Güncelleme Tarihi:
“Demokratik açılım” çalışmaları kapsamında Dolmabahçe'deki Çalışma Ofisinde yazarlarla bir araya gelen Erdoğan, sözlerine “Böyle bir kahvaltılı, muhabbet sofrası demek istiyorum davetimize icabet etmeniz sebebiyle sizlere çok teşekkür ediyorum” diyerek başladı.
Hükümetin “Demokratik açılım” kapsamında başlattığı milli birlik ve kardeşlik projesi hakkında bir çerçeve çizmek, bu konuda bilgi vermek ve toplumun önde gelen isimlerinin fikirlerini almak için bir dizi istişare toplantısı düzenlemeyi kararlaştırdıklarını anımsatan Erdoğan, bugün bu toplantıların üçüncüsünün gerçekleştirilmekte olduğunu söyledi.
Önceki aylarda ses sanatçıları, ardından da sahne ve gösteri dünyasının tanınmış simalarıyla bir araya geldiklerini ve son derece verimli görüşmeler yaptıklarını anlatan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bugün de sözün ustalarıyla, edebiyat dünyamızın tanınmış kalemleriyle, toplumumuza mal olmuş düşünürlerimizle bir araya geliyoruz. Şu hususu bir kez de burada hatırlatmakta fayda görüyorum; bizim bu toplantılarımızın amacı, asla ve asla popülizm amaçlı bir halkla ilişkiler çalışması yapmak değildir. Tam tersine ülkemizin can alıcı, can yakıcı, yürek burkucu meselelerini gündeme taşımayı, yıllardır konuşulan ama çözülemeyen, artık kronik bir hal alan sorunlarını masaya yatırmayı, en geniş mutabakatla bu sorunları artık hal yoluna koymayı samimiyetle arzuluyoruz. Onlarca yılın önümüze koyduğu meseleler, bugün ülkemizin ve milletimizin gelişiminin önünde engel oluşturuyor, enerjimizi ve kaynaklarımızı heba ediyor.”
Son dönemde “sessiz devrim” olarak adlandırılan önemli reformları hayata geçirdiklerini, geçirmeye devam ettiklerini vurgulayan Erdoğan, Türkiye'nin her alanda büyük bir değişim ve dönüşüm yaşadığını kaydetti.
Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
“Ancak geçmişten devraldığımız bir kısım sorun kümeleri, ülkemizin gelişme azmini olumsuz etkilediği gibi, insanımızın huzur ve selametini de olumsuz yönde etkiliyor. Ne insani açıdan, ne demokratik açıdan, ne de medeniyet değerlerimiz açısından yaşanan olumsuzlukları artık sineye çekmemiz, görmezden gelmemiz mümkün değildir. Statükoyu sürdürmek, mümkün de değildir Türkiye'nin menfaatine de değildir. Biz, idare-i maslahat yapmayı, durumu idare etmeyi, suya sabuna dokunmadan iktidarda kalmayı bir politika olarak görmüyoruz, böyle bir anlayışa sahip değiliz. Son dönemde devlet yönetiminde ciddi bir paradigma değişikliği yaşıyoruz. Anlayışların, politikaların, uygulamaların bir bir değiştiğine şahit oluyoruz. Ama can yakıcı bir kısım sorunlarımız hala devam ediyor. Bunlarla ancak el birliği yaparak, güç birliği yaparak baş edebiliriz. İnsanımızın canını yakan, enerjisini ve imkanlarını heba eden bu meseleler Türkiye'nin kaderi değildir. “
DEĞİŞİMİ ESAS ALAN YÖNETİM ANLAYIŞI
“Demokratik açılım” kapsamında etnik grupların, inanç ve mezhep gruplarının, azınlıkların, her türlü farklılığın meselesine el attıklarını, temel sorun alanlarını rahatlatmayı amaçladıklarını belirten Erdoğan, terörden bölgesel geri kalmışlığa, temel hak ve özgürlüklerden kimlik meselelerine kadar her konuyu ortak akılla ele almaya çalıştıklarını bildirdi.
Başbakan Erdoğan, bu meselelerin her biri hakkında onlarca yıldır yüzlerce rapor, kitap, makale yayımlandığını, AB ilerleme raporlarının son dönemde birçok soruna parmak bastığını dile getirerek, “Neredeyse bilinmedik hiçbir mesele yok ama bugün, dün olmayan bir şey var. O da çözüm iradesidir, cesarettir, kararlılıktır, statükoyu değil değişimi esas alan bir yönetim anlayışıdır” dedi.
Hükümet olarak samimi bir adım attıklarını, toplumun her kesimini dinleyerek, ülkenin kronik meselelerini artık hal yoluna koymayı istediklerini dile getiren Erdoğan, şunları kaydetti:
“Bu çerçevede sizlerin düşüncelerine de büyük önem veriyoruz. Bizler, aslında birbirimizin uzağında değiliz, ayrı ayrı adalarda yaşamıyoruz. Hepimizin aynı gökkubbe altında müstesna bir yeri var. Aynı atmosferi soluyor, aynı zeminde yol alıyor, ortak bir kaderi paylaştığımız gibi, ortak bir geleceğe yürüyoruz. Türkiye'nin meselelerine her birimiz farklı bir zaviyeden bakıyor olabiliriz. Her birimizin çözümlemesi, tespitleri, çözüm önerileri farklı olabilir ama her birimiz, en nihayetinde ülkemizin ve milletimizin huzur ve refah içinde olmasını arzuluyor, daha özgür, daha demokratik, çok daha kalkınmış bir Türkiye hayaliyle yanıp tutuşuyoruz.”
'ÇETELERLE MÜCADELE ETTİK'
Erdoğan, 7,5 yıldır Türkiye'nin daha fazla demokratikleşmesi için, temel hak ve özgürlüklerin daha fazla gelişmesi için, hukuk ve adaletin ileri standartlara kavuşması için önemli adımlar attıklarını, yoğun bir gayretin içinde olduklarını söyledi.
“Çetelerle, mafyayla, karanlık güç odaklarıyla yaptığımız mücadele, yaşadığımız demokrasi dalgasının bir parçasıdır” diyen Erdoğan, sorunu üreten anlayışlara, sorunları karşılayan, provoke eden karanlık odaklara, çözüm çabalarını sabote etmeye çalışan girişimlere karşı kararlı bir mücadele yürüttüklerini anlattı.
Meseleleri bu hale getiren yanlış anlayışlardan, bildik ezberlerden, milli iradeye ve çözüm arayışlarına vurulmak istenen prangalardan bir bir kurtulduklarını belirten Erdoğan, “Türkiye'nin yakıcı meseleleri karşısında hissiyatımızı ne kadar ortaklaştırabilirsek, fikirlerimizi ne kadar irtibatlı hale getirebilirsek, ne kadar ortak paydada buluşabilirsek, sadece tespitte değil, çözüm önerileriyle bunu net hale getirebilirsek inanıyorum ki Türkiye için çok daha isabetli ve kucaklayıcı çözümler üretebiliriz” diye konuştu.
Erdoğan, düzenledikleri bu istişare toplantılarının amacının da bu olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti:
“Biz, herkesi bir çizgiye çekmeye, tek tipleştirmeye, herkesin bizim gibi düşünmesini sağlamaya asla çalışmıyoruz. Cemil Meriç üstadımızın şu ifadeleri, gayemizi, hedefimizi, amacımızı bütün berraklığıyla ortaya koyuyor. Diyor ki Cemil Meriç; 'Muhteşem bir maziyi daha, muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim... Kelimeden, sevgiden bir köprü...' Biz işte bu köprüyü kurmak, maziden aldığımız ilham ve güçle istikbali hep birlikte inşa etmek istiyoruz. Sizlerin kelimelerinizle, sevginizle inşa ettiğiniz gelecek tasavvuruna, bizler de gönül köprüleri inşa ederek, kardeşliği, dostluğu yücelterek katkıda bulunmak istiyoruz. En batıdan en doğuya, en kuzeyden en güneye...”
Başbakan Erdoğan, Birinci Dünya Savaşı ve ardından zaferle sonuçlandırılan Kurtuluş Savaşı'nın yaşandığını anımsatarak, toplum olarak büyük acılar yaşandığını ve büyük badireler atlatıldığını kaydetti.
Falih Rıfkı Atay'ın “Zeytindağı” isimli eserine “Batış ve kurtuluş gibi, bir milletin tarihinde ikisi tek yüzyıl içine pek az defa sığmış olan ve yalnız biri milli tarihin bir büyük faslı olan iki hadiseyi 4-5 yıl içinde görüp geçirmiş, en büyük acıyı ve en büyük milli sevinci tatmış olanların hikayeleri okunmaya değer” ifadeleriyle başladığını anımsatan Erdoğan, şöyle konuştu:
“Evet, topyekun, tek millet olarak, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Arabı, Romanı, Alevisi, Sünnisi, Müslümanı, Hristiyanı ve Yahudisi ile hep birlikte tarihten asla silinmeyecek hikayeleri birlikte yazdık. Ülkemiz, topraklarımız, milletimiz ve aydınlarımız büyük travmalar atlattı. Ne hazindir ki, travmalar ve hayal kırıklıkları yakın zamanda da peşimizi bırakmadı. Cemal Süreyya, 'Kısa Türkiye Tarihi'nde, yakın zamanda yaşananların özetini bir şair duyarlılığıyla bir kaç dizeye sığdırıyor ve diyor ki; 'O yıllarda ülkemizde çeşitli hükümetlerle 72 dilden 2'si yasaklanmıştı. İkincisi Türkçe.' Sadece hükümetlerin, sadece dillerin değil, fikirlerin yasaklandığı, konuşmanın cezalandırıldığı, inancın engellendiği, demokrasinin ve özgürlüklerin an be an ertelendiği dönemlerden geçtik. Açıkçası, ne mütefekkirlerimiz, ne halkımız, hiçbir zaman ümitsizlik içinde olmadı.
Şevket Süreyya Aydemir'in 'Suyu Arayan Adam' eseri bir yangınla başlayıp, ağaçların gölgelediği, çiçeklerin açtığı, kuşların ötüştüğü bir su başında sona erdi. Aynı şekilde bizler de suyu aramaya devam ediyor ve mutlaka bulacağımıza, bir gün ona ulaşacağımıza, Cahit Zarifoğlu'nun ifadesiyle saf, dalaveresiz bir su birikintisi bulup, orada kendimizle yüzleşebileceğimize inanıyoruz.”
“SÖZ UÇAR, YAZI KALIR”
Başbakan Erdoğan, “Söz uçar, yazı kalır” sözünü anımsatarak, bu toprakların son derece yetenekli, birikimli ve duyarlı edebiyatçıları, yazarları, mütefekkirleri, yine bu toprakların hikayesini, romanını, şiirini en güzel şekilde kayda düştüklerini anlattı.
Hoca Ahmet Yesevi'den, Mevlana'ya, Hacı Bektaş Veli'den Yunus Emre'ye, Karacoğlan'dan Pir Sultan Abdal'a, Dede Korkut'tan Hoca Nasreddin'e, Fuzuli'den Nedim'e, Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Ahmet Rasim'e, Halit Ziya, Orhan Veli, Aşık Veysel'e kadar ismini sayamadığı nicelerinin bu toprakların dili, kelamı ve kalemi olduklarını belirten Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Necip Fazıl kalemine nasıl bu toprakların ruhundan mürekkebini çektiyse, aynı şekilde Nazım Hikmet de bu toprakların destanını yazdı. 'Devlet Ana'yı yazan Kemal Tahir ile 'Osmancık'ı yazan Tarık Buğra aynı destanı, aynı ruh ikliminde unutulmaz cümlelerle edebiyat tarihimize nakşettiler. Orhan Kemal, Yaşar Kemal ne kadar bu ülkenin değeriyse, aynı şekilde Sezai Karakoç, Nurettin Topçu da bu ülkenin aynasıdır. Peyami Safa, Yahya Kemal Beyatlı, Sait Faik Abasıyanık, Fakir Baykurt, Oğuz Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Nuri Pakdil, Mustafa Kutlu, Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Akif İnan, Erdem Beyazıd... Farklı yerlerde duruyor gibi olsalar da, aynı kelimeleri kullanarak bu ülkenin ağıtlarını ve sevinçlerini yazdılar.
Şu hususun özellikle altını çizmek istiyorum. Namık Kemal, 'Vatan Şarkısı' adlı muhteşem bir eser bıraktı arkasında. 'Amalimiz, efkarımız ikbal-i vatandır/Serhaddimize kal'a bizim hak-i bendedir' diyen şair sürgün edildi. 'Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker/Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer' diyen Mehmet Akif, Mısır'da memleket hasreti çekti. 'Zindan iki hece Mehmetim lafta/Baba katiliyle baban bir safta/Bir de geri adam boynunda yafta/Halimi düşünüp yanma mehmedim/Kavuşmak mı? belki/ Daha ölmedim' dedi Necip Fazıl Kısakürek. Nazım Hikmet, Çankırı Hapisanesi'nden mektuplar yazdı: 'Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır/Kış günleri hapisanede/Sade hapisanede değil/Bu kocaman/Bu ısınası/Bu ısınacak dünyada/Üşüyüp, kederli olmamak' dedi. Sabahattin Ali, 'Dışarda mevsim baharmış/Gezip dolaşanlar varmış/Günler su gibi akarmış/ Geçmiyor günler geçmiyor' diyerek; 'Başın öne eğilmesin /Aldırma gönül aldırma' diyerek bu toprakların aşkına, sevdasına bir ömrü feda etti.
Bu ülkenin Kemal Tahir'i, bu ülkenin Orhan Kemal'i, Mehmet Uzun'u, Said-i Nursi'si, Musa Anter'i, Ahmet Arif'i, Rıfat Ilgaz'ı, Nihal Atsız'ı sadece ve sadece yazdıkları için, sadece ve sadece düşündükleri için adeta hürriyet hasretinden prangalar eskiterek göçüp gittiler. Bütün bunlarla birlikte inanıyorum ki tarihi şöyle bir değerlendirdiğimizde, ele aldığımızda bugüne ve yarına nasıl bir rota çizeceğiz, nasıl bir bakış açısı getireceğiz ve nasıl bir uygulama hazırlayacağız? İşte o bizim en önemli sorunumuz. “
'FİKİRLERİNDEN DOLAYI KURŞUNLARIN HEDEFİ OLDULAR'
Erdoğan, Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi, Hrant Dink, Metin Altıok, Muhlis Akarsu'nun sadece ve sadece fikirlerinden dolayı, yazılarından dolayı kurşunların ve kirli senaryoların hedefi olduklarını söyledi.
Her birinin mefkuresi, dünya görüşü, memleket meselelerine bakışı, siyaset anlayışı veya siyasi yaklaşımının farklı olduğunu vurgulayan Erdoğan, ancak bütün bu farklılıklara rağmen, onların kelimeleri, kavramları, kaderleri, en önemlisi de aşkları ve sevdalarının aynı olduğunu söyledi.
Saydığı isimlerin hepsinin karanlık odakların, karanlık senaryoların, karanlık emellerin kurbanı olduklarını dile getiren Erdoğan, şöyle konuştu:
“Bugün görüyoruz ki, toplumumuz içindeki farklılıkları yok sayan, yadsıyan anlayışlarla, farklı düşüncelere tahammül gösteremeyen, toplumumuz arasında suni ayrışmalar üretmeye çalışan anlayış aynı kaynaktan beslenmektedir. Komplolar, insanımızı birbirine düşürmek için yapıldı ama bu aziz millet kardeşliğini her şeyin üzerinde tuttu. Karanlık senaryolar demokrasiyi, milli iradeyi vesayet altına sokmak için, milletimizin temel meselelerinin çözüm yoluna girmemesi için devreye konuldu. Cemil Meriç, 'Ağaç, kökleriyle yaşar, insanlar da' diyor. Onların kökü aslında bu topraklardaydı. Bu toprakların mayası farklılıkları yok sayan değil, zenginlik olarak gören bir anlayış üretmiştir. Bu ülkede tek tipçilik, hoşgörüsüzlük, dayatmacılık inanıyorum ki arızidir, zorlamadır. Bu topraklarda ancak sevgi çiçekleri yeşerir.
'BİR KALEMİN SAHİBİ 'BEN AK PARTİ'YE KÖKTEN KARŞIYIM DERSE....'
Ancak bir kalemin sahibi, örneğin biz şu anda milletimizin takdiriyle, iradesiyle iktidardayız. 'Ben AK Parti'ye kökten karşıyım, onun için bu davete katılmıyorum' derse bu bizi incitir, zaten sıkıntı burada. Burada, bu kahvaltıda bulunmak kimseye bir şey kaybettirmez. Burada bulunuruz, konuşabildiğimiz kadar konuşuruz, buradan dönüşte hiçbir zaman kimsenin geleceğe yönelik iradesi, tavrı değişsin böyle bir şey yok. Çünkü buradan çıkışta kalınlık makinesi, torna makinesi yok. Bunu böyle görmek durumundayız.”
“SANATIN DİLİ İLE SİYASETİN DİLİ FARKLIDIR”
Başbakan Erdoğan, sanatın dili ile siyasetin dilinin elbette farklı olduğunu belirterek, “Ancak ben şunu tüm samimiyetimle söylüyorum. Bir siyasetçi olarak, bir milletvekili, bir genel başkan, bir başbakan olarak, sözün gücüne, sözün önemine, sözün ağırlığına bütün kalbimle inanıyor, sözün dilden değil, kalpten, gönülden söylenmesine çok büyük bir hassasiyet ve önem atfediyorum” diye konuştu.
“Sürç-i lisan ettiğimiz, kastı aştığımız, yanlış anlaşıldığımız, öfkelendiğimiz zamanlar olabilir” diyen Erdoğan, ancak siyasetin gündelik ve güvenilir uzak söylemini, seviyeli, ağırlığı ve inandırıcılığı olan bir üsluba dönüştürmek için arkadaşlarıyla tam bir hassasiyet içinde olduklarını söyledi.
Söze gösterdikleri hassasiyeti, Türkiye'nin meselelerinden de esirgemediklerini ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ben, sürgünleri, mahpusları, mahkumları sayarken, elbette son dönemde yaşanan olumsuzlukları da unutmuyorum. Eşber Yağmurdereli'yi, Şanar Yurdatapan'ı, Fikret Başkaya'yı, Şamil Tayyar'ı, Hakan Albayrak'ı elbette unutmuyorum. Bu ülkenin Nobel ödüllü yegane yazarı Orhan Pamuk'a reva görülenleri elbette hatırımdan çıkarmıyorum. Düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda devasa adımlar attık. Birçok yasalar değiştirdik, belki değiştirilmesi gerekenler var, hepsini hallettiğimizi iddia etmiyorum. Eksiklerimiz var ama bunların da giderileceğini ve giderilemeyişi önündeki engelleri anlatmaya ne zaman yeter ne de hani 'Ağlarım, anlatamam/Hissederim, söyleyemem/Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım' ifadesi var ya bir de bu var. Ama daha alacak çok yolumuz olduğunu biliyorum.
BAYKAL VE TÜRK'E YAPILAN SALDIRI
Türkiye'de ifade özgürlüğü ne kadar daraltıldıysa, kronik meseleler o kadar ağırlaşmış, çözüm iradesi o kadar zayıflatılmıştır. Düşünce ne kadar tehlikeli görüldüyse, düşünürler ne kadar baskı altına alındıysa, Türkiye o kadar geri gitmiş, demokrasi ve milli egemenlik o kadar sıkıntı yaşamıştır. Elbette suça itilen çocuklar bizim görüş alanımızın, ilgi alanımızın dışında değil, bunlarla ilgili çalışmalarımız var. Elbette Hakkari'de hiç onaylamadığımız muameleye maruz kalan çocuk, İstanbul'da molotofkokteyli sonucu hayatını kaybeden kız yavrumuz, Samsun'da, Van'da saldırıya uğrayan siyasetçi bizim gündemimizin uzağında değil. Atılan yumruklar nasıl bu ülkenin barışına kastediyorsa, sokakları savaş alanına çevirenler de ülkenin huzuruna kastediyor.”
“İLERİ DEMOKRASİ, ÇAĞDAŞ ANAYASA İLE MÜMKÜN”
Başbakan Erdoğan, hükümet olarak, Türkiye'nin meselelerini çözmek için çıktıkları bu yolda, ne tür engellerle, engellemelerle karşılaştıklarını, statükonun her adımlarında nasıl önlerini kesmeye çalıştığını herkesin çok iyi bildiğini ifade ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Ece Ayhan, 'Devlet dersinde' öldürülenlerden bahsediyor, 'her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır' diyor. 'Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim' diyor. Evet, bu kardeşiniz, kanunları, tüzükleri yaşayarak öğrendi ve bugünlere geldi. Hakkı, hukuku savunmanın önce hukukun çağdaş standartlara kavuşmasından geçtiğini çok iyi biliyoruz.
İleri demokrasiye, güçlü bir ekonomiye kavuşmanın ancak demokratik bir anayasayla, çağdaş bir hukuk sistemiyle olduğunu artık çok daha iyi anlıyoruz. Bunu dünyayı dolaşarak bizzat yaşıyoruz. Atilla İlhan'ın dediği gibi, 'Yaraya tuz basarak', Aşık Veysel'in ifade ettiği gibi 'Uzun ince bir yoldayım/gidiyorum gündüz gece diyerek' menzile ulaşmanın mücadelesi içinde olduk. 'Dert adamı yollara düşürür' diyen Mevlana'ya, 'Derdim vardır, onun için inilerim' diyen Yunus'a kulak vererek bu uzun yolculuğa çıktık. Kitapların yakıldığı, yasaklandığı, suç sayıldığı, hatta suç delili sayıldığı, şiir okumanın mahkumiyet getirdiği günlerden bugünlere ulaştık. Elbette eksikler var, elbette ideale ulaşmış değiliz ama artık dün konuşulmayanların, konuşulamayanların serbestçe konuşulduğu, dün dokunulmayanlara dokunulduğu, Türkiye'nin her meselesinin demokratik bir olgunluk içinde tartışılabildiği bir sürecin, devam eden bir sürecin içindeyiz.”
'GÜZEL GÜNLER GÖRÜLECEK'
Erdoğan, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dediği gibi “devam ederken değişen, değişirken devam eden” bir dönemden geçildiğini, Nazım Hikmet'in dediği gibi daha güzel günler görüleceğine, güneşli günler görüleceğine inandığını söyledi.
Yunus Emre'nin “Bu dünyada bir tek şeye/Yanar gönlüm, göynür özüm/Yiğit iken ölenlere/Gök ekini biçmiş gibi” dizelerini anımsatan Erdoğan, gençlerin “gök ekini' olduğunu, göğe doğru uzanan, olgunlaşmayı, başağa durmayı bekleyen gök ekinleri olduğunu söyledi.
Erdoğan, “Ve bizler, ne yazık ki Türkiye olarak, yaklaşık 30 yıldır gök ekinlerimizin olgunlaşmadan, başağa durmadan boyunlarının büküldüğüne, toprağa düştüklerine şahit oluyoruz. Sadece gök ekinlerimiz değil, kökü bu topraklarda olan, bu toprakların vazgeçilmez unsuru olan, bu ülkenin tarihinin, kültürünün ayrılmaz parçaları olan farklı etnik grupların, inanç gruplarının, azınlıkların aynı şekilde sorunlarıyla baş başa bırakıldıklarını biliyoruz” diye konuştu.
Ülkenin doğusunda, batısında, kuzey ve güneyinde yaşanan acılara, dertlere, sıkıntılara artık daha fazla sessiz kalınamayacağını, bu feryatların artık daha fazla kendi hallerine, kendi kaderlerine terk edilemeyeceğinin farkında olduklarını vurgulayan Erdoğan, şöyle devam etti:
“Hükümet olarak, artık Alev Alatlı gibi 'Ağlanmayı kesip, baştan başlamanın zamanıdır' diyoruz. Elif Şafak, 'Karalar bağlamaya alışkın birine gök kuşağını kolay kolay sevdiremezsiniz. Sürekli siyahlara ve grilere bakan birinin renkler gözlerini kamaştırır' diyor. Biz, evet bu ülkenin siyah beyaz olmadığını, gök kuşağı kadar renkli ve coşkulu olduğunu anlatmak istiyoruz. 'Hüzün ki en çok yakışandır bize' diyen Hilmi Yavuz'a, bu topluma artık neşenin de sevincin de huzurun da fazlasıyla yakışacağını ispat etmek istiyoruz. 'Yaşananlar her ne idiyse, bu geçen yıllar boyunca Kürt, Türk her kim incindiyse, ancak birbirimizi anlamakla iyileştirebiliriz yaralarımızı' diyen Bejan Matur'a, 'Anne, senin yüreğin taş olsa dayanır mı' diyen Haydar Ergülen'e kulak veriyoruz. Ayşe Kulin gibi 'Biz aynı toprağın çocuklarıyız' diye haykırıyoruz; Murat Menteş gibi 'Korkma, ben varım' diyoruz. Biraz daha geliştiriyoruz ve 'Biz varız' diyoruz. İskender Pala gibi 'Sevgi, gelecek günler adına affetmektir' diyoruz. İç içe geçmiş dilleri anlatan Muhsin Kızılkaya gibi, iç içe geçmiş, birbirine akraba olmuş, kardeş olmuş farklı etnik grupların, inanç gruplarının yeniden kardeşçe yaşamaları için somut adımlar atıyoruz. Siyasetin içinde de yer almış Yılmaz Karakoyunlu'nun 'Salkım Hanım'ın Taneleri' kitabıyla anlattığı acıların tekrar yaşanmaması için emek sarf ediyoruz.
Burada bulunan ya da bulunmayan, adını anamadığım tüm dostlarımızdan, misafirlerimizden beni affetmelerini diliyorum. Ancak, şunu bilmenizi istiyorum. Bu ülkenin geleceği, bu milletin huzuru için, insanlık için, aşk için, sevgi için, kardeşlik için kalem oynatan herkesin hatıramızda ve gönlümüzde bir yeri var hepsine şükran borçluyum, şükran borçluyuz.”
“YAZAR BİR TOPLUMUN ŞUURUDUR”
Başbakan Erdoğan, yazarın, bir toplumun şuuru olduğuna işaret ederek, yazarın, tüm sanatçılar gibi, görülemeyeni gören, duyulamayanı duyan, anlatılamayanı anlatan olduğunu söyledi.
“Söz uçar, yazı kalır” sözüne atıfta bulunan Erdoğan, “Bugün bizi hep birlikte biz yapan, tarihin ve medeniyetimizin süzgecinden geçerek bugüne ulaşmış o eşsiz sanat eserleridir” dedi.
Bu çağın yazarlarının, bu çağın mütefekkirlerinin zamana yazdıkları eserlerin de geleceği şekillendireceğine, gelecek nesillerin ufkunu, mefkuresini ve muhayyilesini şekillendireceğine emin olduğunu ifade eden Erdoğan, “Amacımız, sanatçılarımızla, yazarlarımızla iktidar arasında bir köprü kurmak değil. Amacımız, içinden geçtiğimiz hassas süreçte yazarlarımızın birikim, tecrübe ve fikirlerinden azami derecede istifade edebilmek” diye konuştu.
Erdoğan, yıllardır acısını, sızısını hissettikleri meseleleri artık çözmek istediklerini vurgulayarak, bugüne kadar yaptıkları çalışmaların buna zemin hazırladığına inandıklarını söyledi.
Farklı, bugünkünden çok daha demokratik, çok daha müreffeh bir Türkiye'ye inandıklarını belirten Erdoğan, 7,5 yıl boyunca bunun mücadelesini verdiklerini ve bunun gayreti içinde olduklarını kaydetti.
“YENİ BİR SAYFA AÇTIK”
Başbakan Erdoğan, milli birlik ve kardeşlik projesi ile mücadelelerini bir adım daha yukarıya taşıdıklarını ve Türkiye'nin birliğine ve kardeşliğine yeni bir sayfa açtıklarını belirterek, şöyle devam etti:
“En başından itibaren söylediğimi burada bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Sanatçılarımız olmazsa, sanatçı duyarlılığı bu sürece yansımazsa bu süreç eksik kalır. Kelimelerinizle, cümlelerinizle, paragraflarınızla, dizelerinizle, kitaplarınızla, eserlerinizle sizler zaten her zaman sürecin içinde oldunuz. Bugün de yarın da bu hissiyatınızı sürece yansıtmanızı özellikle rica ediyorum. Açıkçası, anlatmaya çalıştığım hikaye, göreceksiniz ki, isimlerin yerini değiştirdiğinizde sizin hikayenizdir, sizin romanınızdır, onlar bizim hikayemiz, bizim romanımızdır.
Merhum Oğuz Atay, 'Korkuyu Beklerken' adlı eserini şu sözlerle bitirmişti 'Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?' Evet biz buradayız. Hükümet olarak buradayız, siyasetçiler olarak buradayız. Okuyoruz, takip ediyoruz, ne demek istediğinizi çok iyi anlıyoruz, anlamaya çalışıyoruz ve gereğini yapmak için çırpınıyoruz. Bir hukuk devleti içinde yapılması gerekenleri o çerçeve içerisinde yürütüyoruz.”
Başbakan Erdoğan, merhum Turgut Özal'ın vefatının 17. yılı olduğunu ifade ederek, Özal'ı da rahmetle andığını söyledi.