Yaraları saralım adımları atalım

Güncelleme Tarihi:

Yaraları saralım adımları atalım
Oluşturulma Tarihi: Ocak 21, 2013 00:00

Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış geçen hafta yılın ilk resmi ziyaretini yaptığı İsveç’te, belki de müzakere fasıllarına dair sorulardan çok İmralı sürecine dair sorularla karşılaştı.

Haberin Devamı

Zira Kürt sorununun özellikle kültürel haklar boyutu müzakere sürecinin önemli bir parçası. Tam da bu nedenle Bağış, kabinede süreci en yakın takip eden ve 4. Yargı Reformu Paketi’ne en büyük desteği veren bakanlardan. Süreç için özetle, “Yaraları saralım, adımları atalım” diyor.

ARAP ÜLKELERİNDEN EN BÜYÜK FARKIMIZ AB SÜRECİDİR
Zaman zaman hükümetten AB hedefine alternatif olarak algılanan açıklamalar geliyor. İki tarafın da çok hevesli olduğu bir dönem değil. Süreçte bir kopma yaşanır mı?
Türkiye AB üyesi olur, olmaz ama süreç devam etmeli. ‘AB krizde battı gidiyor’ intibası doğru değil. Kişi başına düşen milli gelirde hâlâ herkesin önünde. Avrupa Birliği, Şanghay Beşlisi’nin de alternatifi değil, Avrasya Birliği’nin de alternatifi değil, D8’in de. Hiçbirine karşı da değil. Ama AB süreci Türkiye’nin kendi standartlarını yükseltme süreci. Bizim bölgede ilham kaynağı olma yapımızı güçlendiren de AB sürecidir. AK Parti’nin son 10 yılda ortaya koyduğu başarı Arap Baharı’nı tetikleyen şeylerden biri. Onlardan en büyük farkımız ne? Reform adımlarını attığımız AB süreci. Aslında Türkiye’nin AB sürecini engellemeye çalışan Avrupalılar yüz milyonlarca Ortadoğuluya ve onların hayallerine de zarar veriyorlar.
? Şöyle bir eleştiri var; Türkiye daha önce yaptığı reformlarla Arap ayaklanmalarına esin kaynağı olmuş olabilir ama son yıllarda içeride bu durumla çelişen bir muhafazakârlaşma, otoriterleşme var. Siz de Avrupa’da benzer eleştirilerle eminim karşılaşıyorsunuz. Bu algının kökeninde ne var düşündünüz mü?
Türkiye demokratikleşme yolunda o kadar hızlı ilerledi ki herkes Türkiye’nin bir İsveç, bir Almanya, bir Hollanda gibi olmasını bekliyor. Ama Türkiye’nin o ülkelerden bir farkı var; Türkiye’de kanayan bir terör yarası var. Bu bahsettiğiniz eleştirilerden en büyüğü tutuklu gazeteciler. CPJ’in raporunda bile tutuklu gazetecilerin yüzde 75’inin KCK’dan yargılandığı belirtiliyor. Terörü desteklemek, terörün propagandasını yapmakla itham ediliyorlar. Ben suçlular ya da suçsuzlar demiyorum. Ama ben de yargılandım, Türkiye’de yargının çok ciddi bir yorumlama sorunu olduğunu biliyoruz. Onun için de bugüne kadar üç tane yargı paketi geçirdik, dördüncüsü üzerinde çalışıyoruz.

SİLAH BIRAKMA SÜRECİ 4. PAKETİ ETKİLEYEBİLİR 
Burada sorun tam da Terörle Mücadele Yasası’nın kapsamında değil mi? Bu kapsam öyle geniş ki içine genelkurmay başkanı da, gazeteci de, dağdakiler de giriyor. Dördüncü yargı paketi sorunu çözecek mi?
Olması için çabalarımız sürüyor ama tabii şu anda Türkiye’de PKK’nın silah bırakmasına yönelik olarak başlatılan sürecin nasıl ilerleyeceği de bu paketin içeriğinin oluşmasında çok önemli bir rol oynayacak. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde olduğu gibi Türkiye terör belasından kurtulursa, demokratikleşme ve şeffaflaşma adımlarının atılması çok daha kolaylaşacaktır.
? O halde yeniden Bakanlar Kurulu’na geldiğinde İmralı sürecine paralel bazı gelişmelerin de pakete eklenmiş olmasını bekleyebilir miyiz?
Ülkedeki atmosferin olumlu yönde etkilenmesi açısından tabii ki hepsi birbiriyle bağlantılı diyebiliriz. Eğer o süreçte PKK silah bırakırsa, o zaman bir takım kültürel haklar konusunda adımların atılması için teşvik edici olacaktır. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinden bahsederken şunu kastettim, bunu konuştuğum BDP’li siyasetçilere de söylüyorum; insan sabah kalktığında ilk iş yüzünü yıkar, duşunu alır, dişini fırçalar, giyinir. Ama kalktığında kanayan yarası olduğunu fark ederse diş fırçalamakla vakit kaybetmeden yarayı sarar, kanamayı durdurmaya çalışır. Türkiye’nin bugün kanayan yarası terör, bunu sarıp tedavi ettikten sonra çok daha kritik adımları, imajını düzeltecek, halkının kendini daha rahat ifade edebilmesine yönelik adımları atabilecektir.

BAŞKA ÜLKELERDEN BİR ŞEY TALEP EDİLECEKSE DE MİT YAPAR
Geçen hafta İsveç’teydiniz. İsveç makamları görüşme sürecine destek vermek için ne gerekiyorsa yapabileceklerini söyledi. Kuzey Irak’taki liderlik kadrosunun Avrupa’daki 3. ülkelere gönderilmesi gündemde mi?

Şu anda MİT Müsteşarlığımız ve ilgili birimlerimiz bu süreci yürütüyorlar. Zaten paylaşılması gerekenler kamuoyumuzla paylaşılıyor. Paylaşılmayan kısmı ise uygulamada kendini gösterecek.

Sizin AB Bakanı olarak hiç mi siyasi beklentileriniz yok Avrupa ülkelerinden?
PKK’ya silah bıraktırma sürecinde muhatap devletin istihbarat birimi. Şu anda bütün çalışmaları devletin istihbarat kurumu yürütüyor. Bu görüşmeleri herhalde Orman Bakanlığı’nın yapması beklenmez. Bu süreçte bizden bir şey istenirse tabii ki AB bakanlığı olarak onlara her türlü desteği veririz. Ama şu anda bizden talep edilen bir şey yok. Başka ülkelerden bir şey talep edilecekse, istihbarat birimleri zaten o ülkelerdeki kendi mekanizmaları kanalıyla gerçekleştirirler. İşin siyasi boyutuyla ilgili destek isterlerse o konuda yardımcı oluruz. Ancak şu boyut önemli. Fransa’da bir provokasyon yaşandı. Avrupa’daki Kürtler de, Avrupa ülkeleri de süreci infaz etmeye yönelik bu gayretlere karşı uyanık olmalı. Müttefiklerimizi bu konuda uyarıyoruz.

Haberin Devamı

İmralı’yla kariyer yapmak istiyor

Haberin Devamı

AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre, Öcalan’ı ziyaret etmek için başvurduğunu söylemişti. Hükümet nasıl bakıyor böyle taleplere?
O tür talepler daha çok siyasi şov maksatlı. Onun bu sürece bir katkısı olacağını zannetmiyorum. Kendisinin belki mesleki kariyerine ya da seçim bölgesindeki imajına katkısı olabilir. Şu anda
bizim kimsenin popülaritesine katkı sağlama gibi bir önceliğimiz yok.

4 duvara sıkışan kadını çıkardık

PARTİDEKİ KİMSENİN ‘FİLANCA BAŞINI KAPASA’ DERDİ YOK 
Türkiye muhafazakârlaştı mı?
Türkiye’nin daha çok muhafazakârlaştığını düşünmüyorum. Ama Türkiye’deki muhafazakârların artık kendini daha rahat ifade edebildiğini düşünüyorum. Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın eşini sosyal ortamlarda gören muhafazakâr çevreler kendi eşlerinin de kendi başlarına, eşleri olmadan da alışverişe gidebilmelerine, dışarı çıkmalarına daha
sıcak bakmaya başladılar. Türkiye’de dört duvar arasına sıkışmış kadınların dışarı çıkabilmesinde AK Parti’nin sağladığı bireysel özgürlüklerin önemli bir rolü olmuştur.

GÜVENCE RECEP TAYYİP ERDOĞAN VE HÜKÜMETİDİR
Aslında siz köken olarak muhafazakâr camianın değil modern yaşam tarzını benimseyen kesimlerin içinden bir yerden geliyorsunuz. Bugün yaşam tarzlarının tehdit altında olduğunu düşünen çevrelerin kaygılarıyla empati yapabiliyor musunuz?
Bunların çok yersiz ve temelsiz korkular olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin daha muhafazakâr, daha inançlı olan çevreler diğerlerine nazaran daha hoşgörülü. Bazen ‘filanca başını açsa’ gibi tartışmaları duyuyorum. Oysa diğer tarafın ‘filanca başını kapasa’ gibi bir derdi hiç olmadı. Bu ülkede herkesin dilediği gibi yaşayabilmesinin, istediği kıyafeti giyebilmesinin güvencesi Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetidir. Bunu Sayın Başbakanımız defalarca dile getirmiştir. Ben kapatma davası sırasında ömür boyu siyasetten men edilme talebiyle yargılanan 71 kişiden biriydim. Buna neden olan demeçlerimden birisi, ‘başörtüsü kullanma özgürlüğünü mini etek kullanma özgürlüğü gibi önemsiyorum’ demem. Partimdeki en muhafazakâr kimseler bile bana ‘Allah’ın bir emrini, nasıl bireysel bir tercihle bir tutarsın’ diye bir eleştiri getirmedi, ki onların durduğu noktada bu çok daha hassas bir konu. Ama bir başsavcı bunu ülkenin birlik ve beraberliğine bir tehdit olarak algıladı.

DİNDAR’DA MİLLİ MANEVİ DEĞERİNE BAĞLI GENÇLİK ARZUSUNU ANLATTI
‘Herkesin dilediği gibi yaşamasının garantisi Erdoğan hükümetidir’ dediniz ama Başbakan’ın sözleri insanın aklına ‘acaba’ sorusunu getiriyor. Mesela dindar gençlik yetiştirme konusu.
Başbakan’ın düşünce ve tercihlerini dillendirmesinden doğal ne olabilir? O, dindar gençlik derken aslında bir şiire vurgu yaptı. Bu ülkenin milli, manevi değerlerine bağlı, ülkesine sevdalı, çalışan, üreten, kötü alışkanlıkları olmayan  bir gençlik arzu ettiğini dile getirdi. Başbakan ‘ben dinsiz bir gençlik, alkolik, uyuşturucu müptelası bir gençlik istiyorum’ mu demeli?

ATATÜRK’ÜN İDEALLERİNİ İNŞA EDEN AK PARTİ ZİHNİYETİDİR
Bu kıyaslamanın din ile olumsuz bir alışkanlık üzerinden yapılması rahatsız etti. Ateistler de var bu ülkede sayıları az da olsa. Dinsiz illa ki tinerci mi olmak zorunda?
Orada şiire gönderme yaptığı için dindar vurgusu olmuş oldu. Ama onun asıl olarak vermek istediği mesaj vatansever, değerlerine bağlı, bu ülkeyi 2023, hatta 2071 hedeflerine taşıyacak yeni bir gençliğin önemiydi. Tutup da ‘Başbakan tek tip, tek şablon bir gençlik’ istiyor iddiasını
ortaya atmak ona yapılacak en büyük haksızlıktır. Tek tornadan çıkmış gibi tek tip insan yetiştirmek isteyen zihniyet bize yıllarca Atatürk’ün 7 yaşında dayısının çiftliğinde karga kovaladığını öğretti. Ama aynı büyük vizyoner liderin daha 1920’lerde ‘Efendiler bu kıtada barışın daim olabilmesi için bir Balkan Birliği kurulmalı, o da zamanla bir Avrupa Birliği’ne dönüşmelidir’ dediğini öğretmediler. Ya da 1930’larda ‘Sovyetler bir gün mutlaka çökecektir. Orada bizimle aynı dili konuşan soydaş kardeşlerimiz vardır, onlarla şimdiden kültürel köprüler kurulmalıdır’ dediğini öğretmediler. Atatürk’ün o talimatını o coğrafyalarda Türk okulları kuranlar gerçekleştirirken onları Atatürk düşmanı olmakla itham ettiler. Ama ‘Atam izindeyiz’ derken, izne çıkanlar kendilerini Atatürkçü ilan ettiler. Bugün Atatürk’ün ideallerini, görmek istediği Türkiye’yi inşa eden zihniyet
AK Parti zihniyetidir.

Haberin Devamı

Devlet artık gayrimüslim demiyor

'BİR gün Süryani Metropoliti Yusuf Çetin beni ziyarete geldi. Şunları anlattı: “Bugüne kadar bunları kimseye söyleyemedik ama bir tedirginliğim var. Seninle paylaşmak istiyorum. Siz bizden bahsederken gayrimüslim diyorsunuz. Bizim dilimizde Müslim inanan, gayrimüslim de inanmayan demektir. Ben bütün hayatımı inancıma adamış bir kişiyim. Siz belki nezaket göstererek ‘gayrimüslim’ diyorsunuz ama acaba bize başka bir tabir bulamaz mısınız?” Ben de bunu arkadaşlarla tartıştım ve bir Reform İzleme Grubu toplantısında gündeme getirdim. Biz o gün bugün devletin bütün yazışmalarında farklı inanç grupları diye bir terminoloji kullanmaya başladık gayrimüslim yerine. İki buçuk, üç yıl oldu. Hatta Başbakan da ‘gayrimüslim’i kullanmıyor artık.'

Haberin Devamı

İstanbul’u kullanmamak enayilik olur

AB ile ilgili konularda konuşurken bile hep İstanbul vurgunuz var.
İstanbul Türkiye’nin en önemli vitrini, en önemli kozu. Böyle bir güçlü kozu kullanmamak enayilik olur. Geçtiğimiz hükümet dönemlerinde İstanbul milletvekilleri arasından atanmış beş-altı bakan oluyordu. Şu anda kabinede Sayın Başbakan’ın dışında bir tek Ömer Dinçer ve ben İstanbul milletvekiliyiz. Sayın Başbakanımız milletvekili listeleri açıklandığında beni çok onore etti. Kendi seçim bölgesinde beni kendisinden sonra ikinci sıraya yazarak bana çok büyük bir mesuliyet verdi. Kendi seçim bölgesini bana emanet etti. ben de o jeste karşılık vermek için, İstanbul’daki AK Parti teşkilatının etkinliklerine katılmayı önemsiyorum.
? Bu vurgu yerel seçimlerde İstanbul Belediye Başkanlığı’na adaylığınızı koyacağınız şeklinde yorumlanıyor. Niyetiniz var gibi.
Partimiz içinde Genel Başkanımız bu hizmet bayrağını kime devrederse o bayrağı en iyi şekilde taşımaya gayret edecektir. Bizim teamüllerimizde o bayrak Allah’ın izni, milletin teveccühü ve Genel Başkanımızın takdiriyle devralınır. Biz İstanbul’u CHP’liler gibi makam avcılığı için istismar etmeyiz, ettirmeyiz. İstanbul pazarlık alanı değildir. Ben görev adamıyım, partim bana ne konuda ihtiyaç duyarsa elimden geleni yapmaya çalışırım. Biz İstanbul’da yüzde 55-60 çıtasını rahat yakalarız diye düşünüyorum. Dolayısıyla İstanbul için tartışılması gereken CHP’den kimin aday olacağı değil, AK Parti’nin İstanbul’u yüzde kaçla kazanacağıdır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!