Paylaş
Bıraksak tuvaletten hiç çıkmayacakları kesin de, hani mecburen çıktıklarında aradan ne kadar zaman geçmiştir onu merak ediyorum ben. Pekiii, tuvalette uzun süre kalabilmenin açıklaması anatomik farklılık olabilir mi? Ben “tuvalette uzun kalan kadın hikayesi” pek duymuyorum da, ya da karısından tuvalette çok uzun kaldığı için şikayet eden adamlara denk gelmiyorum demeli belki. (Hemen şu satırda kendimi öne atmalı ve bazen benim de kendime hediye ettiğim ekstra 2 dakikalık tuvalet molasını anlatmalıyım ki haksızlık olmasın bence...)
Evet, ben de bazen tuvaletten işim bitse de hemen çıkmıyorum. Çünkü bir tek oradayken çağıranım yok. Çünkü zaten nadiren tuvalete gidecek vakit buluyorum, bulduğum zamanı da çok efektif ve seri kullanmam gerektiğinden bu konuya ciddi kafa patlatıyorum. Malum bir kadının en rahat anı tuvaletteki zamanı. Aaaaaa ha! Belki de adamlar bunu bildiği için girince çıkmıyorlar, hmmm... düşündürücü.
Özgürüm ya tuvalette bir iki dakikalığına; 2 karın hareketi, 3 kol kası filan yapıp öyle çıkıyorum. Sihirli hareketlerim var benim karnım ve kollarım için durduğum yerde çaktırmadan yapabildiğim. Madem tuvaletteyim, hiç zaman kaybeder miyim, acilen değerlendiririm. Ama bu anlattığım hepsi hepsi azami 5 dakika! Zaten hemen darallar geliyor, çıkıyorum koşa koşa. Ama erkek kişiler oh maşallah girdiyse tuvalete, adamı unut. Çıktığında yaşlanmış bile olabilirsin kızııım koş botoksa!
Bu olayı anlamaya and içtim, oturdum etrafımdaki tüm erkekleri tek tek incelemeye aldım; en küçüğünden en büyüğüne, oğlumdan eşime, kardeşimden, arkadaşıma, arkadaşımdan elin kocasına... Herkesi sorup soruşturdum istisnasız tuvalete giren adam en az 45 dakika içeride. Bir tanesi de çıkıp benimki “beş dakkada Beşiktaş” demedi. Adamlar tuvalette bir yaşam şekli yaratmışlar, resmen orada bir hayatları var. Tuvalete dijitürk kurdurmayı talep edeni var yahu! Herhangi bir tuvalete de kolay giremiyorlar. En kötüsü 5 yıldızlı otel tuvaleti mertebesinde hilton tipi olacak! Yahu ben tuvalete gidecek vakit bulamıyorum diyorum, bulunca da hızlı tren modunda davranıyorum, tipine bakan kim? Neyse bakın daha fazla detaya girmiyorum, Pazartesi Pazartesi içimize ettin demeyin diye şuracıkta kesiyorum.
Bu tuvalette uzun kalınmasına sinir oluyorum sinir! Evinde 2 tuvalet yoksa bittin. Komşuya gidersin sıkışınca!
Beni bağlasanız, dünyaları vaad etseniz, önüme en sevdiğim kitapları koysanız, uydudan capcanlı kesintisiz Dr. House yayını yapmayı garantileseniz de 5 dakikadan fazla duramam o her türlü abuk sesin fayanssal eko yaptığı kokulu dünyada.
Hesap yaptım, bir erkeğin 80 yaşına kadar yaklaşık 30bin saati filan tuvalette heba! Bu da neredeyse 3.5 sene demek ahaliiii! Amanin boooo... Vay hallerine... Kitap okuyanı, bilgisayarda çalışanı, hayallere dalanı, fantazi yapanı, boş boş tavana bakanı, işini göreni, çalışanı, hatta telekonferans yapanı bile varmış ya! Hayır anlamıyorum telekonferans için bayağı bir yankı var, uydudan mı bildiriyorum diyorlar ne diyorlar yoksa?
Peki ya dalıp sifonu çekerlerse ne olacak? İş “kaka” yoluna mı gitti diyecekler mesela?
Ay neyse ne!
Anlayan ve çözen varsa bana da anlatsın iki ara bir derede.
Hem zaten çok sıkıştım, gitmem lazım...
Tuvalete!
Yonca
“hınzır”
Aziz Türkçem
Geçen akşam Habertürk’ te Sevim Gözay’ ın Su Samuru temalı tartışma programını seyrederken gülme krizine girdim, affola. Serdar Turgut-Nazlı Ilıcak arasındaki konuşmanın “Senin önünü kim açtı – Benim önümü Kemal açtı- hepimizin önünü açan birileri var – Ben de onun önünü açtım- Herkesin önü açılsın” şeklinde olunca, sinirlerim bozuldu, aklıma Acun’ un “Kutunuzu açalım mı – kutunda ne var – kutunu nasıl hissediyorsun- benim kutum küçük - kutumu iyi hissetmiyorum – bugün kutum kapalı-benim kutumu bırak onun kutusunu aç çünkü onun kutusu büyük” replikleri geldi aklıma. İyice beter oldum, kahkahalar attım ekran karşısında. İnsanın aklı başka yerde olunca, kusuru Türkçe’ de aramak da çok “a la turca”.
Yonca
“fesat”
Kadın kişi pabuç atmaz
Kıymetlidir bizim ayakkabılarımız. Kıyamayız.
Fırlatırsak da zaten asla ıskalamayız.
Çakarız.
Yonca
“şair”
Dan Brown’ un son kitabı The Lost Symbol’ dan dövme analizi
“The goal of tattoing was never beauty. It was change. The act of tattooing one's skin was a transformative declaration of power, an announcement to the world:
I am in control of my own flesh.” Şöyle çevirilebilir sanırım; Dövmenin amacı hiçbir zaman güzellik olmadı. Amaç değişimdi. Dövme yaptırmak dünyaya karşı değişmekte olan güce dair bir bildirgeydi; dünyaya “derim/tenim/bedenimdir, ona ben hükmediyorum” demekti.” Giderek daha fazla kadının dövmeli olmasının alt mesajı bu olabilir mi? Bende de var, 2 tane... İlginç değil mi?
Yonca
“dövmeli”
Paylaş