Güncelleme Tarihi:
UZUN YILLAR KENDİMİZ TABANCA TAŞIDIK
- Rus Büyükelçi Karlov’un Ankara’da Türk polisine mensup bir kişi tarafından öldürülmesinin ardından Putin bu suikastın Türk-Rus ilişkilerini vurmayı hedeflediğini söyledi. Şu ana kadar da Ankara’yı zora sokacak bir tepki gelmedi. İlişkiler bu durumdan nasıl etkilenir sizce?
Ben büyükelçinin nasıl vurulduğunu Rus televizyonlarından seyrettim. Çok üzücü bir olay. Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa bir suikast ile yabancı bir büyükelçi öldürülüyor. Biz Türk diplomatları, büyükelçiler olarak Ermeni terörüne çok şehit verdiğimizden bu hususlarda daima dikkatli olmaya çalıştık. Ben ve arkadaşlarım uzun yıllar özel tabanca taşıdık. Daha sonra büyükelçi olunca korumalarımız oldu. Büyükelçinin koruma almaması basiret bağlanması belki ama belki de Türkiye’de böyle bir şeyin bir Rus sefirinin başına gelebileceğini düşünememekten ileri gelebilir.
Bu feci suikasttan sonra hem Türk hem de Rus yetkililer aklıselimle hareket ettiler. Suikast beraberce araştırılıyor.
Rusya’nın tutumu şudur; ‘Kimin yaptığı konusunda çeşitli spekülasyonlar var ama biz tahkikatın sonucunu bekliyoruz’.
- Putin’in son basın toplantısında söylediklerine bakınca Moskova’nın bu suikastın FETÖ tarafından yapılmış olma ihtimalini yüksek gördüğünü mü anlamalıyız?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine anlattıkları Putin’in kafasına yatmasaydı geçen haftayı bu kadar serinkanlı geçirebilirler miydi?
Sayın Cumhurbaşkanımızın elinde muhtemelen istihbarattan ve güvenlik güçlerinden gelen bilgiler vardır. Fakat Rusların tutumu beklemek ve tahkikatın sonucuna göre bir kanaate varmak üzerine kurulu diye anlıyorum.
DAVUTOĞLU’NUN UÇAK AÇIKLAMASINI PUTİN BİR TOKAT OLARAK ALDI
- Rusya’nın yaklaşık bir yıl önce uçağının Türkler tarafından düşürülmesi ile büyükelçisinin Türkiye topraklarında öldürülmesine verdiği tepkiler arasındaki farkı nasıl yorumluyorsunuz?
Soğuk Savaş dönemi dahil ilk defa bir Rus uçağı bilinçli bir şekilde düşürülüyor. Ondan sonra hatırlarsınız bazı talihsiz açıklamalar oldu. O zamanki başbakanın gazetelere yansıyan ‘Talimatı ben verdim’ şeklinde bir beyanı var. Putin bunu amiyane tabirle suratına vurulmuş bir tokat olarak aldı ve çok ciddi tepki gösterdi. Yine de aşırıya kaçmamaya dikkat etti. Türkiye üzerinde birincisi ekonomik yaptırımlara başvurdu, ikincisi Suriye hava sahasını yakın zamana kadar bize kapattı. Biz bu yaptırımlardan çok kötü etkilendik. Rakamlar ortada. 4.5 milyona yaklaşan turist sayısı 2016’da çok çok düştü.
Bir süre sonra Sayın Cumhurbaşkanı’nın Putin’e gönderdiği mektup bu yanlıştan iki tarafın da dönmesini sağladı. İlişkiler eski düzeyine ulaşma sürecine girdi. Büyükelçinin öldürülmesi gerçekten de Rusları yaraladı, bizleri de yaraladı. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve hükümet yetkililerinin süratle olaya ey koymaları ve Putin’le görüşmeler olabildiğince suikastın olumsuz etkilerini azaltmaya çalıştı.
SUİKASTTAN ÖNCE DE BÜYÜKELÇİLİKLER İÇİN GÜVENSİZLİK ORTAMI VARDI
- Suikastın gerçekleştiği yer Meclis’e çok yakın, ABD Büyükelçiliği’nin karşısı. Ankara’nın kalbi denebilecek bir nokta. Böyle bir olaydan sonra Türkiye’deki diğer diplomatik temsilcilikler bir güven sorunu yaşamaz mı?
Burada merhum büyükelçinin eksikliği kadar bir büyükelçinin katıldığı bir törende onun korumasız gezdiği de bilindiği halde gerekli güvenlik önlemlerinin ve istihbaratın sağlanamaması yabancı çevrelerde tartışıldı ve eleştirildi. Biliyorsunuz Türkiye’deki temsilcilikler son dönemde sık sık kendi makamları tarafından uyarıldılar. Alman ve Amerikan Büyükelçiliği ve Konsolosluğu birkaç günlüğüne kapatıldı. Başkaları da vardır. Zaten Rus Büyükelçi’nin öldürülmesinden önce de bir güvensizlik ortamı vardı. Yabancı büyükelçilikler zaten Ankara’da bir güvensizlik ortamı olduğu konusunda uyarıldıkları için bunu biliyorlardı. Ona göre tedbirler alıyorlardı. Sayın Karlov nasıl oldu da bu ortama rağmen korumasız geziyordu? Bu yanlış bir şey.
- Geçen hafta suikastın ertesi günü Türkiye-İran-Rusya’nın imza koyduğu mutabakat metninin ilk maddesi şöyle diyor; ‘Üç ülke, içerisinde pek çok etnik grubu barındıran, çok mezhepli, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü tamamen destekliyor’. Yani Beşar Esad’ın cumhurbaşkanlığını yürüttüğü ve bizim Fırat Kalkanı operasyonunda işbirliği yaptığımız ÖSO’nun karşısında savaştığı ülkeden bahsediliyor. Rusya Ankara’yı nasıl bu noktaya getirdi?
Mutabakatın sizin hatırlattığınız maddesi dışında bir de şöyle deniyor; İran, Rusya ve Türkiye, Suriye hükümeti ve muhaliflerin üzerinde görüşme yaptıkları anlaşmanın hazırlanmasına yardımcı olmaya ve bu anlaşmanın garantörü olmaya hazır olduklarını belirtir.
Sanıyorum bu ortak bildiride Rusya’nın etkisi biraz daha fazla olabilir çünkü Suriye’de askeri bakımından gerçek manada en büyük güç uçaklarıyla, üsleriyle, özel kuvvetleriyle. İran’ın desteklediği Hizbullah grubunun etkin olduğu biliniyor. Bunu bir uzlaşı olarak görmek daha uygun olur. Ama bana göre Türkiye’nin son yaklaşımı bence gerçekçi ve doğru bir yaklaşım.
- ‘Rusya’nın ya da başka faktörlerin etkisiyle olması önemli değil mesele Türkiye’nin bu noktaya gelmesi’ demek istiyorsunuz, doğru mu?
Evet, bu doğru yaklaşımdır.
BU KADAR TEHDİT ALTINDAYKEN TÜRKİYE UZLAŞILARA AÇIK OLMALI
- AK Parti yönetimi 2011 yazından sonra tüm Suriye stratejisini Esad rejiminin devrilmesi üzerine kurdu. Başta ÖSO olmak üzere ılımlı görülen muhalifler desteklendi. Muhaliflerin siyasi şemsiyesi diyebileceğimiz Suriye Ulusal Konseyi İstanbul’da kuruldu. ‘Buraya gelinmesi doğrudur’ dediğiniz nokta Ankara’nın Esad rejimi kriterinden vazgeçtiği anlamına mı geliyor?
Birincisi, Türkiye içten ve dıştan çok yönlü terörizm tehditleri altında. İkincisi, Rusya gibi büyük bir güçle iyi ilişkiler yürütmek, tekrar 2000’li yılların karşılıklı güven birlikteliğine dönmek durumundadır. Üçüncüsü, aramızda çeşitli anlaşmazlıklar çıkabilir ama Türkiye İran’ı dikkate almak durumunda. Dolayısıyla biz kendi iç güvenliğimizi sağlamak açısından etrafımızda düşmanlarla değil mümkün olduğunca dostlarla çevrilmek için birtakım uzlaşılara açık olmamız lazım. Dolayısıyla Sayın Erdoğan’ın ilk iktidara geldiklerinde söylediği gibi dostlarımızı arttırmamız, düşmanlarımızı azaltmamız lazım. Son bombalamalar ve Karlov’a suikastın gösterdiği gibi Türkiye çok yönlü ciddi bir terör tehdidi altında. Türkiye gerçekçi ve doğru bir tutum almıştır derken bu geniş çerçeve içinde düşünmeye çalışıyorum.
YAPILAN YANLIŞLAR KABUL EDİLDİ Kİ ANKARA BU DÖNÜŞÜMÜ YAŞADI
- Türkiye 5 senedir düşman muamelesi yaptığı bir liderle ve rejimiyle nasıl aynı masaya oturup garantörlük yapacak?
Bir kere bizim geleneksel dış politikamızda rejimlerin tanınması veya tanınmaması diye bir husus yoktur. Mesela bir ülkede bir darbe olup yeni bir rejim kurulduğunda bizim geleneksel dış politikamızda o rejimin tanınması diye bir uygulama yoktur. Biz ülkelerle ilişkilerimizi rejimlerle değil o ülkenin kendisiyle kurarız. Rejimlerine ve içişlerine karışmayız. Sizin de söylediğiniz gibi ciddi bir dönüşüm olmuştur ama bugünkü bu dönüşüm doğrudur ve gerçekçidir. Eskiden birtakım yanlışlar yapıldığı kabul ediliyor ki bu dönüşüm yapılıyor. Demek o uygulamaların yanlış olduğu görülüyor ve neticede bu üçlü anlaşmaya varıyoruz. Artık anladığım kadarıyla (bir değişiklik olmazsa) Esad ile ilgili eski iddiaları ileri sürmüyoruz. Mutabakat metni bunu gayet açık gösteriyor. ‘Hükümetle muhalifler arasındaki görüşmeleri destekleyeceğiz ve bir anlaşma olursa onun garantörü olacağız’ diyoruz.
MUTABAKATTA HİZBULLAH DA YOK, PYD DE
- Ortak bildiride IŞİD ile El Nusra diğer muhalif gruplardan ayrı bir kategoride ve ‘terörist’ olarak vurgulandı. Ankara’nın bu gruplarla eşdeğer gördüğü PYD’ye bir ‘terör örgütü’ atfı yok. Bu Türkiye’nin pozisyonu açısından sorunlu değil mi?
Haklısınız. Bizim pek sevmediğimiz Hizbullah da yok. Üçlü mutabakatın kabulünden sonra yapılan ortak basın toplantısında Sayın Çavuşoğlu Hizbullah’ın isminin bildiriye konulmamasını eleştirmiş. Bunun üzerine Lavrov ‘Hizbullah Suriye hükümetinin daveti üzerine ülkede bulunmaktadır’ demiş. İran Dışişleri Bakanı Zarif de ‘Türk meslektaşımın söylediklerini saygıyla karşılıyorum ama diğer ülkeler (İran ve Rusya) o şekilde düşünmüyor’ demiş. Yani bu ortak bildiri her yönüyle mükemmeldir, sorunların hepsi çözülmüştür, Türkiye’nin başındaki bütün terör tehditleri kalkmıştır demek değil. Ama terörle mücadele dahil bir sürecin iyi yönde başlatılmasıdır.
BATI İLE SORUNLARIMIZIN RUSYA İLE İLGİSİ YOK
- Rusya’nın müttefikleriyle eşitlikçi değil daha ziyade kendi nüfuz alanını genişletmeye yönelik bir ilişki tarzı olduğu biliniyor. Bu gelişmelerle Türkiye’nin çok fazla Rusya’nın yörüngesine girdiği eleştirisini getirenler var. Batı’ya dönük kızgınlıklarımız, hayal kırıklıklarımız bizi biraz fazla mı Rusya’ya doğru itti?
Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerdeki balayı 2000’li yıllarda yaşandı. Ama Rusya, Türkiye’nin bir NATO üyesi ve belirli bir blokun ülkesi olduğunu her zaman biliyordu.
Herhangi bir güvenlik anlaşmasına bağlı olmak ve bir ittifak içinde olmak başka ülkelerle ilişkilerin kötü olması anlamına gelmez. Artık Soğuk Savaş döneminde değiliz ki o dönemde Demirel’in başbakanlığı döneminde (1960’lar-70’ler) Ruslarla çok ciddi ekonomik işbirliği içindeydik.
Ara sıra birtakım dönüşler olabilir ve zaman zaman çok eleştirdiğimiz durumlara rağmen Türkiye oradan oraya yalpalayacak bir ülke değil. Dolayısıyla ben Rusya’nın tahakkümü altına girdiğine, Rusya ile ilişkilerinde aşırıya gittiği kanaatinde değilim. Türkiye’nin menfaatleri, çıkarları Rusya ile de iyi ilişkiler içinde olmayı gerektiriyor. Ümit ediyorum Avrupa ve ABD ile ilişkilerimiz de daha olumlu bir noktaya gelebilir. Biz Rusya’ya yanaştık diye o ilişkiler istediğimiz düzeyde değil diye bir durum yok ki.
- Batı ile zaten gerilimli olan o ilişkiler Ankara-Moskova yakınlaşması nedeniyle daha da olumsuz etkilenir mi?
Etkileneceği kanaatinde değilim... Bugün eleştirilen yönlerimiz Rusya ile ilişkilerimiz dolayısıyla daha olumsuz noktalara gidecek kanaatinde değilim. Eğer birtakım yanlış uygulamalarımız varsa bunları düzeltmek bizim elimizde. Ne Rusya yüzünden bunlar oldu ne de Rusya ile ilişkilerimiz tekrar çıkarlarımız doğrultusunda gelişiyor diye bu olumsuzluklar artacak.
TÜRKİYE SAĞA-SOLA YALPALAYAN DEVAMLI DIŞ POLİTİKA ARAYIŞINDA ÜLKE OLMAMALI
- Ortadoğu ülkelerinde Türkiye’nin kendilerine rejim ihraç etmek istediği, Sünnicilik yaptığı algısının yükseldiği bir dönem yaşadık. Ankara bu iddiaları hep reddetse de hangi politikalar sizce bu algıya yol açtı?
Bir dış politika tarihten, coğrafyadan, stratejiden, komşularınızın durumlarından, onların size bakışlarından, ekonomiden ve sizin kendinize nasıl bir rol biçtiğinizden oluşur. Bu uzun vadeli bir iştir. Kendinizi ne küçük göreceksiniz ne de dev aynasında göreceksiniz. Stratejik derinliktir, yeni Osmanlıcılıktır gibi birtakım kavramların ortaya atılıp bunların fazla ciddiye alınması gerçekçi bir yaklaşım değildi. Türkiye o zaman Arap ülkelerine misal gösterilirken gerçekten de demokrasi ve insan hakları açısından gelişim içinde olan bir ülkeydi.
Bir de şunu söylemek isterim Atatürk’ün dönemin dışişleri bakanlığı genel sekreterine vasiyet gibi sözleri vardır: ‘Arap ülkelerinin içişlerine ve kendileri arasındaki sorunlara karışmayacaksınız. Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler içinde olacaksınız, onları tahrik etmeyeceksiniz.’ Atatürk’ün talimatı budur. Biz bu çerçevede hareket etmeliydik, etmeliyiz. Atatürk’ün çizdiği dış politika yolu gerçekçidir. Bizim sağa-sola yalpalamamıza gerek yoktur. Rusya ile ilişkiler başka ülkeler aleyhine değil, başka ülkelerle ilişkiler Rusya aleyhine bir süreç içine girmemeli. Türkiye sağa-sola yalpalayan, devamlı dış politika arayışları içinde bir ülke olmamalıdır. Sanıyorum ve ümit ediyorum dış politikamız daha gerçekçi ve daha ayağı yere basar, daha Cumhuriyet’in öteden beri uygulayageldiği dengeli ve düşman aramayan dost arayan sürece girmiştir ve bu devam edecektir.
RUSYA HEP SICAK DENİZLERE İNMEK İSTEDİ SURİYE SAYESİNDE BAŞARDI
- Rusya, Esad yönetiminin muhaliflere karşı kayıplarının büyük olduğu dönemde uluslararası müzakerelerde bir dönem Akdeniz’e kapısı olan küçük bir Nusayri devletinin devamı pahasına Suriye’nin bölünmesine göz yumacakmış gibi duruyordu. Ama üçlü mutabakat gösterdi ki Rusya planlarını Suriye’nin bildiğimiz mevcut sınırlarıyla mevcut rejimin de içinde olacağı bir formülle devamı pozisyonunu güçlendirdi.
Rusya Çarlık döneminden beri sıcak denizlere inmeyi istemiştir. Özellikle Arap-İsrail savaşlarıyla birlikte nasıl Amerikan Altıncı Filosu Akdeniz’e geldiyse oldukça güçlü bir Sovyet filosu da Akdeniz’de daima var olmuştur. Başka ülkelerde de istemesine rağmen Rusya sadece Suriye’de üsler temin edebilmiştir. Suriye, Rusya için her zaman Akdeniz’de dayanak noktası olmuştur. Şimdi de son hadiselerden sonra bir hava üssü kurmuştur Suriye’de biliyorsunuz. Dolayısıyla sadece Nusayri azınlığının kuracağı bir devletle idare edeceğini sanmak doğru olmazdı.
RUSYA TÜRKİYE’NİN KÜRT KORİDORUNU ENGELLEMESİNE ONAY VERDİ
- Batı PYD’ye pragmatik bir çerçeveden bakıyor ve IŞİD’le savaşta en etkin yerel ortağı olduğu için siyasi sonuçlarına çok takılmadan bugün onlara verdiği destekte ısrarlı. Suriyeli Kürtler ve PYD Rusya için ne ifade ediyor?
Her devlet birtakım girişimlerinde bazı unsurları kullanır. Bizim de vaktiyle yaptığımız gibi. Batı Suriye’deki rejimi yıkmak, Rusya da Suriye’deki rejimi korumak açısından PYD ile ve diğer yan unsurlarla zaman zaman işbirliği yaptılar. Batı’nın bu pozisyonu devam ediyor. Eğer uçak düşürme hadisesinden sonra Rusya ile anlaşma olmasaydı Türkiye kolay kolay El Bab’a doğru hareket edemezdi. Türkiye El Bab’a’e giderken IŞİD’den bir başka hedefi daha vardı; Kürt koridorunun engellenmesi. Dolayısıyla Rusya yardımcı olmasa bile buna göz yumuyor çünkü çıkarları onu gerektiriyor. Ruslar Suriye’de Türkiye’nin de Moskova bildirisine uyan süreç içinde olmasının kendi çıkarlarına uygun olduğunu düşünüyor.
- Tarihsel olarak Rusya’nın Kürtlere bakışı nedir?
Rus politikası tarih boyunca Kürtleri zaman zaman kullanmıştır ama Rusya’nın Irak Kürtleri olsun, İran Kürtleri olsun ilişkilerinde bir yeknesaklık olduğunu söylemek mümkün değil. Zamana ve konjonktüre göre değişmiştir. Mesela Kurtuluş Savaşı sırasında Kürtleri Türkiye aleyhine kullanmamıştır. Bugün de Türkiye ile ilişkilerini feda etmek uğruna oraya PYD’ye desteğini fazla devam ettirmez. O nedenle de Suriye’de Türk kuvvetlerinin Kürt koridorunu engellemesine göz yumdu, hatta belki buna destek verdi.
RUSYA GÜLEN OKULLARINI ARKASINDA ABD VAR ENDİŞESİYLE KAPATTI
- Fetullah Gülen okullarını dünyada ilk kapatan ülkelerin başında Putin’in Rusya’sı vardı. Hatta bunu AK Parti hükümetinin elçiliklerine Gülen okullarına destek talimatı verdiği bir dönemde yaptı -ki siz de o sırada Moskova’da büyükelçi idiniz-. Rusya’nın bunu yaparken motivasyonu neydi?
Dediğiniz gibi Rusya 2005’te yavaş yavaş çevreden merkeze doğru okulları kapatmaya başladı. 2007 yılında sadece Moskova’da bir okul kaldı, Tataristan’da ise 8 okul kaldı. 2008 yılında onlar da kapatıldı, dönüştürüldü. Sanıyorum Rus yetkililerin kafasını en fazla meşgul eden husus Türklerin kendi hassas bölgelerinde bu kadar faal olmasıydı. İkincisi de bu yapının arkasında Amerika’nın olabileceği endişesiyle hareket ettikleri kanaatindeyim. Dincilikten ziyade burada ne işleri var ve bunların arkasında Amerika var mıdır sorularını sordular. Ve herhalde ‘vardır’ endişesini de doğrulayacak şeyler var ki ellerinde 2008 yılında tamamen okullar kapatıldı ve Rus sistemine uygun okullar haline dönüştürüldü.
ANKARA REJİM DEĞİŞİKLİKLERİYLE İLGİLENMEMELİ
- ABD’nin yeni Başkanı Trump’ın Putin’in Rusya’sı ile alıştığımızın ötesinde yakın ilişki kurma hedefi var. Yeni dönemde yeniden tanımlanacak olan Washington-Moskova ilişkilerinden Türkiye nasıl etkilenir?
Türkiye’nin bir tarafa fazla yanaşıp diğer tarafa düşmanca davranması doğru olmaz. İki taraf arasında dengeli bir politika izlemelidir. Menfaatler neyi gerektiriyorsa o istikamette. Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde geldiği noktanın ülkemizin geleneksel dış politika prensipleriyle uyumlu olduğu kanaatindeyim. Türkiye rejim değişiklikleriyle ilgilenmemeli. Amerika’nın Irak’ta, Libya’da yaptıkları malum. Şimdi Irak daha iyi durumda mı? Birtakım rejimlerin yanlışlarının düzeltilmesini iç dinamiklere bırakmakta ve en azından silahlı müdahaleden kaçınmakta fayda var.
KİMDİR?
Kurtuluş Taşkent 1967’de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezuniyetinin ardından Dışişleri Bakanlığı’na girdi. 40 yıllık Hariciye kariyerine pek çok önemli görev sığdırdı. 1995-1999 yılları arasında Astana büyükelçisi, 1999-2000 yıllarında Dışişleri Bakanlığı müşaviri, 2000-2002 yıllarında ABD ile ilişkilerden sorumlu müsteşar yardımcısı olarak görev yaptı. 2002-2008 yılları arasında Türkiye’nin Moskova’da en uzun görev yapan büyükelçilerinden biri oldu. 2008’de Türkiye’ye dönüşünde Dış Politika Danışma Kurulu üyesi olarak atandı, ertesi sene emekli oldu.