SAVCILIĞININ İDDİASIDIR"
"Uzun süreçten beri kamuoyu iddialarının AKP üst yönetiminin himayesi altında olduğu onların bilgisi ve desteğiyle bu işlerin götürüldüğü kanaati komuoyunda oturmaya başlamıştır. Tam bu noktada almanyadaki Deniz Feneri Derneği ile ilgili Alman Mahkemesi'nin savcılığının ortaya koyduğu iddiname kamuoyuna yansımıştır. İddinamenin tercümesini Alman savcı yeminli tercümanlara kendisi yaptırmıştır. Ve bu Almanca metin kadar geçerlidir diyerek bunu ortaya koymuşlardır. İddanamede iki temel iddia kendisini göstermektedir. Bir Türk hükümeti savcılığa, Alman savcılığına bu konuda çeşitli biçimlerde müdahale etmek ve tutuklanmış olanların tahliyesini sağlamak için, girişimlerde bulunulmuştur ifadesi iddanemedi yer alan bir ifadedir. Bu iddia Alman Savcılığını iddiasıdır. Alman savcılığı Türk hükümeti bize baskı yapmıştır demektedir. Nerede demektedir, falan kişiye verdiği mülakatta değil, resmi iddianamesinde bunu geçirmektedir. Bu önemli bir noktadır. Anlaşılıyor ki Türk hükümeti bu Deniz Feneri davasının Almanya'daki yürütülüş biçimiyle yakından ilgilidir. Ve ona müdühale etme ihtiyacı içindedir. Bu Alman savcısının iddiası ve tespitidir. İkinci temel nokta olarak, tutuklu bulunan iki kişinin Deniz Feneri Derneği'nin yöneticileri olarak görev yapmış olan iki kişinin, miktarı ifade edilmeyen belli bir miktar parayı, Türk hükümetinin başbakanına verilmek üzere, tutuklu bir başka sanığa vermiş olduğunu bir kişi ifade etmiştir. O tukuklu sanık da 'evet' ben aldım demiştir. İki Türk sanık, Türk Başbakanı'na verilmek üzere, bir meblayı ben götürdüm filan kişiye verdim demektedir. O kişi de evet ben bunu aldım demiştir. Veren kişinin bu ifadesi 7 kez ayrı ifade alınarak kontrol edilmiştir. 7 kez de evet ben başbakana verilmek üzere ben bu paraylı falan kişiye verdim demiştir. O kişi de evet ben aldım demiştir"
" BU İKİ DEĞERLENDİRMEYİ BİZİM ÖRTBAS ETMEYE HAKKIMIZ VAR MI?"
"O kişi AKP'ye yakınlığıyla bilinen bir kişidir. Sayın başbakanın Almanya'daki bütün faaliyetlerinde organizatör olan kişidir. AKP'nin üst yöneticilerinin çok yakın ilişki içinde olduğu evinde misafir kaldığı bir kişidir. Bunu herkes bilmektedir. Böyle bir kişi, "evet ben başbakana verilmek üzere ben bu parayı aldım" demiştir. Bu kimin iddasıdır, Türkiye'deki bir siyasetçinin, Türkiyedeki bir milletvekilinin yada Türkiye'deki bir gazetenin, bir basın mensubunun ifadesi değerlendirmesi değildir. Bu Almanya'da yürümekte olman bir dava dolayısıyla Alman savcılığının resmi iddianamesinde yer alan bir ifadedir. Ergenekon'da yığınla iddia var. O iddiaların her birisi Türkiye'de gazetelerde manşet oluyor, ekranlarda günlerce tekrar ediliyor. Kimsenin kılı kıpırdamıyor. Üstelik söyleyenin ne olduğu belli değil, söylenenin doğru olmadığı çok açık, öyle olduğu halde bunlar yer alıyor. Niçin, iddinamade yer alıyor diye. Peki Türkiye'deki Ergenekon iddinamesinde yer alıyor da Almanya'daki savcının iddianamesinde yer alan bu iki değerlendirmeyi bizim örtbas etmeye hakkımız var mı? Başbakan'a verilmiş olduğu söylenen para, Başbakan'a verilmiştir ya da verilmemiştir. Bu Başbakan'ın bileceği iştir. Başbakanın ifadesine başvurulur, o alıp almadığını söyler. Alsa da almasa da Almanya'da yolsuzluk yapmak amacıyla, güya bir iyi niyet kurumuymuş gibi ortaya çıkarak, oradaki Türk vatandaışlardan, onların temiz duyguları, dini dayanışma duyguları istismar edilerek toplanmış olan 41 milyon 600 bin Avro'nun bir kısmının kesinlikle bu amaçlarla ilgisi olmayan bir biçimde AKP'nin siyasi hedefleri doğrultusunda kullanıldığı ortaya çıkmıştır"
"ORTADA BİR YOLSUZLUK VARDIR"
"Bir televizyon kuruluşuna verildiği ortada, o televizyon kuruluşunun yayıncılığı ortadadır. AKP'yi destekleyen bir yayın organıdır. Ortada bir yolsuzluk vardır. Bu yolsuzluğun olmasına Başbakan karışmıştır. Zaten bir süreden beri Almanya'da vatandaşın dini duyguları, samimi hissiyatı istismar edilerek toplanan paralarla ilgili yaşanmış olan yolsuzlukları maalesef Türkiye'de yeterli şekilde soruşturulmamıştır. YİMPAŞ olayı bunlar ortadadır. Vatandaşın milyarlarca dolar, markı, Avro'su toplanmış ve Türkiye'de dolandırıcılara intikal ettirilmiştir. Bu sistem hangi siyasi anlayışın bir parçasıdır bunu vatandaşların takdirine bırakıyorum. Bu parayı alanlar bu yolsuzluğu yapanlar kimleri himaye etmektedirler, cenaze törenindeki fotoğraf hala vatandaşın gözü önündedir. Bakanlarla yan yana bu yolsuzluğu yapanların fotoğrafları daha dün basınımızda yer almıştır. Savcı iddianamesinde diyor ki hükümet bana bu dava dolayısıyla müdahale etti. Niye müdahele ediliyor, ortada bir yolsuzluk var. O yolsuzluktan kim yararlandı, hangi yayın organları yararlandı, hangi siyasetçi yararlandı. AKP'nin iç yüzü bu olaylarla ortaya çıkıyor, başbakan bunun tedirginliği içine girmiştir.
"RTÜK'ÜN BAŞINA KİM TAYİN ETTİ, GERÇEK AÇIK ORTADADIR"
"Bunun ezikliği içine girmiştir ve o yüzden de saldırganlığa yönelmiştir. Bana saldırıyor, birtakım başka kurumlara saldırıyor onun altında bu eziklik yatıyor. Türkiye'de her yayın organı bu gerçeği kamuoyuna yansıtmakla görevlidir. Almanya'da bir iddianame vardır bu iddianame herkesin elindedir, bu iddianamede bu sözler ifade edilmiştir. Bu sözleri Türk halkına duyurmak her gazetenin görevidir. Başbakan bu görev yerine getirildi diye kimseye kızmaya 'vay sen bana şöyle yapmıştın böyle yapmıştın' diye olayı çığrından çıkarmaya yetkili değildir. Her olay kendi içinde değerlendirilir. Ortada bir iddia var bu iddia Alman savcılığının iddiasıdır bu iddianın Türk kamuoyuna yansıtılması bir basın görevidir. Ha bunun cevabını başbakan verirse onun cevabı da hiç kuşku yok eminim Türkiye'de basınımız tarafından değerlendirilecektir. Başbakan çıksın cevabını söylesin hepimiz de öğrenelim. Bu kuruluşlar kimler tarafından himaye ediliyor, bu olaylar içinde yer alanları RTÜK'ün başına kim tayin etti, gerçek açık ortadadır. AKP'nin organize ettiği bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu gerçek ortaya çıkıyor bu gerçek ortaya çıkınca başbakan büyük tepki gösteriyor. Demokratik bir toplumun basın özgürlüğü anlayışını Başbakan içine sindirememiştir. Basının ne yazacağı ne yazmayacağına karar verme hakkı başbakanın elinde değildir. Herkes haber niteliği taşıyan her konuyu duyurur. Bu da haber niteliği taşıyan bir konudur. Bunun duyurulmasına değil duyurulmamış olmasına şaşmak gerekir. Ergenekonla ilgili olarak bu manşetleri çekenler şimdi Almanya'da savcının iddianamesi karşısında niye sessiz kalıyorlar sorulması gereken soru budur. O bakımdan başbakanın telaşı kendi tedirginliğini yansıtır çok açıktır"
"ERMENİSTAN ŞİMDİ TÜRKİYE'Yİ SOYKIRIMLA İTHAM ETMEKTEDİR"
"Onun dışında anlaşılıyor ki başbakanın dengesini bozan bir konu da Türkiye'nin Ermenistan politikasında bir kırıklık içine girmiş olmasıdır. Maalesef Türkiye başbakanın döneminde Ermenistan konusunda bugüne kadar gelmiş geçmiş cumhuriyet yönetimlerinin izlediği politikada bir resmi kırılma içine girmiştir. Bu politikanın altında şu yatıyor: Ermenistan Türkiye'nin sınırlarını tanımıyor, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tanımıyor, Ermenistan Türkiye'yi haksız bir biçimde soykırımla suçluyor ve bu konuda bir kampanya yapıyor. Bir süre önce terörist faaliyetleri himaye eden ve bizim pekçok diplomatımızın ölümüne yol açan kuruluşlara destek veren Ermenistan şimdi Türkiye'yi soykırımla itham etmektedir. BU haksız bir ithamdır, bu da kabul edilemez. Üç Ermenistan komşumuz kardeşimiz Azerbaycan'ın topraklarının onda birini işgal etmiştir. haksız bir işgaldir yukarı karabağ işgali. Bunun haksız bir işgal olduğunu Birleşmiş Milletler söylüyor ve uluslararası kuruluşlar söylüyor. Türkiye bu yanlışlar var olduğu sürece ben seninle ilişkimi kabul etmiyorum, sınırı kapatıyorum demişti. Şimdi bizim hükümet sen bizi soykırım yapmakla itham edebilirsin, sen Türkiye'nin sınırlarını ve toprak bütünlüğünü tanımayabilirsin, sen Azerbaycan'daki işgalini sürdürmeye devam edebilirsin ama ben seninle iyi ilişkiler kurmak istiyorum diyor ve en garip şekilde, en yukarı düzeyde Cumhurbaşkanını Azerbaycan'a gönderdik ...."
"CUMHURBAŞKANIMIZI ERMENİSTAN'A GÖNDERMEK ZORUNDA MIYDIK"
"Azerbaycan ile bizim aramızda daha başbakanlar düzeyinde temas yok, dışişleri bakanları düzeyinde temas yok, müsteşarlar düzeyinde doğru dürüst bir temas yok, şimdi Cumhurbaşkanını ordu teşvik etti diye oraya gönderiyoruz. Ee ne oldu şimdi gidildi bize dediler ki maç mühim değil buraya gelmek önemli değil. Ee ne istiyorsunuz, sınırları açın. Sınırları açmak için biz Cumhurbaşkanımızı Ermenistan'a göndermek zorunda mıydık? Bu yanlış bir politikadır. Eğer Türkiye bu konuda bir esneme politikası arayışı içine giriyor idi ise, bunun elbette karşılıklı bir esnemeyle sağlanması mümkün olabilirdi. Türkiye peki ala diyebilirdi ki Azerbaycan'da işgal ettiğin köylerin bir kısmından çık, 3 tanesinden çık, olmadı 2 tanesinden çık, olmadı hiç olmazsa bir tanesinden çık. Senin iyi niyet gösterdiğini hep beraber görelim somut bir adım at. Azerbaycan işgalindeki bir köyü boşalt. Bende bunun üzerine senle iyi ilişkiler kurma konusunda bende bir açılım gerçekleştireyim diyebilirdik. Bunu dahi demedik, bunu dememize de izin vermediler. Çünkü bize diyorlar ki sen aslansın sen kaplansın, sen büyüksün sen her şeyi kabul et. Yeter yani Türkiye'yle herkes oynamasın Türkiye'nin ciddi bir politikası var. Yıllardır izlediğimiz politika şimdi dışardan gelen desteklerin tümünü hazmeden, tümünün gereğini yapan, Türkiye'nin hukukunu bir kenara bırakan bir siyaset anlayışının bir sonucu olarak kırılmıştır. Şimdi bunu biz söyleyince tabi çok rahatsız oldu başbakan onun tedirginliği içinde. Yolsuzluk iddiaları Deniz Feneri ile ilgili Alman savcılığının tesbitleri, AKP'nin taa en kritik yerlerine kadar uzanan bağlantıları ortaya koydu. Bundan ciddi şekilde tedirgin oldu şimdi ona buna meydan okumaya ona buna saldırmaya yöneldi. Bu yollarla bir yere varamaz başbakan Türkiye çok böyle başbakan gördü bunlar geldi ve geçti, bu da geçer.
"BAŞBAKAN HERKESİ YILDIRABİLECEĞİNİ Mİ SANIYOR"
"Evet işte bu sözlerimden anlaşılıyor zaten gazeteler senin işine gelmeyen şeyleri yazdı diye o kuruluşla ilgili kavganı onun gerekçesi haline getiremezsin. Kavgan varsa o kavganı götür herkes iktidardan o talebini yapar. O talebin gereğini sen yerine getirirsin getirmezsin bu senin takdirine kalmış bir iştir. Sen bana talep yaptın ben o talebi kabul etmedim öyleyse sen benim aleyhimde hiçbir şey yazamazsın mı demek istiyorlar? Yani başbakanın aleyhinde hiçbir şey yazamayacaklar mı artık? Yani başbakandan bir şey istediler başbakan reddetti ondan sonra başbakan aleyhinde hiçbir şey söylemeyecek öyle şey olur mu? Haber bu haber Almanya'da iddianameye girmiş herhalde yazacaklar. Yeterince kamuoyuna göstererek yazmamaları, yazamamaları asıl onlardan sorulması gereken konudur. Başbakan herkesi yıldırabileceğini mi sanıyor. Bu söylemlerle bu baskılarla basını susturabileceğini mi sanıyor? Öyle bir şey olmaz kimseyi yıldıramaz başbakan. Çünkü başbakan hesabını vermemiştir. Bakın bütün bu olayların altında yatan temel konu milletvekili dokunulmazlığının kalkmamış olmasıdır. Başbakanın dokunulmazlığı var, başbakan çıkarsın o dokunulmazlığı öyle gelsin. Geçenlende söyledim dokunulmazlıklar ile ilgili anayasa maddesini değiştir diyoruz değiştirmeyorsun, milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldır diyoruz kaldırmıyorsun Bak şimdi sana son bir öneri yapıyorum o öneriyi yapıyorum; Sadece Başbakan Erdoğan ile ana muhalefet partisi başkanı Deniz Baykal'ın dokunulmazlıkları kaldırılsın. Neden kaçıyor başbakan bundan verilemeyecek hesabı mı var? Verilemeyecek hesabı varsa ona buna nasıl meydan okumaya kalkıyor? Yaşar görürüz başbakan biliyor onun için kaldırmıyor"