Güncelleme Tarihi:
Oyunun tanıtım metninde, “Ülkelerimiz ölüyor. Bir ülke ölmeye başladıktan sonra yapacak bir şey yoktur” deniyor. Çok çarpıcı bir ifade... Ne oluyor ülkelerimize?
- Bize hep sermayenin küreselleşmesi sonucunda dünyadaki zenginliğin daha eşit paylaşılacağı fikri şırınga edildi. Ama tam tersi oldu; yoksullar daha da yoksullaştı, zenginler daha da zenginleşti, ülkeler arasındaki eşitsizlik arttı. Savaş ve açlık insanları çaresiz bırakıyor. “Öleceksek de bu yolda ölelim” diyerek kendilerini yollara atıyorlar. Kimi dikenli tellere takılıyor, kimi denizlerde boğuluyor. Çoğumuz anlamıyoruz, “Neden böyle yapıyorlar ki” diyoruz. Böyle yapıyorlar çünkü çaresizler! Gitmezlerse zaten ölecekler. Çok acımasız bir dünyada yaşıyoruz. O ifade de oyunumuzun yazarı Matei Visniec’e ait. Göçmenlerin ülkelerini kastediyor.
Suriye politikamıza başından beri karşıyım
Çığlık atıyorlar, gözleri yaşlı gelip boynumuza sarılıyorlar
◊ Son yıllarda Anadolu turnelerinde nasıl bir Türkiye görüyorsunuz?
- Anadolu’da oruç saatlerinde çay bile içemiyorsunuz artık. Eskiden böyle değildi. Mesele burada; artık bu ülkede herkesin sünni Müslümanların hayat tarzını benimsemesi şart koşuluyor.
◊ Başka neler gözlemlediniz?
- İzleyicinin tiyatroya ilgisi beni çok duygulandırıyor. Oyun bittikten sonra öyle bir tezahürat oluyor ki şaşıyor insan. Çığlık atıyorlar. Gözleri yaşlı gelip boynumuza sarılıyorlar. Kendimi Tarkan gibi hissediyorum.
Biz gene de ümidimizi kaybetmeyeceğiz, çalışacağız
◊ Türkiye’nin göçle ilgili meselesi Suriyeli mültecilerle sınırlı değil. Bir de artık Türkiye’de yaşamamayı seçip bu ülkeden gidenler var...
- Evet, duyuyorum. Artık kolay değil burada yaşamak. İnsanlarda artık ‘ikinci bir seçeneği düşünmek zorundayız’ düşüncesi var. Ülkemiz için ne kadar acıklı... Ben ülkemi bırakmam. Belki yaşım çok ilerlediği için böyle düşünüyorum. Bir de kime bırakacağız? Bizim toprağımız, bizim dilimiz, bizim insanımız... Nasıl bırakıp gidilir? Ama gidenlerin neden gittiğini de anlamıyor değilim. Türkiye, insanların sorgusuz sualsiz tutuklanabildiği bir ülke oldu. Avrupalı sanatçılar turneye gelmiyor...
◊ Tiyatro Festivali’ndeki ‘III.: Richard’ oyunu bu yüzden iptal oldu değil mi?
- “Türkiye’de bu işin kuralı yok, Osman Kavala’yı aldılar, bizi de alırlarsa” dediler. OHAL var bir kere...
O ‘hal’ her şeyi hallettiği için... Yargıç karşısına çıkana kadar en iyi ihtimalle bir yıl geçmiş oluyor.
◊ Bir kısım da Türkiye’deki eğitim sistemiyle baş edemediği için gidiyor...
- Torunum iki yılını TEOG için harcadı. Buluğ çağında bir kız, hayatının en güzel günlerinde sabah 8’de evden çıkıp akşam 11’de eve geldi. Kimin ona böyle bir hayat dayatma hakkı var? Sonra da “Yanılmışız” deyip vazgeçiyorlar, sınavları kaldırıyorlar. “Yanılmışım, beni kandırdılar...” Çok kolay bunları söylemek. Bu ülkede tek söz sahibi sizseniz yanılmaya hakkınız yoktur. Bizi yöneten sizsiniz. Kimseye de hesap sordurmuyorsunuz üstelik. “Ben oraya milat koydum, ondan evvelkiler sayılmaz” demekle olur mu? Bunları düşündükçe insan ne yapacağını bilemiyor.
◊ Geçen seneki röportajımızda, “Vazgeçmeyi, umutsuzluğu kendime de insanlara da yakıştıramıyorum. Mücadele edeceğiz” demiştiniz...
- Evet biz gene de ümidimizi kaybetmeyeceğiz, çalışacağız. Birbirimize umut, mücadele gücü vermek
zorundayız.
Sineğin sesini duyuyorsanız oyun iyi gidiyor demektir
◊ Sizi çok az tanıyoruz. Neler yaparsınız çalışmadığınız zamanlarda?
- Bir kızım, iki torunum var. Torunlarımdan biri 14, biri 12 yaşında. En az haftada bir kez görüşüyoruz. Onun dışında yüzüyorum. Spor yapmazsam kendimi kötü hissediyorum. Ama 15 gündür yapamıyorum. ‘Hamileliğin’ son günleri çünkü... Yeni oyun çıksın, tekrar başlayacağım. Oyunun ilk gecesi ölüm kalım savaşıdır. Seyirci sevecek mi, öksürmeye mi başlayacak?
◊ Öksürükten mi ölçersiniz gidişatı?
- Öksürük ve kımıldanma. Şimdi bir de telefonların ışıkları yanmaya başlıyor. O zaman “Eyvah, seyirci gitti, hemen ilgiyi geri kazanalım” diyoruz. Ama kazanmışsak da müthiş bir sessizlik olur. Sadece uçan sineğin sesini duyarız o zaman.
Göçmenlik meselesini yedi karakterle anlatıyor
‘Göçmenleeeer’ oyununu 21’inci Tiyatro Festivali kapsamında 21 Kasım Salı ve 22 Kasım Çarşamba 20.30’da Kenter Tiyatrosu’nda izleyebilirsiniz. Oyun, sezon boyu da cuma ve cumartesi akşamları yine Kenter Tiyatrosu’nda olacak, İstanbul’un ve Anadolu’nun çeşitli salonlarında izleyiciyle buluşacak.
Cannes’da Altın Palmiye alan Östlund’un ‘Kare’si, Haneke’nin son filmi ‘Mutlu Son’, geçen hafta vizyona giren Kaurismäki imzalı ‘Umudun Öteki Yüzü’ göçmen sorunun ele alıyordu. Beyazperde tamam, şimdi sıra sahnelerde mi?
- O filmlerde çok başarılı biçimde incelemişler bu konuyu. Bundan sonra sahnelerde de daha sık göreceğiz bence.
Siz bu konuyu sahneye taşımaya nasıl karar verdiniz?
- Ülkemizdeki Suriyeli göçmenleri gördükçe, onlarla ilgili haberleri okudukça “Hay Allah, bir şey yapamıyoruz” diyordum zaten. Paris’te her gidişimde mutlaka uğradığım bir tiyatro kitapçısı var, Le Coupe-Papier. Son gidişimde orada bir kitap gördüm, kapağında botla Akdeniz’i geçmeye çalışan mülteciler vardı. Yazarı Matei Visniec, daha evvel Devlet Tiyatrosu’nda oyunu oynanmış, Romen bir yazar. Birazcık hayatını biliyordum; Çavuşesku döneminde ülkesinden kaçıp mülteci olarak Fransa’ya gitmiş bir gazeteci, oyun yazarı... Kitabı uçakta okudum ve hemen “Tamam, ben bu oyunu yapıyorum” dedim.
İzleyici uzun zamandır bu kadar güncel bir konuyu ele alan bir oyunda izlemiyordu sizi...
- Evet. Brecht’i 1968’den beri, Nâzım’ı 1975’ten beri, Deli’yi (‘Bir Delinin Hatıra Defteri’)1965’ten beri oynuyorum.
Yine çok uzun zamandır bu kadar kalabalık bir kadroyla oynamıyordunuz...
- ‘Sivas 93’ten beri bu kadar kalabalık bir kadroyla çıkmıyordum sahneye. En fazla iki oyuncu, üç müzisyen... Bu kez sahnede altı kişiyiz. En az oynayanımız, beş rol oynuyor. Benim yedi rolüm var, kılıktan kılığa giriyorum. İnsan kaçakçısından organ mafyasına çok çeşitli karakterler... Göçmenlik meselesini her boyutuyla ele alıyoruz.
Oyunda Genco Erkal’la birlikte Şirvan Akan, Ayşe Lebriz Berkem, Lütfi Can Bulut, Cem Çetin ve Yiğit Yarar rol alıyor.
Nasıl “Dünya çapında sanatçı yetiştiremedik” dersiniz?
Siz kabul etmeseniz de dünya kabul ediyor
◊ Oyunu hazırlamaya başlarken sosyal medyadan “Oyuncu arıyorum” diye bir çağrı yaptınız... Genç oyuncular zaten kapınızda yatıyordur diye düşünüyor insan...
- Genelde küçük kadrolu oyunlar yaptığımız için pek öyle olmuyor. Bu oyunda daha fazla kişiyle çalışmak gerektiği için öyle bir çağrı yaptım. Tanınmış oyuncular olmasın istedim, onların televizyon çekimleri oluyor, biz de çok turne yapan bir tiyatroyuz... Bir de açıkçası kaç kişi gelecek diye merak ettim. 60 erkek, 50 kadın başvurdu. Hepsi farklı okullarda tiyatro okumuş, çok iyi yetişmiş gençlerdi.
Hiç kültürle ilgilenmediniz ki...
◊ Nasıl buluyorsunuz yeni nesli?
- Genç oyunculara televizyon daha cazip geliyor. Çünkü orada çok kolay yoldan şöhret oluyorsunuz, çok para kazanabiliyorsunuz. Epey emek veriyorsunuz ama... Çünkü televizyon işçiliğinin de gecesi gündüzü yok. Onun dışında tiyatro yapabilmek için kendi salonlarını kuran, kendi oyunlarını yazan gençler var. Taze kan getirdiler tiyatromuza. Memlekette sanatçı olmak hâlâ zor ama bu gençler umut veriyor.
◊ Cumhurbaşkanı Erdoğan dünya çapında sanatçılar yetiştiremediğimizi söyledi geçenlerde...
- Leyla Gencer nedir? Güher-Süher Pekinel nedir? Suna Kan? İdil Biret? Fazıl Say? Bu isimler görmezden gelinebilir mi? Bedri Baykam’lar, Avni Arbaş’lar, Abidin Dino’lar, Fikret Mualla’lar... Dünya çapında ressamlarımız var. Nobel kazanmış edebiyatçımız var. Kaç yazarımız kaç dile çevrildi? Cannes Film Festivali’nde, Berlin Film Festivali’nde, Tokyo Film Festivali’nde büyük ödül kazanmış Nuri Bilge Ceylan’larımız var, Erden Kıral’larımız var. Nasıl “Dünya çapında sanatçı yetiştiremedik” dersiniz? Siz kabul etmeseniz de dünya kabul ediyor.
◊ Sanatçılar pek de destek görmediklerini söylüyor. Ona rağmen böyle üstelik değil mi?
- Hatta kösteklendiği halde! Fazıl Say’a şu an ne koro veriliyor ne orkestra... Sen Fazıl Say gibi birine muhaliftir diye yüz çevirip elinden bütün imkânları alıp da nasıl “Bizde sanatçı yetişmiyor” dersiniz? Siz hiçbir zaman kültürle ilgilenmediniz ki... “Böyle sanatın içine tüküreyim” dediniz, “Bu heykel mi, ucube” dediniz.
◊ Instagram’da AKM fotoğrafının altına “Atatürk Kültür Merkezi’ni çürümeye terk edenlere nasıl beddua ediyorum bilseniz... Beter olsunlar. Ne bu dünyada ne ötekinde rahat yüzü görmesinler. Amin” yazmıştınız. Nasıl buldunuz yeni projeyi?
- Yakından incelemedim. Nasıl yönetileceği çok önemli. Cemal Reşit Rey de çok kaliteli bir konser salonuydu. Kendi kafalarına yakın insanları oraya getirerek berbat ettiler. AKM’yi de nasıl yöneteceklerini bilmiyorum. Ama belki daha iyi olur hakikaten. AKM’yi çürümeye terk etmeselerdi eski haliyle kalmasını destekleyebilirdim ama şimdi herhalde gerçekten ayakta duracak hali yok. Belki yenisini yapmak bu halini tamir etmekten daha kolaydır. Ama onu bilhassa bu hale getirdikleri için kızıyorum. “Bugüne kadar elitin elindeydi” demelerini de kabul edemiyorum. Öğrenciler gelip üç-beş liraya senfonik müzik, opera izliyordu. Özel tiyatrolara gidemeyen halk kitleleri orada sanatla buluşuyordu.
Yüzde 50, ‘kökten Atatürkçü’ oldu
◊ Son günlerde Atatürk’e olan ilginin artması hakkında ne söylersiniz?
- Çok şaşırtıcı değil mi? İsmet İnönü’nün bir lafı vardı, “Bu ülkeye komünizm gerekiyorsa onu da biz yaparız”. Onun gibi, “Atatürkçülük gerekiyorsa onu da biz yaparız” diyorlar. Yüzde 50, ‘kökten Atatürkçü’ oldu. Ne kadarı gerçekten seviyor bilemem ama evet, ‘Atatürkçü görünenler’ arttı. Öbür tarafta da muhaliflerin tutunabildiği tek değer de o. Özlediğimiz, bugün tehlikede olduğunu düşündüğümüz her şey, Atatürk’ün ismiyle simgeleşmiş; laiklik, demokrasi, sosyal adalet,
aydınlanma, çağdaşlaşma, barış...