Mezarlıkta Fatiha’yı ihmal etmeyin

Güncelleme Tarihi:

Mezarlıkta Fatiha’yı ihmal etmeyin
Oluşturulma Tarihi: Eylül 20, 2007 00:00

En yakın mezarlığı ziyaret ediniz. Mezarlar arasında bir dolaşın. Ne bir ses, ne bir hareket, ne bir şikáyet ne de bir kahkaha sesi duyamazsınız. Suskundurlar, konuşamazlar. Yaşadıklarını anlamazlar.

Mezar taşlarına bakınız. Sessizliği sadece onlar bozar. Sanki konuşurlar. İçerideki hakkında bilgi verir gibiler. Kimi eski, kırık dökük; kimi görkemli, kimi yazısız, kimi yazılı.

Yanlarına gidip, "Sen neler gördün, neler işittin, bana anlatır mısın?" deseniz, susarlar. Dile gelseler, belki kıyamet gibi hikáye anlatacaklardır. Ama suskundurlar, belki görüp duydukları da kendileri gibi sert ve acımasız olduğu için...

Kimi genç, kimi yaşlı, kimi çocuk, kimi kadın, kimi erkek olan konuklarının bekçiliğini yapan birer ábide gibiler. Belki de her mezar taşı, kontrol etmek isteyenler için bir nüfus cüzdanı, bir geçiş belgesi gibidir. Hepsi aynı yöne bakar, saf saf namaza durur gibi...

Sanki mahşerde kalkıldığında sahibiyle beraber yerine yürümek ister gibiler.

Öylesine, sabır ve dikkatle bekleyip dururlar.

Mezar taşlarını okuyunuz. Hepsinde "El Fatiha" yazar. Yani, "Buradan geçerken Fatiha’yı ihmal etmeyiniz, bir Fatiha okumayı çok görmeyiniz, hediye ediniz" der gibiler.

Aslında bu, ölen ile ölecek arasındaki irtibatı ne kadar da diri tutuyor, değil mi?

Hangi mezar Fatihasız kalmak ister ki?

Acaba ölülere Fatiha veya Kur’án okunmaz diyenler, Fatihasız kalmak ister mi?

Mezar taşlarına "Buradaki Fatihasız" yazılsın isterler mi?

Peygamber Efendimiz, "Mezarları ziyaret ediniz. Bu size ahireti hatırlatır!" buyurmuştur. Burada Allah Resulü, ölümle aramıza aşılmaz bariyerler koymamamızı tavsiye ediyor. Çünkü insan ölümü kovalamasa da, ölüm onu kovalar. Hiç hazır olmadığı, hazırlanmadığı, kendini çok da dinç ve güçlü hissettiği bir anda geliverir.

Halbuki ne kadar çok planımız, projemiz vardır!

Daha neler neler yapacağızdır!

İşyerleri açacak, milletvekili olacak, daha büyük makamlara geleceğizdir!

Ama bizim dışımızda çizilen proje, bütün hesaplarımızı alt üst eder.

Ansızın... Hiç beklenmedik bir anda...

Adını koymuşuzdur: Kalp krizi, trafik kazası, hastalık, yüksek tansiyon...

* * *

Mezar taşları ve ölüm hakkındaki bu satırlar, bizi bohem bir hayatın karamsar bekçileri haline getirmemelidir elbette. Anlatmaya çalıştığımız, önümüzde kaçınılmaz bir son olduğu ve bu sona erkenden hazırlanmak şuuruna ermemiz gerektiğidir.

Peki bunu nasıl sağlayacağız?

Korkulan şeye nasıl alışacağız?

Ölümü hiç düşünmemek, daha akıllıca bir çözüm olmaz mı?

Ölüm konusunun konuşulduğu yerlerden kaçmak, taziye ilanlarını okumamak bir çözüm olamaz mı?

Mezarlık olmayan bir semtte oturulamaz mı?

Ölümü hatırlattığı için hastanelerden, camilerden uzak durulamaz mı?

Fantezi gibi gelen bu satırlar elbette mümkün değil. Gündelik hayatın içinde var olan ve kaçınılmaz şeyler bunlar.

Uzak durmak belki geçici olarak insanda bir rahatlık hissi uyandırabilir ama doğru bir çözüm olur mu?

Bu soruya kimsenin "Evet" diyeceğini sanmıyorum.

Peki çözüm nedir?

Çözüm ölümü öldürmektir. Ölümü yenmek, belki onu sevmektir.

Ölümü sevmek mümkün mü peki?

Bu nasıl da zor, değil mi?

Haydi, "Eevet" diyelim ama arkası var: "Ölümü nasıl severiz?"

Yüce Allah’ı severek, O’ndan kaçmayarak, O’na sığınarak, O’na varmayı hayatın gayesi kılarak...

Bazı sahabenin ölüm anındaki son sözleri bu konuda bize yardımcı olacaktır.

Biri, "Oh, ne güzel, ne güzel! Bu gece Muhammed (asm) ve arkadaşlarına varmak var!" derken, bir başkası "Selam sana ey ölüm! Ey uzaktaki yakına hoş geldin!" diyebilmekte. Bir başkası da "Yarabbi! Bugüne kadar Sana varmaktan korkuyordum. Hayatı da sıcak günlerde oruç tutabilmek, soğuk gecelerde namaz kılabilmek için seviyordum. Ama şahid ol yarab! Bugün seni özlüyorum!" diyebilmekteydi.

Hz. Mevlana ölüm gecesine "Şeb-i aruz" yani "Düğün gecesi" demişti... Saadet asrındaki mesajın ne kadar güzel anlaşıldığının çok önemli bir delili...

Not: Sevgili okurlarım her akşam saat 17.30’da iftar ve 03.00’te de sahur programıyla STAR TV’deki programlarımız devam etmekte. Bilgilerinize sunulur...

"Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor."(Nahl 90)

Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki:

"Adil bir hükümdarın, adil bir emirin, adil bir yöneticinin bir günlük adaleti, sürekli günlerini ibadetle geçirip 60 yıl bu şekilde ibadet eden bir kişinin 60 yıllık ibadetinden Allah indinde daha hayırlıdır."
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!