Güncelleme Tarihi:
BUNDAN SONRA SİLAH TEHDİDİYLE BİLE KİMSE BENİ SİYASETE SOKAMAZ
- Geçen hafta New York’ta ‘Başarısız Darbe Girişiminin Anatomisi’ başlıklı paneli yönettiniz. Davet kimden geldi? Bunu AK Parti’nin değirmenine su taşımak olarak görenler oldu.
Bu paneli düzenleyen Bahçeşehir Üniversitesi’nin Amerika’da kurduğu ‘Global Policy Institute’ isimli düşünce kuruluşu. Bahçeşehir Üniversitesi’nin kurucusu Enver Yücel de benim çok eski dostum. Panelden iki hafta önce beni aradı ve benden bu paneli yönetmemi istedi. Ben de memnuniyetle kabul ettim. 23 Eylül günü de New York’un en itibarlı mekânlarından birisi olan Harvard Club’da bu toplantıyı yaptık. Başkanlık seçimiyle yatıp kalkan Amerikan kamuoyuna Türkiye’deki darbe girişiminin arka planını anlatmayı, daha doğrusu bu konuda yapılan yanlı ve yanlış yayınların etkisini elimizden geldiğince gidermeyi amaçladık. Bunu sadece bir vatandaşlık görevi olarak yaptık. Özellikle medyadan, akademisyenlerden ve düşünce kuruluşlarından iyi bir katılım oldu. Ben zaten daha önce de Almanya ve Avusturya medyasında mülakat yaptım, makaleler yazdım. Onlar beni AK Parti’nin muhaliflerinden diye tanıttılar.
- Siz de kendinizi böyle mi tanımlıyorsunuz?
Benim AK Partili olmadığımı AK Partililer de biliyor. Hatta bana göre biz Anavatan Partisi olarak Türkiye’de hiç benzeri olmayan bir ekolü temsil ediyoruz. Bizim özelliğimiz eğilimleri birleştirmekti. Ben Türkiye’de bizim dışımızdaki bütün siyasi partilerin şu veya bu yönden Türkiye’deki farklılıklardan nemalandığını düşünüyorum. Türkiye sadece fiziki ve coğrafi olarak değil sosyal yapı olarak da deprem fayları üzerinde olan bir ülke. Bizim sadece altımızdan geçmiyor deprem fayları, üstümüzden de bizi ayıran etnik, mezhepsel, yaşam tarzı, kültürel farklar gibi çok fazla fay geçiyor. Bana göre Türkiye’de siyasetçinin öncelikli görevi bu faylara rağmen Türkiye’yi bir arada tutmak olmalı. Ama bizim dışımızdaki hiçbir siyasi partinin bu farklılıkları gidermek için çaba harcadığına hiç emin değilim.
Anavatan Partisi’yle birlikte benim siyasi hayatım da sona erdi. Ben Özal’dan sonra bütün o türbülanslı dönemlerde Anavatan Partisi’ni 12 sene daha genel başkan olarak ayakta tuttum. Ama maalesef benden sonraki siyasi konjonktürde artık Türkiye’de birleştirici bir partinin farklılıkları gidermek pahasına bedel üstlense de yaşam şansı olmadığını gördüm. O tarihten beri de siyaseti sadece yakından izliyorum. Ancak bu beni yapılan iyi işlerden mutlu olmaktan, yanlışlardan mutsuzluğa düşmekten de alıkoymuyor. Siyaseti yakından izliyorum ve örneğin normal şartlarda çok daha uzun zamanda gerçekleşecek çok büyük altyapı yatırımlarının kısa sürelerde ülkeye kazandırılmasından büyük mutluluk duyuyorum. Buna karşılık, ülkenin temeli olan adalet kurumunun içine düştüğü kaostan, dış politikada sık sık yaşadığımız gereksiz krizlerden de büyük üzüntü duyuyorum.
- ‘Ben aktif siyaset defterini kapattım. Bir daha dönmek gibi bir niyetim yok’ diyorsunuz. Ama sizin 15 Temmuz paneliyle gündeme gelmenizi belli çevreler ‘Mesut Yılmaz’ın acaba AK Parti saflarında siyasete dönmeye niyeti mi var?’ diye yorumlayabilir.
Bundan sonra silah tehdidiyle bile kimse beni siyasete sokamaz. Ben 30 sene siyaset yaptım. 12 sene genel başkanlık, 3 defa başbakanlık, muhalefet liderliği, bağımsız milletvekillik yaptım. Siyasetin iyi-kötü bütün yönlerini yaşadım. Bana göre Türkiye’de siyaset yapmak için ben yanlış bir insanım.
GÜLEN’LE ÖZAL’IN ÖLÜMÜNDEN SONRA 3 KEZ GÖRÜŞTÜM HİÇ ETKİLENMEDİM
- 28 Şubat davası için mahkemeye tanık olarak gittiğinizde Fetullah Gülen ile birkaç kez görüştüğünüzü ama kendisinden hiç etkilenmediğinizi anlattınız. Ancak biliyoruz ki başta Ecevit olmak üzere dönem dönem koalisyon kurduğunuz siyasetçilerin Gülen’e büyük teveccühü vardı. Hatta aleyhinde bir hukuki tasarruf olmasın diye çaba gösteriyorlardı. Siz tam da o dönemlerde mi görüştünüz?
Ben Fetullah Gülen’i hayatımda ilk kez rahmetli Özal’ın cenaze töreninde gördüm. Ondan sonraki beş yıl içinde de yanlış hatırlamıyorsam üç kez görüştüm. Görüşmelere ANAP’ta siyaset yapan ve kendisine sempati duyan arkadaşlar aracılık ettiler. Tek amacım önemli bir kitleyi etkileyen ve etkisi giderek artan bir din adamını tanımaktı. Sanıyorum onun açısından da aynı şey söz konusuydu. Çünkü ben 28 Şubat’tan sonraki hükümetin başbakanıydım. Bu görüşmelerde kendisinden hiç etkilenmedim. Onun da benden etkilenmediğini zannediyorum.
ECEVİT HAYATTA OLSA O DA ERDOĞAN GİBİ ‘HATA YAPMIŞIM’ DERDİ
- Sizin o gün görüştüğünüz Gülen profili 15 Temmuz sonrasında tartışılan profille örtüşüyor mu?
İtiraf edeyim ki, gördüğüm o çok mütevazı, çok saygılı, her sözünü tartarak konuşan insanın böyle bir terör örgütüne liderlik yapabileceğini o tarihlerde hiç aklımdan geçirmedim. Beni uyaran hadise bu hareket mensuplarının zaman içinde devletin istihbarat birimlerine aşırı ilgi duymaları ve bu birimlerde görevlendirilen kişilerin Cemaat’e yakınlık söylentileri oldu. Bu konudaki şüphelerimi zaman zaman rahmetli Ecevit’le de paylaştım ve tartıştım. Rahmetli Ecevit Gülen hareketine sempatisini gizlemezdi. Hatta MGK’da cemaatler meselesi gündeme geldiğinde ‘Tüm cemaatleri aynı kefeye koymamak lazım, bunların içinde Türkiye’yi yurtdışında tanıtan, Türkçeyi yaygınlaştırmak için çalışan, eğitim hizmeti sağlayanlar var’ diye konuştuğunu hatırlıyorum. Rahmetli Ecevit’in laiklik konusundaki hassasiyeti herkesin malumudur. Eminim ki, bugün hayatta olsaydı ve 15 Temmuz’u yaşasaydı o da Sayın Cumhurbaşkanımız gibi ‘Ben bu örgütü böyle bilmiyorum, hata yapmışım’ derdi.
KOALİSYON DÖNEMİNDE GÜLEN’E SORUŞTURMA AÇILMASINI SAVUNAN HEP BENDİM
- Sizin Ecevit’le tartışmanızın sebebi neydi?
Ben hükümet olarak bu konuyu sorgulamamız gerektiğini düşünüyordum. Gerekirse bu konuda bir soruşturma açılması gerektiğini savunuyordum. 1996-1999 yılları arasında hep bunu savundum.
- 15 Temmuz’dan sonra eski Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral bir televizyon programında şöyle bir hikâye anlattı: 1998 Eylül’ünde Emniyet’teki Cemaat kadrolarına yönelik bir çalışma yapmak istedim. Mesut Bey ‘Sakın ha, Ecevit bu Cemaat’e meftundur’ dedi...
Ben o programı izledikten sonra Sayın Saral’ı aradım ve meftun kelimesini benim hayatımda belki de hiç kullanmadığımı, benim böyle bir ifadem olmadığını söyledim. Kendisi de bana ‘Efendim haklısınız. Siz bana Ecevit bu konuda hassastır dediniz, ama ben onu böyle anlamlandırdım’ dedi. Önemli olan husus şu: Gülen örgütü o dönemde hem Genelkurmay hem de MİT tarafından zaten sürekli izleniyor. Ama bugün geriye baktığımız zaman görüyoruz ki, bu incelemeyi yapacak birimlere nüfuz ettikleri için bu incelemelerden hiçbir sonuç çıkmamış. Nuh Mete Yüksel’in Gülen aleyhine açtığı davayı hatırlayın. O davada delil yetersizliğinden beraat kararı çıktı. Bugün gün ışığına çıkan gerçeklerin çoğu zaten o davanın iddianamesinde de vardı. Eğer yargınız ele geçirilmişse siz hukuk devletinde polis raporuyla nasıl sonuç alacaksınız?
- Cevdet Saral o yayında size ithafen şunu da söyledi; ‘Ecevit sizin cemaat aleyhine bir soruşturma yaptığınızı öğrenirse hükümet yıkılır’.
Doğru değil. Ecevit bu konuda hassastır, bu soruşturma sağlıklı yürümez, siyaset olarak da bize zarar verir dedim.
170 ÜLKEDE OKUL KENDİSİNE VERİLEN GLOBAL GÖREVİN GEREĞİ
- Fetullah Gülen’in 1998’de ABD’ye gitmesinin ardından teşkilatı nasıl evrildi sizce?
Bana göre, Gülen örgütü Türkiye ile sınırlı bir proje değildir. Yani milli bir proje değildir, uluslararası bir projedir. 170 ülkeye el atmış olması ülkeye hizmet etmek için değil, kendisine verilen global görevin gereğidir. Ama bunun bağlantılarını, arkasındaki güçleri şu anda net olarak ortaya koyabilecek durumunda değiliz. Bunu engelleyen iki unsur var. Birincisi, arkasındaki odakların çok çok profesyonel olmaları ve bağlantılarını çok iyi kamufle etmeleri. İkincisi örgütün Türkiye’de belki de MİT dahil hiçbir örgütün başaramadığı kadar gizlilik esası içinde çalışmalarını yürütmüş olması. Düşünebiliyor musunuz adamlar kendi haberleşmeleri için özel sistem geliştirmişler ve devletin istihbaratı şimdi bunu çözmeye çalışıyor.
‘CIA DARBENİN ARKASINDA OLSAYDI BAŞARILI OLURDU’ DEDİLER
- AK Parti iktidarı 15 Temmuz darbe kalkışması Washington’da planlanmış gibi açıklamalar yaptı. ABD aktif bir şekilde bu planın içinde yer aldı mı sizce?
Panel için Amerika’ya gittiğimde önemli görevlerde bulunmuş şu anda danışmanlık yapan birisine ‘Bu işin arkasında CIA olabilir mi?’ diye sordum. ‘Eğer öyle olsaydı başarısız olmazdı’ dedi ve bana bir darbenin başarılı olması için öncelikle iletişim sistemlerinin nasıl çökertilebileceğini anlattı. Doğrusu ben de işin söylendiği kadar basit olmadığını düşünüyorum. Amerika’nın zamanında komünizme karşı öngörülen herkesin bildiği bir yeşil kuşak projesi vardı, sonra bu ılımlı İslam projesine dönüştü. Bu politikalar kapsamındaki taşeronlardan birisi de bu örgüt olabilir. Ama bu politikalar her zaman yönetimin resmi politikası değildir. Çeşitli düşünce kuruluşlarında, istihbarat örgütlerinde bu politikalarla ilgili sürekli senaryolar üretilir. Eğer seçilen yönetim bunları benimserse uygular, isterse kısmen veya değiştirerek uygular, isterse rafa kaldırır.
Zaman zaman Amerika’da CIA ile FBI, Dışişleri Bakanlığı ile Pentagon sanki ayrı iki devletmiş gibi birbirleriyle mücadeleye girerler. Hatırladığım kadarıyla Gülen’in yeşil kart meselesi de böyle bir mücadeleye neden olmuştur. O zaman Türkiye’deki Gülen sempatizanlarının da referansıyla mahkeme yeşil kart kararını vermiştir. FBI buna sonuna kadar karşı çıkmıştır ama CIA bunu uluslararası perspektifle desteklemiştir.
- Neden böylesi bir uluslararası proje için daha önce yurtdışıyla pek de bağlantısı olmayan bir vaizi tercih etmiş olabilirler? Gülen teşkilatına yüklenen uluslararası misyon nedir?
O hikâyenin bütün detaylarına vakıf değiliz. Onlar bunu sıfırdan mı alıp eğittiler yoksa gücünü gördükten sonra üstüne mi oturdular, bunları daha bilmiyoruz. Ama benim iddiam bunların arkasında yabancı odaklar var. Bu ABD demek değildir.
- 15 Temmuz gecesi Türkiye halkının demokrasiye sahip çıkması sizce neden ABD’de ve genel olarak Batı’da hak ettiği karşılığı görmedi?
Ben uzun süre Almanya ve Avusturya’da yaşadım, ikisinin basınını da yakından takip ederim. Darbe gecesi Türk medyasıyla onlar arasında uçurum vardı. Darbenin başarıya ulaşmamış olması adeta Batı medyası için sürpriz oldu.
- Batı darbenin başarılı olmasını mı istedi?
Batı medyası şimdiye kadar hiçbir siyaset insanına olmadığı kadar Tayyip Bey’e karşı. Her ne kadar seçim sonuçları Tayyip Bey’in yüzde 40 ile 50 arasında değişen bir oy oranına ulaştığını gösterse de Türkiye’de çok büyük bir kitlenin de böyle bir darbe teşebbüsüne destek vereceğini varsaydıkları görünüyor. Darbecilerin artık teslim olmaya başladığı saatlerde dahi BBC televizyonuna çıkan bir akademisyen ‘Bekleyin, daha her şey bitmedi, değişebilir’ gibi yorumlar yapıyordu. Bütün bunlar bana çok önyargılı geldi, Türkiye’ye karşı çok haksız değerlendirmeler olarak geldi. Düşünün ki Avusturya’da darbe girişiminden iki gün sonra dışişleri bakanı ‘Türkiye ile AB görüşmeleri hemen kesilmelidir’ dedi.
GÜLEN’İN İADESİNİN AMERİKAN YARGISINDA LABİRENTE GİRECEĞİNDEN ENDİŞELİYİM
- Türkiye’nin bugün ABD’den öncelikli beklentisi Fetullah Gülen’i iade etmesi, onu yapmıyorsa bile en azından tutuklayıp bir an önce yargılaması. Bu yönde hızlı bir gelişme olabileceğine inanıyor musunuz?
Bu yönde hızlı bir gelişme olmasını ister misiniz deseydiniz cevabı çok kolaydı. Tabii ki isterim. Ama çok fazla umudum yok. Gerek bu örgütün yapısal özelliği, gerekse bunun arkasındaki güçlerin kendilerini kamufle maharetinden dolayı yargının bu konuda bir karar vermek için ihtiyaç duyacağı somut delillere ulaşılabileceğinden ciddi kuşkum var. Şu ana kadar Türkiye’de delil diye ifade ettiğimiz şeylerin önemli bir bölümü sanık ifadeleridir. Sanık ifadelerinin baskı altında alındığı argümanı Batı’da her zaman rağbet gören bir argümandır. Bence en önemlisi Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın ifadesidir. Darbeciler eğer onu Fetullah Hoca ile görüştürmek istiyorlarsa bu o bağlantının en somut delilidir. Ama bu bir mahkeme kararı için yeterli delil olur mu olmaz mı o ayrı konu. Bence bu mesele Türkiye’de bile yargısal karara bağlanması uzun zaman gerektirecek bir konudur. Amerikan yargısında ben bunun bir labirente gireceğinden korkuyorum.
AB TÜRKİYE’Yİ DEMOKRASİYE DÖNÜŞTÜRMENİN YOLUDUR
TAYYİP BEY BUNU BAŞARIRSA TÜRKİYE’NİN DE GAULLE’Ü OLUR
- Biraz başa dönersek... 15 Temmuz bir fırsattır dediniz. Ne için fırsattır?
25 gün sonra Cumhuriyet’in kuruluşunun yıldönümü. 100. yıldönümüne varmamıza 7 yıl kalıyor. Türkiye’nin artık şu darbe girişiminin izlerini temizleyip, sorumluları ortaya çıkarıp, senaryosunu çözüp yoluna bakması lazım. Türkiye’nin önünde artık ne kendisini içeriden işgal etmiş olan bir cemaatin lekesi var ne üzerinde ordunun vesayeti iddialarını haklı çıkaracak bir zafiyeti var. Türkiye’de şu anda yüzde 50 oy almış meşru olarak seçilmiş bir iktidar var. Yani AB ölçeğinde bir demokrasiye ulaşmamızın önünde yapısal bir siyasal engel kalmadı.
Ben Tayyip Erdoğan gibi bu darbe teşebbüsünü milat kabul ettiğimi söylemişsem eğer, onun yerinde olsam bunun arkasından atacağım adım Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni 2023 yılına artık içi tam demokrasiyle doldurulmuş bir ülke olarak taşımak olur. Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyini ben AB düzeyi olarak görüyorum. Rahmetli Özal Anavatan Partisi’ni kurduğumuzda genel merkezin açılışında deftere ‘Size göstereceğim en önemli hedef AB üyeliğidir. Bizi bu yoldan vazgeçirmek için çok tertipler yapacaklar ama bundan asla vazgeçmeyin. Vasiyetim budur’ diye yazmıştı. Biz bu hedeften hiç vazgeçmemeliyiz. AB benim için Türkiye’yi demokrasiye dönüştürmenin yoludur. Biz 2023’te AB düzeyine çıkalım, onlar bizi referandumda kabul etmeyip rahmetli Erbakan’ı haklı çıkarsınlar. Demokratik bir İslam ülkesini sırf dininden dolayı AB’ye kabul etmemiş olsunlar. Kendi çok kültürlü medeniyet prensipleriyle ters düşsünler. Bunu başaracak Tayyip Erdoğan Türkiye’nin De Gaulle’ü gibi olur. Ama Tayyip Bey öbür yola girerse neler olacağını düşünmek bile istemiyorum.
DEVAMLI AF DİLEYEMEZSİNİZ
- Darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL’in ülkede yarattığı sıkıntılı atmosferin izleri ne kadar sürer sizce?
Şu anda bir darbe sendromu yaşıyoruz. Olayların aydınlatılması için biraz demokratik sabır göstermemiz gerektiğine inanıyorum. Cumhuriyet tarihinin en ağır bunalımıdır şu an yaşadığımız. Büyük ve karanlık olaydır. Bütün gerçeğin ortaya çıkması biraz zaman gerektirebilir. Cumhurbaşkanı’nın son beyanına bakarsan bir seneyi de geçebilir. Tabii ki bunun en kısa süreye çekilmesi lazım ama bir yandan da iş çok geniş boyutlu. Çok ince yürütülmesi gereken bir süreç. Beni yavaş konuşuyor diye eleştirirler ya bugün devleti yönetenlerin ağızlarından çıkan lafı 4 defa düşünmeleri lazım. Ve tutarlı olmak lazım. Devamlı af dileyemezsiniz.
AKP iktidarının zamanında Fetullah Gülen örgütüyle işbirliği yapmış olması, devlette onların kayırılmasına göz yummuş olması da siyasi sorumluluk gerektiren hadiselerdir. Bu siyasi sorumluluğu sandıkta sorgulayacak olan da millettir.
YARIN:
Yüce Divan’da yargılanırken süreci uzatan hangi belgenin FETÖ imalatı olduğunu düşünüyor?
28 Şubat’tan sonraki dönemin başbakanı olarak askerlerle neler yaşadı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile en son ne zaman görüştü, neler konuştular?