Güncelleme Tarihi:
BASİRETSİZ TÜCCAR SAHNEDE
Uğur GÜRSES/ANALİZ
DÖVİZ kuru, ekonomik durumun ve politikalarının bir sonucudur. Kısa vadede olmasa da orta vadede, yani önünde sonunda ekonomik temeller neredeyse orayı yansıtacak yere gelir. Ekonomide iş yapanlar da, risk alanlar da bu temel bilgiyi hesaba katmak durumundalar. Döviz kuru aşırı yükseldiğinde, ‘devlet bizim zararımızı karşılasın’ diye ortaya çıkan iş adamlarının basiretli oldukları söylenebilir mi? Türk Ticaret Kanunu’nda bile ‘basiretli tüccar’ tanımı yapılmış. Ticaretle uğraşanın bilgi, deneyim ve öngörü ile hareket etmesi veri kabul ediliyor. Böylece yasanın ruhunda, tüccarın ticari yaşamda karşılaştığı olumsuz durumu bir başkasına karşı mağduriyet ileri sürerek sorumluluktan kurtulamayacağı vurgusu var.
Bunu en iyi bilmesi gerekenlerin başında gelen İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı İbrahim Çağlar, ‘hem dış etkiler, hem de içerideki sıcak gelişmelerle’ kurların yükseldiğin, siyasi iklimin netleşmesi ile bu seviyelerin bir miktar düşeceğini söyleyip reel sektöre destek istemiş. Destek de şu; döviz borçlusu olan ve kısa vadede ödemesi gelen, kur artışı nedeniyle kur zararı olan şirketlere 2.70 kur üzerinden döviz satışı yapılması. Çağlar, bunu söylemeden “Biz bu 35 milyar doları borçlanırken, kur bu düzeylerde değildi. Birçok iş adamı hesabını 2.50’ye göre yaptı. Bugün ise dolar 3 lirayı aştı” diyor. Bu transferin bedelinin de 3.5 milyar dolar olduğunu hesaplamış. İkinci öneri de, mikro işletmeler için Halkbank üzerinden yüzde 50 faiz indirimli kredi imkânını Türkiye’deki tüm şahıs firmalarına sağlanması.
2013 ortasından itibaren ekonomideki kırılganlıklara işaret edenler ‘kara tablo çiziyorlar’ diye karalanırken, Çağlar gibi iş örgütlerinin başında olanların görevi de bu tür uyarılara ‘acaba bu kırılganlıklar bize, işimize ne getirir?’ sorgulamasını yapmak değil miydi? Oysa ne yazık ki, TÜSİAD gibi uyarıları yapanlar ‘işinize bakın’, ‘böyle yapacaksınız siyasete, bir partiye girin’ diye karşılanırken, hatta ‘hainlikle’ de suçlanırlarken, o sıralarda aralarında Çağlar’ın da bulunduğu bir kesim ‘güzelleme’ ile meşgul idi.
Ocak ayında EBRD Türkiye’nin ekonomik büyümesine dair tahminini, “Türkiye’yi daha az Rus turistin ziyaret edeceği beklentisinin bunda kısmen etkili olduğunu” belirterek yüzde 3.2’den yüzde 3’e indirdiğinde, İTO Başkanı Çağlar “spekülasyon ile gerçeği çarpıtamazlar” diyerek karşılıyor, ‘Daha az Rus turist geleceği beklentisinin art niyetli’ olduğunu anlatıyordu. Peki, sonra ne oldu? Ocak-Temmuz döneminde birikimli olarak geçen yıla göre 588 bin Rus turist az geldi. Net turizm gelirlerinde de 7 ayda 1.3 milyar dolar kayıp var. Şimdi büyüme tahminleri yüzde 2.5-3 arasına çekildi. Buradan kura gelelim; bu uyarıları dikkate alan basiretli bir tüccar, döviz kuru üzerinde baskı olacağını bilir. Önlemlerini alır. Hükümete yakın iş çevreleri, ‘kur yükselsin, faiz düşsün’ korosunu oluştururken, güzellemeler yaparken bunun farkında değil miydi?
Şimdi şu talep ediliyor; ‘3.5 milyar dolar Merkez Bankası’nın bir yıllık kârı’. Bu vergi ödeyenlerin cebine elini uzatmak demek. Bu talep haksız rekabetin, popülizmin de ötesinde, kaynak tahsisinin basiretsiz tüccarlara yapılmasını istemek demek. Sahi önlemini alarak işini görenler ‘sersem tüccar’ mıydı acaba? Karşımıza çıkan ‘motto’ şu; ‘karlar bireyseldir, zararlar vergi ödeyen sersemlerin’.
GİDİŞATI ÖVEN TÜCCAR SIKIŞINCA ÇİFTE KUR İSTEDİ
DÜN İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı İbrahim Çağlar’ın kurlarla ilgili talebi üzerine, ekonomik gidişat için iyice karamsarlaştım. Bırakın Hükümetin ekonomiyi kötü yönetmesini, yıllardır yaşadıklarımızdan özel sektörün hiç ders çıkaramadığını görmek, işin en kötü yanı.
İTO Başkanı İbrahim Çağlar devletin kısa vadeli dış borcu olan işadamına 2.70’den döviz s atmasını istemiş. Yani diyor ki; devlet 3’ün üzerinde döviz satın alsın ama bize 2.7’den satsın. Buna gerekçe olarak da, “35 milyar dolarlık borçlanmayı yaparken kur bu düzeyde değildi” diyor…
Bu öneriler yeni değil; özel sektör eskiden kriz dönemlerinde çifte kur isteyegelmiş ama piyasa ekonomisine tümüyle ters olduğu için yapılamamıştır. Yapılmaması da lazım çünkü bu aradaki fark Hazine’ye, yani halkın sırtına binecek. Yani tüccarın bilerek aldığı risklerin faturasını halk ödemiş olacak. Bunu yapabilecek bir siyasi iktidar halktan nasıl oy isteyecek?
İkinci nokta bu talebin hep kriz sırasında ortaya çıkmasıdır. Bence özel sektör kurların daha da yukarı gideceğine, artık hiç düşmeyeceğine iyice inanmış ki, onun için bu öneride bulunuyor. Özel sektörün bu ruh haline girmiş olması bile, tek başına, ileriye dönük karamsarlığı artıran önemli bir unsur.
Talebin en dikkat çekici yönlerinden biri de İTO Başkanı İbrahim Çağlar’dan gelmiş olması. Çağlar, TİM ve MÜSİAD başkanları ile birlikte Hükümetin ekonomi politikalarına en çok övgü yapan kişilerin başındaydı. Göreve geldiğinden bu yana, özellikle son aylarda yaşanan sıkıntılar, siyasi-ekonomik tüm gelişmelerde Hükümete, özellikle de Cumhurbaşkanına hep destek verdi. Her konuda iktidara destek açıklamaları yapan bir izlenim verdi.
Demem o ki; örneğin TÜSİAD gibi gidişattan tedirgin değildi, önceden hiç uyarı yapmadı ama sıkışınca kriz dönemi eski talepleri ilk dile getiren kendisi oldu. Halbuki böyle bir talebi yapacak son kişilerden biri olması gerekmiyor muydu?
Şahsen Çağlar’ın talebinin İTO’nun genelinde kabul gördüğünü sanmıyorum, çünkü çağdaş ekonomiyi bilen ve özümsemiş işadamı sayısının bu bünyede çok olduğunu biliyorum. Yok, gerçekten bu İTO’nun genelinin bir talebi ise zaten artık çağdaş piyasa ekonomisi gibi şeylerden vazgeçsek iyi olacak…
Çağlar’ın talebi sadece kendilerine ucuz döviz satılmasından ibaret de değil. Bununla birlikte Halk Bankası’ndan esnafa verilen yüzde 50 faiz indirimli kredi imkanının tüm şahıs firmalarına da tanınması gerektiğini söylemiş. Acaba, bankaların durumunu, kamu bankalarının halini, tüm sermaye yeterlilik rasyolarının hızla aşağı inip, belirlenen yüzde 12 sınırına dayandığını işadamları bilmiyor mu? Bu talebin tüm sistemde yaratacağı sıkıntıyı görmüyorlar mı?
Dile getirilen talepler bırakın 2000 öncesini, 1980 öncesi kontrollü ekonomi döneminin talepleri. Bu taleplerin tartışılması bile, tek başına kurların hızlanmasının bir nedeni olabilir. Yeniden kurallı ekonomiyi oluşturup kalıcı yabancı sermaye çekelim derken ortaya atılan bu talepler, 1980 öncesi devletçi ve kapalı bir ekonomiye dönelim demekle eş anlamlı.
Riskini bile bile döviz borçlanacaksın, bunun karını yiyeceksin, borcun kendi tercihin nedeniyle arttığı zaman bu farkı halk ödesin diyeceksin. Hem de seni bu çıkmaza sürükleyen politikaları övüp, bunu yapacaksın. Bunun adı ne olabilir ki?