Yenal BİLGİCİ / ybilgici@hurriyet.com.tr
Dan Brown’ın izinde İstanbul
Dünyanın en çok okunan yazarlarından Dan Brown’ın ‘Cehennem’i bu hafta vizyonda. Tom Hanks’in canlandırdığı sanat tarihçisi Robert Langdon, yine katman katman yayılan gizemleri çözüyor. Kitaba sadık kalan filmin önemli sahneleri İstanbul’da. Dan Brown’ı İstanbul’da gezdiren sonra da bir karakter olarak ‘Cehennem’e sızan deneyimli turist rehberi Serhan Güngör’le şehrin en maceralı rotasını yürüdük.
Boğaz kıyısında görkemli bir balo... Enbe Orkestrası’nın müziği, davet için Four Seasons’ı dolduran misafirleri aralık ayında da ısıtıyor. Neşeli konuşmalar, selamlaşmalar arasında herkesin gözlerinin aradığı biri var: “O burada mı, gelmiş mi?” Başta ‘Da Vinci Şifresi’ romanlarıyla tüm dünyayı peşinden sürükleyen Dan Brown’ın aralarında olup olmadığını merak ediyorlar. Evet, orada Bay Brown. Türkiye’deki yayıncısı Altın Kitaplar’ın 50’nci kuruluş yıldönümünde Boğaz’da verilen davette etrafa gülücükler saçıyor; isteyen herkesle fotoğraf çektiriyor.
Ta ki gecenin sonunda, kalabalığın arasından sıyrılan, güleryüzlü ve sempatik bir adam, onu bir kenara çekip düzgün İngilizcesi’yle bir teklifte bulunana kadar. “Bay Brown, benim adım Serhan Güngör. Sizi yarından itibaren İstanbul’da gezdirecek rehber benim. Ama bu şehrin tadı en çok gece çıkar. Dilerseniz, dolaşmaya şimdiden başlayabiliriz.”
Dan Brown, böyle bir teklifi reddedecek biri değil. İstanbul’u saran esrarlı gece tam da onun istediği dekor. Romanları için biçilmiş kaftan... Nitekim atlıyorlar bir arabaya, soluğu Tarihi Yarımada’da alıyorlar. Kadim şehrin gecesi içine çekiyor soğuk havaya aldırmayan Brown’ı. Rehber Serhan Güngör’ün turu, yumuşak ışık ve gölgelerle başlıyor.
Ama Dante’nin Floransası’nda başlayan hikâyenin birdenbire İstanbul’a dönmesi yeterince ipucu veriyor. Dan Brown’ın Güngör’le beraber karıştığı İstanbul gecesi, Robert Langdon’ı da belli ki İstanbul’a çekmiş. Hikâyenin Ayasofya’da, Yerebatan Sarnıcı’nda düğümlenmesi belli ki bu yüzden.
Güngör, İstanbul seyahatini mümkün olduğunca uzatan yazarı, şehirde üç gün boyunca gezdirmiş. Daha sonra ‘Cehennem’de de yer bulan mekânlarda beraberce dolaşmışlar. “Çok dikkatliydi; sakindi; anlattığım her şeyi müthiş bir ilgiyle dinliyordu” diye anlatıyor Güngör, aynı hattı bu defa bizimle dolaşırken. “Zaten kitaptaki en önemli detaylardan biri onun dikkatinin eseri...
” Venedik San Marco Meydanı’ndaki Tetrark Heykeli’nden bahsediyor Güngör. 1204’te İstanbul’un işgaliyle sonuçlanan Dördüncü Haçlı Seferi’nde İstanbul’dan koparılan bu heykeldeki ‘kayıp ayak’ bugün Arkeoloji Müzesi’nde. Parçayı bize de gösterdikten hemen sonra, müzenin o güzelim bahçesinde otururken, Brown’ın bir saptamasını naklediyor Güngör. Ziyaretçi sayısını az bulduğu müze hakkında şöyle demiş yazar: “Çok önemli bir yer burası ama ‘Gizli Hazineler Müzesi’ diye adlandırsanız emin olun çok daha fazla kişi ziyaret eder.”
İşin güzel yanı, Dan Brown’ın o rehber karakterini Serhan Güngör’ün bizzat kendisinden esinlenerek yazmış olması (Yazar, bunu Yekta Kopan’a verdiği röportajda da anlatmıştı). Kitapta ismi Mirsat olan rehber, Langdon’ı Ayasofya’da görmek istediği o özel noktaya götürüyor. Tıpkı Güngör’ün Brown’ı ve bizi götürdüğü gibi...
İstanbul’u işgal eden Haçlı ordusunun komutanı, Venedik Doc’u Enrico Dandolo’nun Ayasofya’daki mezarının başındayız. Dandolo’nun kim olduğunu, neler yaptığını İstanbul aşığı yazar Mehmet Coral’ın satırlarından okuyalım (‘Başka Bir İstanbul’un Anıları, Doğan Kitap): “(...) Haçlılar kudurmuş gibi kente yayıldılar. Önlerine çıkan kadın erkek çoluk çocuk, sokak köpeklerine varıncaya kadar canlı gördükleri herkesi büyük bir kan şehvetiyle öldürdüler.
Katliam o denli vahşiydi ki, Batılı tarihçiler bile Latinlerin barbarları katbekat aştıklarını yazdı. İngiliz tarihçi Norwich’e göre, ‘Tarihin hiçbir istila eyleminde birkaç gün gibi kısa bir sürede bu denli güzelliğin toptan yok edildiği, emsalsiz sanat eserlerinin bu kadar barbarca tahrip edildiği görülmemiştir.’”
Mirsat cevaplıyor: Yerebatan Sarnıcı’na... (Bu aslında ‘su götürür’ bir bilgi; hikâyenin kolay ilerlemesi için böyle gerekmiş diyelim).
Ayasofya’dan ayrılırken gözünüzün o muazzam kubbeye takılmaması imkânsız. Filistin kökenli Bizanslı tarihçi Prokopius’un, ‘Binalar’ isimli eserinde neredeyse 1500 yıl evvel yazdıkları halen geçerli: “Bu dairenin üzerinde, binayı olağanüstü güzel yapan, muazzam küresel bir kubbe yükseliyor. Som taş duvarların üzerine değil de, alanı örtmek üzere sanki gökten altın zincirle sarkıtılmış gibi görünüyor.”
Göklerin ihtişamına ilişkin ne varsa, tam tersi elbette Yerebatan Sarnıcı’nda... Dan Brown, ‘Cehennem’in en önemli şifresini buraya koyması gerektiğini ilk görüşte sezmiş olmalı. Nitekim kaderin bağlandığı yer orası...
Kitaptaki İstanbul sadece Ayasofya ve Yerebatan’dan ibaret değil. Özenli bir şekilde anlatılmış Mısır Çarşısı da var Maslak’taki gökdelenler de... Güngör; burada kendisinin de rol oynadığını düşünüyor.
Şans mı gerçekten? Dünyanın her yanında sinema seyircileri sanat tarihçisi Robert Langdon’ın yani Tom Hanks’in İstanbul’da da geçen maceralarını izliyor. Bu şehre bir doping lazım. Belki bu işe yarar gerçekten.