Güncelleme Tarihi:
|
Hurriyet.com.tr Ankara temsilcisi Metehan Demir, bakanlığın açıklaması üzerine o anneye ulaştı. Kızını trafik kazasında kaybettikten sonra kızının ölümüne neden olan gencin serbest kalmasına isyan eden annenin iddiaları bu defa vahim.
İşte o anne anlattı…
Bazen gazetecilik dayanılması en zor mesleklerden biri haline gelir. Hele söz konusu çocuğunu kaybetmiş bir ailenin acısının tam ortasına düştüğünüz bir durum ise çok daha büyük bir üzüntüyü onlarla yaşarsınız. Son olarak bugün Vatan gazetesinde yer alan ve neredeyse bir haftadır gündemde olan bir annenin, Adalet Bakanlığı'nda başına gelenler kafaları çok karıştırıyor.
Bugün, Vatan gazetesi'nde yer alan, 'Adalet istedim, dayak yedim' başlıklı haberde, kızı Sinem'i emniyet şeridinde ezip ölümüne sebep olan Faruk Kalkavan'ın 3.5 ayda serbest kalması ile yıkılan Anne Neşe Yalçın'ın adalet aramak için geldiği Adalet Bakanlığı'nda başına gelenler anlatılıyordu. Acılı Anne aynen şunları söylüyordu: 'Müsteşar Bey beni dinlerken Kalkavan ailesinden biri gelince tavrı değişti. Gitmemi istedi. Ben konuşmak için ısrar edince, 'Bu kadını dışarı atın' dedi. Beni sürükleyerek çıkardılar. Dışarıda koluma ve dizime copla vurdular.'
Annenin sözleri böyle idi.
Ancak, Adalet Bakanlığı'ndan gelen resmi açıklama, bu iddiaları tamamı ile ve kesin bir dille reddediyordu. Anne'ye kötü bir muamelenin söz konusu olmadığı hatta üzüntüsünden kontrol dışı hareketlerde bulunması üzerine ambulansın da bakanlık tarafından çağrıldığı belirtiliyordu. Anne Neşe Yalçın'ın sürüklenirken götürüldüğünü gösteren fotoğraflar olmasına rağmen, kendisine kötü bir muamelenin olmadığının kamera kayıtları ile de sabit olduğu iddia ediliyordu.
'Ortada acılı bir anne mi, yoksa gerçekten olanları abartan ve saptıran bir anne mi var' kaynaklı bir gazetecilik endişesi ile Neşe Yalçın'ı aradım.
Önce telefona eşi Sinan Yalçın çıktı. O da hala çok üzüntülüydü ve eşine yapılanlara isyan ediyordu. Kısa süre sonra da acılı anne Neşe Yalçın telefona geldi.
Uzun uzun konuştuk. Hıçkırıklar içinde bir kadın kızının acısı ile hala ağlıyor ve Adalet Bakanlığı'nda başına gelenleri kabullenemiyordu.
Ankara Büromuzdan Zeynep Gürcanlı ile duyduklarımızı satır satır not aldık. Bakın kızını bir arabanın çarpması sonucu kaybeden anne Neşe Yalçın neler anlattı. Noktasına, virgülüne dokunmadan işte o sözleri…
"MERDİVENLERDEN SÜRÜKLEDİLER, COPLA VURDULAR"
"KIZIMI VE KIZKARDEŞİMİ DE İTEKLEYEREK, BAKANLIKTAN ATTILAR"
'Bakanlığa gittiğimde, kızımın öldüğünü, mağdur olduğumu söyledim. Aslında vatandaşları almıyorlarmış. Ancak benim durumumu duyunca ilgilendiler. Kapıdaki güvenlik görevlileri, "başınız sağolsun" diyerek, beni Bakan özel kalemine aldılar. Bakan özel kalemi de bana çok iyi davrandı. Ancak, bakanın bir açılış için dışarıda olduğunu, dolayısıyla çok beklemem gerekebileceğini söyledi. "Ancak size bir iyilik yapayım, sizi Müsteşarımızla görüştüreyim" dedi.
Beni, Müsteşarın odasına götürdü. Müsteşarın odasında, sekreterin dışında, birkaç kişi daha vardı. Oradaki sohbetten, onların sorunlarını anlatmak için gelen hakim ve savcılar olduğunu anladım. Müsteşarın sekreteri, önce onları içeri aldı. Onlar içerde, müsteşarın yanındayken, ben sekreterle dertleştim. Karşılıklı ağladık. Hatta benimle birlikte olan küçük kızım da çok ağlayınca, sekreter onu lavaboya, yüzünü yıkaması için götürdü.
O arada, Müsteşarın yanındakilerin toplantısı bitti, dışarı çıktılar ve odadan ayrıldılar. Tam bu sırada bir telefon çaldı. Sekreter, lavaboda olduğundan, telefonu odacı açtı. Odacı, sekreterin yerinde olmadığını, az sonra geleceğini söyledi. Birkaç dakika sonra, kapıda bir adam belirdi. Adam geldiğinde, kendisini tanıdım; Kalkavan ailesinden biriydi. Kendisini tanıdım. Çünkü kızımın ölümünden 10-15 gün sonra aile olarak bize başsağlığına gelmişlerdi. Gelen Kalkavan'lar arasında, bu şahıs da vardı.
Bu arada, sekreter lavabodan döndü, Müsteşar da kendi odasının kapısını açtı. Müsteşar, gelen o şahsı kendi odasına aldı. Ardından da sekreter beni, Müsteşarın odasına aldı.
Müsteşar bana önce "başınız sağolsun, acınızı paylaşıyoruz" dedi. Ancak tam o sırada bir telefon çaldı. Müsteşar telefona baktı ve "tabii bakanım, emredersiniz bakanım" dedi. Ardından da bana dönüp, "sizinle görüşmeyeceğim" dedi.
Ben, "bana bu kadar iyi davrandınız, neden şimdi böyle yapıyorsunuz? Neden görüşmüyorsunuz?" dedim.
Bana, "sus terbiyesiz kadın" diye bağırdı. Ardından önce Kalkavan'a dönerek, "sizinle bir üst kata çıkalım" dedi, ardından da sekreterine dönerek, "çağırın güvenliği, atın bu kadını dışarı" talimatı verdi.
BİRDEN ŞİDDET BAŞLADI
7-8 polis birkaç dakika içinde geldiler. Kimi kolumdan, kimi bacağımdan tutarak, beni önce odadan çıkardılar, ardından da sürükleyerek merdivenlerden indirdiler.
Merdivenlerden sürüklenirken, başım, belim, bacaklarım, kollarım sürekli merdivenlere çarptı. Bu arada, bir-iki tanesi, bacaklarıma ve kollarıma da copla vurdu.
Benim merdivenlerden nasıl indirildiğime tüm bakanlık personeli şahit.
Çünkü sesleri duyanlar, odalarının kapılarına çıktılar, ne oluyor diye. Ancak bir yandan güvenlikçiler beni indirirken, diğer yandan da kapıya çıkanları "içeri girin" diye uyardılar.
Ancak, copla vurmaya başladıklarında, polislerden bir tanesi "ben yapamayacağım. Bu kadının kızı ölmüş, üzüntülü. Bu insanlığa sığmaz" dedi.
Benimle birlikte olan 23 yaşımdaki küçük kızım Didem ve kızkardeşimi de, itekleyerek merdivenlerden indirdiler. Hepimizi dışarı attılar.
Bahçeye varmıştık ki, biri "Müsteşar Bey, bahçede de bulunmalarını istemiyor" dedi. Bizi yine ite kaka, bahçenin dışına çıkardılar.
Kız kardeşim telefonuyla, Gazi Üniversitesi'nden bir ambulans çağırdı. Ambulansa binip, hastaneye gittik. Onun ambulansı çağırdığı telefonunun kayıtlarından bulunabilir.
Ancak arkamızdan iki tane güvenlik görevlisi göndermişler. Güvenlik görevlileri "Bunları tedavi ettirmeyin" talimatını iletmişler hastaneye. Bunun üzerine, biz de Mesa hastanesine gittik tedavi için.
Doktor bana, kırığımın olmadığını söyledi. Ancak merdivenlerden sürüklenirken olan yara, bere ve morlukları görünce, MR çekelim önerisini yaptı. Ancak ben, "biz buralı değiliz. İstanbul'a gidince MR çektiririm" dedim. O da, "ihmal etmeyin, büyük bir sıkıntı çıkarabilir bu yaralar" dedi.
AİHM'E GİDECEĞİM
Ben, şikayet için, durumu anlatmak için Avrupa Birliği'ne, AİHM'e gideceğim. Orada bana nasıl muamele edildiğini de belgeleyeceğim. Tüm görüntüler elimde. Bunları ispatlayabilirim. Bu belgelerle de, böyle kızını kaybetmiş, mağdur bir anneye nasıl davranılması gerektiğini getirip, bizimkilere de göstereceğim.
Ben Türkiye'yi şikayet etmem. Ama, bu yönetimi, bana böyle davranan yönetimi şikayet edeceğim.
Tehditler almaya başladım. Beni isterlerse tutuklasınlar. Ben ölürsem hiç önemli değil. Bir önce kızıma kavuşmuş olurum. Ben zaten her gün ölüp ölüp diriliyorum.
Kızım kazadan sonra 6 saat yaşadı. Şuuru yerindeydi. Bana sürekli, "anne beni kurtar" diye yalvardı. Olay yerinde ölseydi, bu 6 saati yaşamasaydı ve bana sürekli yalvarmasaydı, belki daha az mücadele ederdim. Ancak sesi hala kulaklarımda. Her an sesi kulaklarımda…''
İşte böyle…Annenin söyledikleri ortada. Ama öte yandan Adalet Bakanlığı da bu ülkenin en saygın ve güvenilir kurumlarından biri kimliği ile iddiaları reddediyor.
Takdir sizin…