Güncelleme Tarihi:
Daha 1.5 yaşındayken yetim kalmıştı Birand. Ama yaşamının en büyük felaketiyle iki yaşındayken karşılaştı. Bir kaza sonucu, kaynar su dolu leğene düştü. Yanık nedeniyle sol bacağında açılan yara zor kapandı. Yaranın iyileşmesi, ameliyatlar, doktor hataları derken iki yıl sonra yataktan kurtulduğunda sol bacağı kısalmıştı, dizini rahat bükemiyordu. Topallayarak yürüyebiliyordu.
Kalp krizinden ölen İstanbul beyefendisi İzzet Beyin yokluğu ailenin maddi durumunu da etkilemişti. Ailesinin kökleri Elazığ’ın Palu ilçesine dayanan Mürüvvet Hanım, oğlunu muhtardan fakirlik ilmuhaberi alarak ücretsiz kaydettirebildi Galatasaray Lisesine.
Birand, ortaokulu bitirdiği yıl olan 1957’de, 16 yaşındayken sol bacağındaki çarpıklık daha da artmış, yürümesi daha da zorlaşmıştı. Koç Oto Ticaretin başında olan bir akrabasının yardımıyla Amerikan Hastanesi’nde üçüncü ameliyatını oldu. Hastanede dört ay kaldı. Ama bacağı iyileşmek bir yana daha da kötüleşmişti.
Bacağıyla ilgili soruna rağmen Galatasaray Lisesi’nde sosyal, aktif bir öğrenciydi. Gazeteciliğe ilgi duymasını sağlayan da Galatasaray dergisi oldu. O dergiye fotoğraflar çekti, söyleşiler yazdı. Hayatının akışını değiştiren ise 1961’de okuldaki bir yardım kampanyası nedeniyle gittiği Milliyet’te Abdi İpekçi ile tanışmasıydı. Gazeteci olmak istediğine karar vermişti o günlerde.
Lastik satar mısın?
İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi bölümüne girmesine rağmen yarıda bıraktı üniversiteyi. Yine akrabası Kenan İnal’ın yardımıyla iş istemek için Vehbi Koç’a gitti. Önce “Lastik satar mısın” diyen Koç, gazetecilik yapmak isteyen bu genci ayağının tedavisi için Londra’ya göndereceğini söyledi birden. Meğer İnal, Koç’a durumu anlatmış, önceden karar verilmişti.
Birand, Londra yolculuğuna çıkmadan önce Abdi İpekçi’ye uğrayarak Milliyet kartı aldı. Stajyer muhabir olarak ilk haberini, Londra’ya uçarken mola verdiği Roma’dan geçti. Milliyet’te çıkan Vatikan mahreçli ilk imzalı haberi, “Herkes dua ediyor” başlığını taşıyordu.
İki kez ameliyat olup aylarca alçılar içinde yattıktan sonra ayağa kalktığında İngilizcesini de geliştirmişti. Hemen Londra’dan haberler geçmeye başladı. Kısa süre içerisinde “Milliyet’in gayri resmi muhabiri” oldu. Yine de Türkiye’ye dönmeye hazırlanırken 22 Şubat 1964’te günlüğüne gelecekle ilgili beklentileri yazarken gazetecilik konusunda çok umutlu değildi:
“Ameliyat muvaffakiyetle bitti. Doktor hedefine vasıl oldu, fakat yine de dizimin aksamasından kurtaramadı beni. Yine de tarif etmek isteyenlere ‘Topallayan Mehmet Ali’ demek şansını bıraktı. Taktığımdan değil ama istemiyordum öyle çağrılmak. Neyse, herkes bir yönünden çağrılıyor; bizimki de bu oluversin, ne çıkar? Arada şunu öğrendim ki ben iyi bir gazeteci olamam. Hayatta, bir tanınmış aç muhabir olmaktan ileri gidemem. İnsan bunu hisseder.”
İstanbul’a döndüğünde lastik satmak dahil Vehbi Koç ne iş verirse yapmaya hazırdı. Çünkü büyük bir vefa borcu olduğunu hissediyordu. Tabii gönlü gazetecilikteydi. Bu duygular içinde gitti Koç’a. Ama Abdi İpekçi ile konuşmuş, onun Milliyet’te gazeteciliğe devam etmesi konusunda anlaşmışlardı.
Sakalını Vietnam’da bıraktı
Birand, 1964 yılında Milliyet’te asgari ücretle işe başladığında 23 yaşındaydı. Daha ilk günden magazin ve sanat sayfasının sekreteri olunca afalladı. “Boğaziçi Müzik Festivali” haberiyle başladığı muhabirlik serüveni, benzer sanat kültür magazin haberleriyle devam etti. Ardından “Beyoğlu muhabiri” oldu, ama onun gözü dünya haberlerindeydi. İki dil bilmesine güveniyordu bu hedefine ulaşmak için.
Bir yıl kadar sonra Sami Kohen’in yanında başladı Dış Haberler Servisine. Girişkenliği sayesinde kısa sürede çeviri yapmaktan kurtulup sokağa çıktı. Milliyet’in ülkeden ülkeye koşan muhabiri oldu. Kıbrıs görüşmelerinden Ortak Pazar’a kadar hemen her yerde bitiyordu. Bir gün Brüksel’den, ertesi gün Tel Aviv’den bildiriyordu.
Vietnam savaşını bile izledi. Hem de Amerikan ordusunun davetlisi olarak. “İliştirilmiş gazetecilik”ti ama yine de gazetecilik yaşamının unutulmaz tanıklıklarından biriydi orada geçirdiği günler. İlk kez orada sakal bıraktı. Bir daha da kesmedi top sakalını. Alameti farikası haline geldi çenesindeki o küçücük sakal.
1967 yılında gazetenin patronu Ercüment Karacan’ın üvey kızı Cemre Güngören ile tanışması yaşamının en büyük sürpriziydi. Karacan, kızını gazeteyi yönetmek üzere hazırlamak istiyordu. Yetiştirmesi için Sami Kohen’in yanına verdi. Birand ile yolu da orada kesişti Cemre Hanımın. Dört yıl sonra evlendiler. Nikah tanıkları da 12 Mart döneminin ünlü Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün’dü. Aslında ikisi de istememişti Türün’ün tanıklığını ama bir yanlışlık olmuş, hayır diyememişlerdi.
Avrupa muhabirliği
Birand’ın yaşamında evlilikle birlikte gazeteciliğinin ikinci dönemi de açıldı. Artık Milliyet’in Brüksel temsilcisiydi. Ortak Pazar’ı izlemekle görevliydi, ama Brüksel Avrupa haberlerinin merkeziydi. O nedenle Birand, artık Milliyet’in en aktif, imzası en çok görünen flaş ismi oldu. Kıbrıs Barış Harekatı ve kriz sırasında geçtiği haberlerle yıldızlaştı. Türk Hava Kuvvetleri’nin, Kocatepe gemisini yanlışlıkla batırdığını Türkiye, Birand’ın haberinden öğrendi.
Kıbrıs ile ilgili hazırladığı yazı dizisini, 1975’te “30 Sıcak Gün” adıyla kitaplaştırdı. Belgesel kariyerinin ilk adımı olan bu kitap, 25 baskı yaptı. Bu kitabı yenileri izleyecekti.
Birand, bir yandan İktisadi Kalkınma Vakfı’na rapor hazırlıyor; bir yandan da BBC, DW, WDR gibi Batılı radyolara haber ve görüş satarak para kazanıyordu. Mali durumu düzelmiş, bir araba sahibi olmuş, Brüksel’de daha iyi bir eve geçmişti artık.
Brüksel’de kurduğu bu düzen Abdi İpekçi’nin öldürülmesi ve gazeteyi Aydın Doğan’ın satın almasından sonra da devam etti. 12 Eylül askeri darbe döneminde kavuştu uzun zamandır istediği köşe yazarlığına. 3 Ekim 1980’den itibaren “Onlar ve Biz” adlı köşede yazmaya başladı.
1982’de döndü İstanbul’a. Aydın Doğan, Birand’ı Milliyet’in yönetimine getirmişti. Fakat yöneticilikte, gazetecilik dönemindeki gibi başarılı olmadı. Sonunda yapamadığını itiraf edip, Brüksel’e eşinin ve oğlunun yanına döndü.
Başarısızlığın verdiği moral bozukluğunu, “12 Eylül/Saat 04.00” yazı dizisini hazırlayarak aştı. Darbenin perde arkasını anlatan dizi, 1984’te kitap olarak da yayınlandı.
Bu kitabı, Sovyetler dizisi izledi. Oradan aldığı ilhamla da Milliyet’in Moskova bürosunu açtı. Türkiye basını için büyük yenilikti bu. Hürriyet de Ertuğrul Özkök’ü gönderdi Moskova’ya. Aralarındaki dostluk o yıllarda başladı.
Televizyon haberciğinde ekol
Birand gazeteciliğine çığır atlatan ise 1985 yılında TRT Genel Müdürü Tunca Toskay ile görüşmesi oldu. Toskay, BBC’deki Panorama benzeri ayda bir yayınlanacak bir program yapmasını istiyordu. Birand, kabul etti bu teklifi. Gazetecilik yaşamının en büyük fırsat kapısı açıldı böylece.
Programın adını, Ali Kırca ile birlikte buldular; “32.Gün.” Bu isim marka haline gelecek, Birand, televizyon değiştirse de 27 yıl boyunca sürdürecekti 32. Gün programlarını.
Dünyadan haberler veren, belgesel tadında araştırma dosyaları içeren 32. Gün, Türkiye televizyon haberciliğinde bir ekol yaratacaktı. Milliyet’teki yazılarına da devam etti bu arada. Gazeteciliği muhalif rengi ağır basan bir çizgide olmadı hiçbir zaman. Siyasi iktidarlarla hep iyi oldu arası.
Ama Haziran 1988’de Abdullah Öcalan ile yaptığı söyleşi, ilk kez iktidarla çatışmasına yol açtı. Büyük ve yeni bir işti Öcalan ile konuşmak. Turgut Özal çok kızdı, röportajın ikinci günü polisler bastı matbaayı. Sonra da yargılandı Birand. Gerçi beraat etti sonra ama aylarca sürdü bu işin yarattığı can sıkıntısı.
Bir süre sonra unutulup gitti bu dava ama Demirkırat belgeselinin ardından Birand ile ilgili bir soruşturma başladı TRT’de. Hesaplarda sahtecilik yapıldığı, kurumun dolandırıldığı öne sürülüyordu. Sonra davaya döndü bu soruşturma. Birand, muhasebecinin hatası olduğunu savunsa da mahkum olmaktan kurtulamadı. TRT de programı yayından kaldırdı. Bu davayı sürekli yazan Uğur Mumcu, Milliyet’e gelince, bunu kendisine karşı bir hareket sayıp oradan da kendisi ayrıldı Birand. Yıl 1992.
Boşta kalmadı. Özel televizyonların yayına başladığı bir dönemdi. 32. Gün, Show TV’de yayına başladı. Bir yandan da Sabah’la anlaştı. 32. Gün, özellikle Kürt sorunu ve askerlerle ilgili haberleriyle kimilerini kızdırıyordu. “Halkı askerlikten soğuttuğu” suçlamasıyla Deniz Arman ile birlikte askeri mahkemede yargılandı.
Gazetecilik yaşamının en karanlık dönemini 28 Şubat’ta yaşadı Birand. Başka gazetecilerle birlikte “Andıç” adı verilen sahte bir ifadeyle PKK’ya yardım etmekle suçlandı. Genelkurmay kaynaklı bu sahte belgeyi yayımlayan Sabah’ta daha fazla kalamazdı. 32. Gün de bitti kaçınılmaz olarak.
Bir süre işsiz, sıkıcı günler geçirdikten sonra yine Doğan Grubuna döndü, Posta’da başladı yazılara. 32. Gün ekibiyle birlikte 12 Eylül belgeselini hazırlarken, CnnTürk kurulunca televizyon dünyasına da döndü.
Orada da kalmadı, gazetecilik yaşamı boyunca yaptığı gibi yine yeni bir basamağa atladı; anchorman olarak çıktı Kanal D ekranlarına. Doğallığı, dil sürçmelerini bile sevimli hale getiriyordu. Türkiye gündeminin karanlık haberlerine rağmen o hep gülümsüyordu.
NOT: Bu portre, Can Dündar’ın yazdığı M.Ali Birand kitabından yararlanılarak hazırlandı.