Güncelleme Tarihi:
Eyice, Yıldız Teknik Üniversitesinde gerçekleşen “Mimari'de İstanbul” adlı söyleşide, İstanbul'un yer itibari ile dikkat çekici bir noktada bulunduğunu belirterek, “İstanbul, kuzeyden güneye inen deniz yolunun ve doğudan batıya geçen kara yolunun kavşak noktasıdır. Tarihin her devrinde önemli bir mevki olarak görülmüştür” dedi.
“Biz İstanbul'un kıymetini bilemedik. Bilseydik İstanbul'u daha farklı görür, daha fazla korurduk” diyen Eyice, tarihi üçgen İstanbul'un jeolojik durumunun bilinmediğini, bu konuyla ilgili de bir çalışma yapılmadığını ifade etti.
Eyice, “Yani bugün gördüğümüz toprak kotu, bazı yerde sekiz metre, bazı yerlerde daha az, ya da daha derin olmak üzere değişmektedir. Bu durum karşısında İstanbul'un gerçek engebelerini ve kıyı girinti çıkıntılarını tam olarak tespit edemiyoruz. Bir uzman bu konuyu incelesin ve bize açık bilgi verecek bir sonuç çıkarsın. Daha erken devirlerde İstanbul'da muhakkak ki birileri yaşıyordu. Ama elimizde onlarla da ilgili bir bilgi yok. Yalnız şahsi kanaatim İstanbul'un en eski sakinlerinin doğrudan doğruya, bu üçgen İstanbul'da değil de, daha emin olan Haliç'in ucundaki bölgede yaşadıklarını düşünüyorum” diye konuştu.
ESKİ İSTANBUL LİMANLARI
İstanbul'daki girinti ve çıkıntıların da tam olarak bilinmediğini söyleyen Eyice, antik çağlarda, Sirkeci bölgesinde faaliyet gösteren “Neorion” adında bir limanın olduğunu, ancak limanla ilgili günümüzde herhangi bir bilginin bulunmadığını söyledi.
Semavi Eyice, Marmara kıyılarında birkaç daha liman olduğunu söyleyerek, “Bunlar Roma zamanında yapılmış limanlardır. Biri Teodorus Limanı. Bu liman daha Bizans çağında dolmaya başlamıştır ve sonunda zamanımıza kadar dolmuş bir şekilde gelmiştir. Şimdi bir deniz gibi burada kazılar yapılmakta ve birtakım arkeolojik buluntular elde edilmektedir” dedi.
Eyice, bu limanın Roma ve Bizans döneminde, İstanbul için önemli bir liman olduğunu belirterek şöyle devam etti:
“Bundan sonra küçük limanlar vardır. Sarayburnu'na doğrudur bunlar. Hatta bir tanesi Osmanlı döneminde de mevcuttur ve kullanılmıştır. 15. yüzyıldan 16. yüzyılın başlarına kadar burada faaliyet olduğu biliniyor. O devirde yapılmış olan İstanbul gravüründe de karada inşa edilmekte olan bir kadırga görünmektedir. Nitekim şuan bu limanın bulunduğu semtin adı da Kadırga Limanı'dır. Yani isim olarak dahi hala yaşamaktadır. Fakat bütün bu girintiler çıkıntılar bugün yok. İstanbul'un simasını değiştireceğiz gayesiyle sahile yapılan dolgular sayesinde, İstanbul'da kocaman bir sahil yolu yapıldı ve bütün topoğrafik durum ortadan kalktı.”
“BAYRAMPAŞA DERESİ YAKIN TARİHTE YOK EDİLDİ”
Eyice, İstanbul'un içinde doğru dürüst bir su kaynağı olmadığını, ancak adı Roma devrinde Likus, Bizans çağında Likos, Türk devrinde ise Bayrampaşa deresi denilen bir derenin olduğunu belirtti.
Bu derenin Trakya istikametinden geldiğini ve Topkapı ile Edirnekapı arasındaki vadiden şehre girdiğini ekleyen Eyice, “Vaktiyle buraya yapılmış bir kulenin içinden şehre emin bir şekilde girmesi sağlanmıştır. Nitekim Sulukule adı da buradan gelmiştir” dedi.
Eyice, şimdiki Vatan Caddesi'nin dere yatağı olduğunu ve suyun Aksaray'dan doksan derece bir dönüş yaparak, bugün kazı yapılan Yenikapı Limanı'ndan denize döküldüğüne dikkati çekti.
Prof. Dr. Eyice şöyle devam etti:
“Bugün bu dere yoktur. Son 20-30 yıl önce yapılan imar faaliyetleri sırasında bu dere yok edildi. Şimdi bir de Vatan Caddesi'nin altından metro geçiyor. Ama uzun zaman bu dere varlığını sürdürdü. İki yanındaki yüksekliklerden süzülen sular, caddenin kotu yükseltildiği için eski yatağına dönemedi ve iki yanında göletler yaptı. Bu göletler ufak gölcükler halindeydi. Sonra buralara koca koca binalar yapıldı. Şimdi bu derenin adı da, izi de yok. Hatta bu derenin üstünde bir de Osmanlı devrinde yapılmış tek kemerli bir taş köprü vardı. Şimdi görünürlerde o da yok. İstanbul'un esas şekli ile bugünkü şekli arasında bir hayli fark vardır.”
Bugün büyük inşaatlar yapılırken temel kazılarında, derinlerde Roma devrine ait kalıntılara rastlandığını ifade eden Eyice, “Roma devri 2000 sene önce yaşandı. Şehzadebaşı'ndaki Belediye Sarayı binası inşa edilirken, aşağı yukarı temel kazısında her 8-10 metrede, Roma devri sarayının mozaik olarak süslü taban döşemeleri ortaya çıktı” dedi.
Bu sarayın, Roma prenseslerinden birine ait olduğunun da tespit edildiğini kaydeden Eyice, 4 ve 5. yüzyıllarda, milattan sonra yapılan bir binanın kalıntılarının şuan 8-10 metre derinlerde çıktığını söyledi.
“İSTANBUL, 120-140 YIL ARALIKLARLA BÜYÜK DEPREMLER YAŞAMIŞTIR”
Prof. Dr. Eyice, bu durumun toprağın yükselmesi nedeniyle oluştuğunu belirterek, yükselişlerin en önemli nedenlerinden birinin de İstanbul'da yaşanan büyük depremler olduğunu kaydetti.
“İstanbul, ortalama 120-140 yıl aralıklarla deprem görmüştür” diyen Eyice, Osmanlı devrinde en büyük depremlerin 1509, 1646, 1766 ve 1894 yıllarında yaşandığını söyledi.
Eyice, bu depremlerde hemen hemen her şeyin yıkıldığını, bu sebeple halkın kagir binalardan korktuğu için ahşap binalara döndüğünü ifade etti.
Semavi Eyice, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İnşaat İstanbul'da 19 yy. sonuna kadar ahşapla gitmiştir. Depremler İstanbul'da büyük izler bırakmıştır. Bütün bu enkazlar bastırılarak üzerine yeniden inşaatlar başlamıştır. Ama şu ufak kronolojiye baktığımızda her 120 ile 140 yıl arasında İstanbul'da bir büyük deprem oluyor. Bu depremlerden sonra ahşap evlere önem verilmiş. Ama bunun da bir mahsuru Cibali, Unkapanı, Fener ve Balat gibi semtlerde başlayan bir yangın, İstanbul'un hiç eksik olmayan Poyraz'ı ile yamaçlara tırmanarak devam ediyor. Ve İstanbul'un bütün ahşap konakları, evleri yanıp gidiyor. Tabii bunların da enkazı kalıyor. İstanbul'da son büyük yangın 1918 yılında yaşanmıştır. Bu yangınlarla epey bir tahribat olmuştur. Bu yüzden İstanbul'un her hangi bir yerini kazdığınızda önce Osmanlı dönemine ait, ondan sonra Bizans, sonra da Roma kalıntıları çıkar.”