Esra ÜLKAR
Oluşturulma Tarihi: Aralık 02, 2017 23:34
Türkiye’nin de imzaladığı Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi, her çocuğun eğitim, sağlık gibi haklarını yasayla güvence altına alıyor. Yine Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) yönetmeliğine göre engelli öğrencilerin kaynaştırma eğitimine katılarak yaşıtlarıyla aynı okullarda eğitim alma hakkı bulunuyor. Maalesef sıkça dile getirilen bu haklar lafta ve kâğıt üzerinde kalıyor. Dilara, Rüzgar, Özge, Raci’nin yaşadıkları da bunun en çarpıcı örneklerinden. Onların hikâyelerini dinledikçe en temel hakları olan eğitim için bile ne kadar olağanüstü bir çaba sarf etmeleri gerektiği daha net anlaşılıyor.
EŞİT HAKLAR İSTİYORUZ
Bugün Dünya Engelliler Günü. Engelliler bugüne kadar eylemlerle, yazıyla, sözle dile getirdikleri talepleri bir kez daha tekrarlayacak:
-Herkesle eşit haklara, fırsat ve olanaklara sahip yurttaşlar olarak yaşamak istiyoruz.
-Nitelikli ve erişilebilir bir eğitim istiyoruz.
-Haklara, hizmetlere ve bilgiye erişimin önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz.
-Herkes için tasarlanmış kentler, sokaklar, konutlar, toplu taşıma araçları, ürünler istiyoruz.
-Toplumsal yaşamda, bilimde sanatta ve siyasette etkin olarak yer almak istiyoruz.
-Temsil organlarında sadece engelli sorunları için değil ülke ve dünya sorunlarının çözümüne katkı sunabileceğimiz için de yer almak istiyoruz.
-Her şeyden ücretsiz ve indirimli yararlanmak değil, ilave giderlerimizi karşılayacak düzenli bir engelli aylığı almak istiyoruz.
ZİHNİYET DEĞİŞMELİ
SES Ver’de temmuzda engelli öğrencilerin ‘İşte Bu’ dedirten başarılarını duyurmuştuk. Dağ gibi engelleri aşarak liseden birinci olmuşlardı. Anlattıkları, ailelerinden, öğretmenlerinden, arkadaşlarından gördükleri küçük bir desteğin bile ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu. Eylülde Paralimpik Tenis Turnuvası’ndan kupayla dönen Büşra Ün anlattı başarısını. Bugün ise temel hak olan eğitime ulaşmak için arkadaşlarının, öğretmenlerinin, okul yönetimlerinin çıkardığı engellerle uğraşmak zorunda kalanların hîkâyelerine yer veriyoruz. Anlatılanlar, kâğıt üzerinde kusursuz görünen kanunlara rağmen zihniyet değişmediği sürece yol almanın ne kadar zor olduğunu ortaya koyuyor.
'OTİZMİ BULAŞICI SANAN VELİLER VAR'
19 yaşında otizmli Özge Çeltik’in hikâyesine daha önce yer vermiştik. 2 yaşında otizm teşhisi konulduktan sonra ortaokul sonuna kadar yoğun olarak özel eğitim aldı Özge. Liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavına hazırlandı. Ancak üniversite yolunda onun da önüne engeller çıktı.
Avukat olan anne Suna Ağı şunları anlatıyor: “Çok problem yaşadık. Küçükken 50 - 60 okula gitmişizdir. Kayıt yaptırdığım okullardan velilerin imzasıyla kovulduğumuz da oldu, öğretmenlerin gelin çocuğunuzu alın dediği de... Sınıflarında böyle bir çocuk istemiyorlar. Otizmin bulaşıcı olduğunu zanneden veliler var. Görmek istemiyorlar, kafalarını başka yöne çeviriyorlar. Özge 7 yaşına kadar anne bile demedi. Bütün o sinir krizlerini, kendine saldırganlığı, içe kapanıklığı, otizmle ilgili belirtilerin hepsini gösteriyordu.
Sadece aldığı eğitimle şu an, kendi başına bir evde kalıp tüm evi çekip çevirecek durumda. Özge’ye sihirli değnek değmedi. Her bir kelimeyi teker teker öğrettik, dil öğretimi senelerce sürdü. Okuyordu, yazıyordu ama konuşmuyordu. Tüm bunları eğitimle yendik.”
ÜNİVERSİTEYE DAVA AÇTIM
Ağı’nın anlattığına göre Özge, üniversiteye de devam etmek istedi ve yetenek sınavlarına girdi. Üç aşamalı sınavın ikisini başarıyla geçti. Ancak üçüncü aşama sonrası üniversiteye yerleşemedi: “Üçüncü sınavda opera bölümü için hazırlanmıştı, şarkısını söyleyecekti. Sınavın engel durumuna uygun şekilde hazırlanması gerekiyordu. Ancak otizme uymayan tiyatro şeklinde bir sınav yapıldı. Üniversiteye dava açtım. Yargılama sürüyor. İdare mahkemesi yürütmeyi durdurdu. Ama bundan sonra davayı kazansam da dersler başladı. Bu yılı bitti çocuğun. YÖK çok güzel kararlar alıyor. Engelliler için üniversite barajını 100’e çektiler. Ama üniversite sınavları yönetmeliğinde de değişiklik yapılmalı. Okulların, üniversitelerin inisiyatiflerine bırakmadan YÖK’ün genel bir mevzuat düzenlemesi gerçekleştirmesi gerekiyor.”
DARP EDİLDİ11 yaşındaki Asperger Sendromlu Rüzgar Özçetin, yüzde 52 engeli olan bir kaynaştırma öğrencisi. Aynı zamanda hiperaktivite ve dikkat dağınıklığı var. Şimdi 6. sınıf öğrencisi. Anne Banu Boralı, şunları anlatıyor: “Öğretmenler bu tarz çocukları istemiyor. Onları eğitmek isteyen çok az gönüllü öğretmen var. O yüzden hayatlarını dışlanarak, şımarıklıkla suçlanarak geçiriyorlar. Ne yazık ki bize de ciddi şekilde mobbing uygulandı. İkinci sınıfta devlet okuluna gitti. Öğretmen sınıfta istemiyordu. Ensesine vuruyordu. Disleksi de var, yazı yazmada zorlanıyor. Öğretmen aptallıkla suçluyordu. Arkadaşları da öğretmeni rol model olarak gördüğünden o şekilde algılıyorlardı. Sonra koleje gitti. Bir problem yaşamadık. Ama bu yaz Asperger’li olduğunu öğrenip tanı alınca biraz ürktük ve evimize en yakın okula vermek istedik. Tüm masrafı karşılamak maddi anlamda yorucu olduğundan özel okuldan vazgeçtik. Devlet okulunda ise özel okula gitmemiz için baskı yaptılar. Durum, öğretmenin ‘Ya bu çocuk sınıfımdan gider ya da ben’ diye rest çekmesine kadar vardı. Bu resti veliler evlerinde de konuşunca çocuklara yansımış. ‘Öğretmenimiz senin yüzünden gidecek’ diyerek oğlum darp edildi. Bu, çok travmatik bir olay. 20 gün rapor aldı. Anksiyete bozukluğu başladı. Sınıfını değiştirmek zorunda kaldık. Öğretmenden de şikâyetçi olduk. Darp raporu da var. Psikolog eşliğinde oğlumun ifadesi alındı.”
'YALNIZ BIRAKILDIM'DOĞUŞTAN işitme
engelli 17 yaşındaki Dilara Demir, Bakırköy Mesleki ve Teknik
Eğitim Anadolu Lisesi 3. sınıf öğrencisi. Dilara’ya bir buçuk yaşında işitme cihazı takılmış ve iki yaşında biyonik kulakla duymaya başlamış. Anne Fevziye Demir, bugüne kadarki eğitim sürecinin çok zorlu geçtiğini, sınıf arkadaşlarının onunla konuşmadığını, velilerin çocuklarının onunla aynı sırada oturmasını istemediğini, biyonik kulakla duyabilmesi için yakasına mikrofon yerleştirilmesi istenen bir öğretmenin, “FM cihazı radyasyon bulaştırır” diyerek reddettiğini, dudak okumak için yüzüne baktığı öğretmenin Dilara’ya “Önüne bak, yüzüme bakma” dediğini anlatıyor. Bu yaşananlardan sonra Dilara’nın okuldan vazgeçtiğini ve psikolojik tedavi gördüğünü anlatan anne Demir özetle şunları söylüyor:
“İlkokul 3 ve 4’üncü sınıfta okula ben de gidiyordum. Ben ne zaman elimi çektim, işler değişti. Hiç arkadaşı yoktu. Ortaokulda da çok zorluk yaşadık. Karne gününde Dilara, ‘Öğretmenim benden proje istediniz, onu verdim. Neden karneye işlemediniz?’ diye sordu. Öğretmen bana döndü, ‘Bu çocuk ne diyor? Hiçbir şey anlamıyorum’ dedi. ‘Hocam okul bitti, siz nasıl anlamadan eğitim verdiniz o zaman’ dedim. Okula gitmek istemiyordu. Bunları uykusunda söylüyordu. O uyurken ben çok ağladım. Dilara yavaş yavaş özgüven kazanmaya başladı. Ben yine okul aile birliğindeyim. İki senedir çok şükür arkadaşı var. Mutlu en azından.”
O ŞİMDİ ÖĞRETMENDOĞUŞTAN serebral palsi hastası olan Senem Arıcı, okul döneminde uğradığı ayrımcılık nedeniyle öğretmen olmaya karar verdi. Bütün engelleri aşarak hayalini gerçekleştiren Arıcı, ağustos ayında edebiyat öğretmeni olarak göreve başladı. Arıcı, hikâyesini şöyle anlattı: “İlkokula kaydolabilmek için annemle üç ay boyunca her gün, günde belki iki kere gidip geldik o kapıya. Bize okul yönetiminin söylediği tek bir şey vardı, ‘Bir sakatın sorumluluğunu alamam.’ Neden böyle bir şey dediklerini bir türlü anlayamamıştım. Çünkü annem beni her zaman ‘Bu ne hastalık ne de kusur, sadece bir yaşam biçimi. Sarışın ya da esmer, siyah ya da mavi gözlü olmak gibi bir şey’ diyerek yetiştirdi. Bir yerde ‘Engelliler giremez’ diye bir ibare de yoktu ama beni almıyorlardı. 8 yaşında bir çocuktum ve ‘Bu insan eğitimci olmuşsa ben daha iyisi neden olmayayım’ dedim. O gün karar verdim. Şu an görev yaptığım meslektaşlarımı tenzih ederek söylüyorum, ne yazık ki benim öğretmenlerim bir gün bile ‘İyi ki buradayım’ dememe sebep olacak şeyler yapmadı. Tam zıtlarını yaşadım. ‘Tam da bu yüzden öğretmen olmalıyım’ dedim. En büyük hedefim öğrencilerime ‘engelli-engelsiz insan’ ayrımı yapmama anlayışını kazandırmak. Tüm engellilere hayallerini gerçekleştirmekten korkmamalarını öneriyorum.”
ÜNİVERSİTEYE GİTMEK İSTİYORUMİzmirli 20 yaşındaki otizimli Raci Demir, Mozart, Beethoven, Chopin gibi sanatçılarda görülen herhangi bir referansa gerek duymadan sesleri notaya dökebilme yeteneğini ifade eden ‘mutlak kulak’a sahip. Işılay Saygın Güzel Sanatlar Lisesi’nin müzik bölümüne yetenek sınavıyla girmeyi başaran Demir, okuldan 90 not ortalaması ve dereceyle mezun oldu. Piyanonun yanı sıra çello çalan, aynı anda 4 notayı duyabilen ve Avrupa’da sokak konserleri veren Demir, YGS’de başarılı oldu ancak karşısına üniversite duvarı çıktı. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Turizm Fakültesi Turizm İşletmeciliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Cengiz Demir, oğlunun yaşadıklarını şöyle özetledi: “Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Müzik Öğretmenliği bölümünde engelliler için 3 kontenjan vardı. Ancak 2 kişinin alındığı açıklandı. Raci’yi de geçer not aldığı halde birinci yedekte bırakmışlar ama asıl kontenjan boştu. Dava açtım. Oğlum önyargılardan dolayı istediği eğitimi alamıyor.Raci gibi çocuklar Avrupa’da Mozart, Beethoven olabilir ama bizim ülkemizde dışlanıyor.”
SAYILARLA KAYNAŞTIRMAMEB’in son verilerine göre, okullardaki kaynaştırma öğrencisi istatistikleri ve durumları şöyle:
-Eğitilebilir hafif düzeyde zihinsel öğrenme yetersizliği: 83 bin 279
-Görme: 2 bin 510
-İşitme: 10 bin 164
-Serabral Palsili: 411
-Sosyal duygusal uyum güçlüğü: 28 bin 501
-Dil ve konuşma güçlüğü: 12 bin 36
-Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu: 45 bin 977
-Toplam kaynaştırma öğrencisi: 219 bin 728