Solda güneş yükseliyordu, ‘Güney’i beklerken…

Güncelleme Tarihi:

Solda güneş yükseliyordu, ‘Güney’i beklerken…
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 07, 2015 09:39

Kendimi bildim bileli bir gün çocuk doğurmak istediğimden emindim. Yine de kendimi hazır hissedeceğim zamanı bekledim, “Hadi, bak yaşın geçiyor, ne zaman doğuracaksın da ne zaman büyüteceksin” vs türü sonsuz cümleyi incelikle –bazen sinirle- savuşturdum. Sonra gün geldi, hazırdım. Hamileliğe, bir bebeğin sorumluluğunu almaya, muhtemelen onu dünyadaki her şeyin önüne koymaya…

Haberin Devamı

Evvelki senenin 29 Ekim’inde, gazeteci arkadaşlarımla ılık bir akşamda biralarımızı içerken, bunun bir süreliğine son içkilerim olduğunu tahmin ediyordum. Ertesi sabah durum kesinleşti: Hamileydim. 34 yaşında, delice bir tempoyla çalışan, gecenin köründe eve girip sabaha yeni bir koşturmayla başlamaya alışmış, okul bittiğinden beri hız kesmeden çalışan ben, yepyeni bir kimliğe ilk adımımı attım: Anne oluyordum.

Bu her şeyin değişecek olması demekti ve lakin ben kendime, atom karınca halime güveniyordum. Üstesinden gelecektim. “Çocuk da yaparım kariyer de” safsatasının politik olarak rahatsız edici olduğunu, kadını iyice tükettiğini, kadına çalışma hayatında yeterince yasal hak vermeyip, “Aslansın, kaplansın, yaparsın” gazı vermekten başka bir işe de yaramadığını düşünüyorum. Dolayısıyla kastım bu değil: Ben kendi organizasyon becerime ve direncime güveniyordum, diyelim…

Haberin Devamı

Hürriyet Eğitim ekibi benden ‘çalışan gazeteci’ olarak bir Anneler Günü yazısı yazmamı isteyip, “İstersen hamilelik sürecini yaz” deyince geldim buralara. Yıllar içinde her Anneler Günü’nde farklı annelerden benzer yazılar talep eden bir gazeteciyim, yapacak bir şey yok. Hamilelik nasıl bir süreçti anlatacağım, belki de anne adaylarına tatlı bir Anneler Günü hediyesi verebilirim.

Solda güneş yükseliyordu, ‘Güney’i beklerken…

O panik atak kadın gitti...

Bir Çocuk istiyorsanız, hamile kaldığınız anda yüksek bir binaya falan çıkıp bağırmak istiyorsunuz: Duyduk duymadık demeyin! Hamileyim! Yani bana öyle oldu, kimseye söylemediğim ilk birkaç gün aptal bir sırıtışla dolaştım durdum gazetede. Bebeğimin bahar aylarında doğmasını hayal ederdim hep, beklenen doğum tarihi temmuzun ilk haftasıydı. Üç trimestere ayrılan hamilelik sürecinin (Hayır, 9 ay 10 gün değil, 40-41 hafta) birinci trimesterini, yani ilk üç ayını son derece sorunsuz, hatta eski koşturmacamı eksiltmeyerek geçirdim. Duygusal olarak da bir acayiplik yoktu. Elbette ki mesai arkadaşlarım bana gayet anlayışlı davranıyor, iş yükümü paylaşıyordu ve itiraf edeyim ki ben de o eski Bahar değildim artık. Panik atak, kolay patlayıp birden bağırıp çağıran editör yerini daha bir “Olur yahu, hallederiz…” kıvamındaki şahane bir gazeteciye bıraktı.

Haberin Devamı

Kötü haberler, duymuyorum sizi!

İkinci trimester, yani üçüncü ay itibariyle ise enfes bir dönem başladı. Umurumda değildi! Hiçbir şey. Ülkedeki korkunç politik gündem, bitmeyen felaket haberleri, trafik, yoğun ofis ortamı vs… Mecbur olduğum için ilgileniyordum elbette ama ne eskisi gibi tartışma programı dinliyor, ne akşam haberleri izliyordum. Gazetelerde, sosyal medyada dolaşan can sıkıcı hiçbir gelişme umurumda değildi. Her gün bağıran bir başbakanımız vardı ama sesi bana ulaşmıyordu. Ultrason ekranında bebeğimin yüzü, eli kolu her ay daha belirgin hale geliyordu. Bir oğlum olacaktı, ben ona ‘Güney’ demiştim, babası ‘Ali Güney’. Etrafımda ne olduğuyla ilgilenmiyordum, pamuk gibiydim. Solda hep güneş yükseliyordu ve ben Güney’i bekliyordum…

Haberin Devamı

20’nci hafta civarında bir gazetecilik programıyla bir haftalığına Berlin’de kaldım. Sabah 7’de ayaklanıp 9’da başlayan ve akşama kadar süren toplantılara katılıyor, röportajlar yapıyor, ufacık aralarda Berlin’i talan ediyor, gece de hızla üstümü değiştirip sabaha doğru sonlanan partilere katılıyordum. Karnım çıkmıştı, bariz bir şekilde hamileydim ama üzerimde dehşet bir enerji vardı.

Güç bende artık!

İstanbul’a döndüğüm gün, eve geçerken arabada bebeğimin ilk kıpırtılarını hissettim, zamanla o kıpırtılar küçük tekmelere dönüştü. Artık haftanın iki günü hamile yogasına gidiyordum. Yoga sayesinde bedenim esniyor, bebeğim de ben de sakinleşiyor ve doğuma hazırlanıyorduk. Ömrümün o zamana kadarki en dingin ama aynı zamanda en enerjik, en mutlu dönemine girmiştim. Ve en güçlü!

Haberin Devamı

Erkekler muhtemelen sokakta falan karşılaştığı hamile kadınları desteğe ihtiyacı olan azıcık da kırılgan, zayıf, yorgun kadınlar olarak görüyordur. Oysa gerçek durum çoğu kez farklı. Ben mesela, devasa bir otobüsü kaldırıp kenara koyabilecek kadar güçlü hissediyordum. Her akşam servisten inip Eminönü trafiğinde yolun karşısına geçip servisten motorlara ulaşmaya çalışıyorduk. Arasından geçmek zorunda olduğumuz otobüsler canavar gibi üstümüze üstümüze geliyor, bazen kılpayı geçiyorlardı önümden. “Yahu ne olacak” diyordum, “Şöyle ittiriverdim mi kenara çekerim ben o halk otobüsünü.” Saçma değil mi? Valla ben basbayağı “Normal bir şeydir bu, yaparım yani ben bunu” diyordum hep. Neyse ki gerek kalmadı!

Haberin Devamı

Bir sabah vapurda hamile bir genç kadının, bir grup kadın arkadaşına nasıl hissettiğini anlatmasına kulak misafiri oldum: “Kendimi acayip güçlü hissediyorum. Ne bileyim, mesela eşim olmasa da dert değil, ben her şeyi hallederim, yaparım yani” diyordu. Yüzü, gözleri parlıyordu. Yanına gidip “Biliyor musunuz, tam tamına aynı şekilde hissediyorum!” demek geçti içimden…

Hamileliğim boyunca çoğunlukla haftada altı gün olmak üzere çalıştım. Eşim de gazeteci olduğu ve benden de yoğun çalıştığı için hemen her akşam eve elim kolum dolu geldim. Neredeyse her akşam 4 kat market poşeti, yaz yaklaşınca haftada bir karpuz taşıdım eve. Şöyle bir ayaklarımı uzatıp “Oh be” dediğim an sayısı ciddi azdır. Bir şey yapmadan duramayanlardanım, kısıtlı izin günlerimde bile hep bir şeylere koşturdum. Beklenen doğum tarihine üç hafta kalana kadar çalışmayı planlamıştım. O esnada gazetem Radikal’in de basılı hayatına son vereceği kesinleşti. 37’nci haftamın başında, doğum iznine ayrılırken, dokuz senedir birlikte çalıştığım arkadaşlarımla vedalaşırken aynı zamanda gazetemle de vedalaşıyordum. Döndüğümde dijital Radikal ekibinin parçası olacaktım.

“Doğuma kadar kafamı dinlerim bir güzel, çocuklu hayat öncesi kısa bir tatil bir nevi” diye tatlı hayaller kurarken ben, bebeğim izne ayrıldığımın ertesi gecesi gelmeye karar verdi. Toplamda 22 saat süren bir doğum sürecinin sonunda, Babalar Günü’nün gecesinde, oğlum Ali Güney kollarımın arasındaydı. Ona son aylarım boyunca hep Ezginin Günlüğü’nde ‘Kalbimdeki Deniz’ şarkısını söylüyor, sabahları işe giderken sürekli Sezen Aksu’nun ‘Yaz bitmeden gel’iyle sesleniyordum. ‘Kalbimdeki denizim’ 15 Haziran gecesi geldi. Yaz hiç bu kadar güzel olmamıştı.

Hamilelik sürecinde insanı çileden çıkaran bazı tepkiler

- Doğum ne zaman?
Aslında bu sorunun tek bir doğru yanıtı vardır: Bebeğim istediği zaman. Evet, bebekler kendileri “istedikleri” zaman doğarlar. Hazır olduklarında. Çok acayip bir komplikasyon yoksa, her şey yolundaysa onlar gelecekleri zamanı gayet iyi bilirler. Doktorun söylediği tarih; elektronik aletlerin hesabına dayalı, 40 haftalık gebelik sürecini baz alan tahmini bir tarihtir.

- Ay hiç kilo almadın sen
Evet, almadım. Aladabilirdim. Ama hamilelikte illa ekstra kilo alınacak diye bir kaide yok. Doktorlar ideal olanın ağırlığın ayda 1 kilo civarında artması olduğunu söylüyor. Zaten o da kilo değil; bebeğin, suyun, plasentanın, rahmin vs. ağırlığıdır.

- Ye ye, sen hamilesin!
Evet, hamileyim, çöp öğütücüsü değil! Hamileyim diye normalden daha fazla yemem, önüme gelen her abur cuburu löpletmem gerekmiyor. Bilakis mümkün mertebe sağlıklı beslenmeyi tercih ederim.

- Otur otur, yorulma
Sürekli oturmak hamilelik sürecinizde sağlam bel ağrıları demek olacağından etrafınızdakilere hareket etmenin hamilelikte ne kadar önemli olduğunu anlatmanız gerekebilir.

- Sezaryen mi olacaksın, normal mi?
Sezaryenin bir doğum yöntemi değil zorunlu durumlarla başvurulması gereken bir operasyon olduğunu; doğumun mümkün mertebe normal ve hatta doğal (müdahalesiz) yollarla gerçekleşmesini dilediğimi, bebeklerin ne zaman doğacağını en iyi kendilerinin bildiğini ve herhangi bir sağlık gerekçesi olmadığı takdirde bebeğimin işine karışmak istemediğimi kaç kere anlattım Allah bilir… Neyse ki hiçbir tıbbi müdahaleye gerek kalmadan, oğlumun ve bedenimin gücüne güvenerek doğal yollarla doğum yaptım.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!