Güncelleme Tarihi:
Müslüm Gürses’in ölüm haberini aldığımda Wagner’in Tannhauser’ini dinliyordum.
Placido Domingo söylüyordu.
Elizabeth’i Cherly Studer, Venüs’ü ise çok sevdiğim Agnes Baltsa söylüyordu.
İşte o an, görünmeyen bir el; yukarı doğru yükselen ağlama hissimi jiletlemeye başladı.
Tannhauser’ın lirik coşkusu mu;
Yoksa Mezopotamya varoşundan gelen hüzünlü bir adamın sessiz vedası mı?
Ne fark eder ki…
Sonra düşündüm.
Ben mi Tannhauser’dan o adama gittim;
Yoksa biz; hep birlikte mi oraya gittik..
Kim kimin seviyesine çıktı…
Xxx
Boğazıma takılmış o hüzünle düşündüm.
En entellektüelimizle, en garibanımızı birlikte ağlatmayı nasıl başardı bu insan?
Nasıl hepimize sevdirdi kendini…
Ne oldu da, nasıl oldu da, o en arabesk hüzünü, en snobumuzun bile ruhuna, en sahici duygu olarak yerleştirmeyi başardı…
Ne yaptı da, en ukalamızın bile Jazz’ı; Blues’u oldu.
Xxx
Sonra şairlerimiz onu bize anlatmaya başladı.
Murathan Mungan, Ahmet Güntan, Tuna Kiremitçi, Barış Pirhasan…
Mr. Tambourine man’i öylesine biz’leştirdi ki…
“Aşk tesadüfleri sever” hepimizin iPod’larının başeseri oldu.
Yalnız gecelerimizin, birlikte gecelerimizin ilk yardım çantası gibi;
Gecelerimizi kurtardı.
Bazen hüzünlü ayrılıkları hatırlattı…
Hıçkıra hıçkıra ağlattı.
Bazen, ne kadar aşık olduğumuzu anladık, ne kadar sevdiğimize yemin ettirdi bizi.
Yine ağlattı…
Aşk tesadüfleri sever derken, aslında aşkın hiç te tesadüf olmadığını anlatıyordu.
Bir hayat boyu birbirimizi aradığımızı, birbirimizi bulduğumuzu, birbirimizi hak ettiğimizi öğretti..
Evet bunların hepsini Mezopotamya varoşundan gelen bu hüzünlü adam yaptı.
Bize; Tannhauser’i dinlerken, antrakta çıkıp, içimizdeki en güzel arabeski okudu. .
Xxx
Sonunda O değil, biz onun seviyesine çıktık…
En garibanların Müslüm Baba’sı olarak yola çıktı.
Hepimizin Müslüm Gürses’i olarak veda ediyor.
Arkasında hepimizin ta şurasında, jiletlenmiş bir hüznün en jazz halini bırakarak…
Hicran yarasını en sahici dövme olarak…
İşte öyle gidiyor.