Oluşturulma Tarihi: Eylül 17, 2012 11:09
Ankara’nın o donduran kış günlerinde bile sonuna kadar açık pencerenin önünde oturur, elinden sigarasını ve kadehini eksik etmezdi.
Her koşulda kendisi gibi kalabilmeyi başaran farklı, özgün bir kişilik. Dilinden düşürmediği küfürleriyle bile gülümsetir, sinirlense de kıramazdı. Gösterişsiz, mütevazı, protokolleri, kuralları iplemeyen, bir yanı hep çocuk kalmış bir adamdı.
“Kalemi güçlüydü” derler yazarlar için. Evet, güçlüydü onun kalemi. Gücünü de analitik zekasından, ansiklopedik bilgi birikiminden, daha önemlisi yaratıcılığından alıyordu.
Ardından kayda geçirmekte yarar var. Bugün artık cümle alemin diline pelesenk olmuş, “Telekulak” kavramının doğuşunda Kurthan Hocanın katkısı büyüktür. 1997’de Hürriyet’te telefon dinlemelerle ilgili yazı dizisini hazırlarken birlikte bulmuştuk “Telekulak”ı. O “tele”, ben “kulak” derken ikisini birleştirip “telekulak” yapmıştık. Aynı anda ayağa fırlayıp, bulduğumuz kavramdan mutlu olmuştuk. Buzdolabına dönmüş o oda bile sımsıcak olmuştu. Sonra da “Telekulak” kavramını her işittiğinde birlikteysek mutlaka bana göz kırpar, muzır bir gülümseme yayılırdı yüzüne.
Biliyorum o bir profesördü, Mülkiye onun için salt kariyerinin bir basamağı değil kimliğinin silinmez bir parçasıydı. Ama bence akademik ünvanların kapsadığından daha fazlasıydı. O bir bilgeydi.
Kabesi her zaman insan olan gösterişsiz bir insandı.