Amerika kıtasında peş peşe yaşanan sel felaketlerinden sonra metropollerde yaşayan birçok insan "acaba şimdi sıra bizde mi?" korkusuna kapıldı. Galiba bu tür korkular genelde büyük felaketlerin yaşandığı dönemlerde ortaya çıkıyor daha çok.
1999 İzmit depreminden sonra özellikle İstanbullular büyük bir panik yaşadılar. Olası bir depreme hazırlık için deprem çantaları hazırlandı, evlerdeki eşyaların yerleri değiştirildi hatta bodrumlarını sığınak haline getirenler bile oldu. Televizyonda yayınlanan deprem programlarının hiçbiri kaçırmadık.
Fakat aradan geçen yıllar deprem korkusunu da beraberinde götürdü nedense.
Oysa İstanbul için deprem tehlikesi geçmiş değil. Birçok uzman İstanbul’da büyük bir deprem bekliyor. Depremin en
korkulan yanı ne zaman vuracağı belli olmaması.
Tüm teknolojilere rağmen deprem felaketleri yeterince erken ve kesin olarak tahmin edilemiyor. İşte tam da bu nedenle deprem bölgesinde bulunan kentlerin her an büyük bir felakete hazır olmaları gerekiyor diyor uzmanlar.
Kentler ve felaketler
Birleşmiş Milletlerin hesaplarına göre bazı kentlerdeki nüfus 15 yıl içinde ikiye katlanacak. Ve bu da felaketin boyutunu artırabilecek en büyük etkenlerden biri olarak görülmekte.
Deprem bölgelerinde on yıl içinde on milyonu aşkın 25 kent bulunacak. Ve Colorado Üniversitesi jeologu Roger Bilham, bu yüzyıl içinde en büyük deprem felaketlerinin yaşanacağını ve yılda ortalama olarak bir milyon kişinin deprem yüzünden yaşamını yitireceğini tahmin ediyor. Deprem tehdidi altında yaşayan metropollerin başında Tokyo, İstanbul, Los Angeles, San Francisco, Osaka-Kobe-Kyoto bölgesi, Meksiko, Dakka, Manila, Karaçi, Lima, Bogota ve Tahran var.
Londra College Üniversitesi uzmanı Bill McGuire, Tokyo’dan "ölümü bekleyen kent" olarak söz etmekte. 35 milyon nüfuslu Tokyo deprem açısından gerçekten de çok tehlikeli bir bölgede kurulmuş.
Kent üç tektonik levhanın buluştuğu bir bölged e yer almakta.
Bu levhalar her yıl birbirine birkaç santim yaklaşıyorlar. İki levha birbiriyle kenetlendiğinde enerji birikiyor. Ve herhangi bir zaman sonra kayaç kırılıyor levha kopan bir lastik gibi öne fırlıyor.
Tokyo’da son olarak 1923 yılında yaşanan büyük bir depremde 142.000 kişi yaşamını yitirdi. Metropolün altındaki kayaçtaki gerilim o zamandan bu yana yükseliyor.
Her an deprem
Potsdam Jeoloji Araştırmaları Merkezi sismologu Jochen Zschau, Tokyo’da her an bir deprem yaşanabilir, diyor ve hesaplara göre olası bir depremin zararı 2000 ila 3000 milyar doları bulacak ki bu tüm zamanların en pahalı doğal afeti olacak.
Los Angeles ve San Francisco kentleri de gerilimin yoğun olduğu bir yer kabuğunda bulunuyor. Bu iki metropol her an şiddetli bir depreme sahne olabilir. Büyük bir depremin faturası binlerce ölü, ağır yaralı ve 200 milyar dolarlık da zarar olarak tahmin edilmekte. 15 milyon nüfuslu İstanbul’da deprem uzmanları en tehlikeli semtleri tespit ettiler.
Bilim adamları en azından bu bölgelerde beton yapıların sağlamlaştırılmasını öneriyorlar. Çünkü insanlar depremlerden çok yıkılan binalar yüzünden ölüyorlar. İzmit’te yaşanan depremde yapıların iskambil kağıdı gibi yıkıldığını tüm dünya gördü. Ve çürük yapılar yüzünden 30.000’e yakın insan yaşamını yitirdi.
Japonya ve ABD gibi zengin ülkeler on yıllardan bu yana depreme dayanıklı yapılar için büyük yatırımlar yapıyorlar. Gerçi yoksul ülkelerde de inşaat yasaları yok değil ama ne yazık ki ülkemizde de olduğu gibi bu yasalar pek uygulanamamakta.
Yasadışı yapılar
BM verilerine göre yasadışı yapılar yedi yılda bir ikiye katlanmakta. Mesela Kalküta’daki üç yapıdan ikisi yasadışı olduğu için BM araştırması, şiddetli bir depremde Katmandu’da, yirmi misli nüfusa sahip Tokyo’ya kıyasla yedi misli insan ölecek diyor.
İster zengin ister yoksul olsun, deprem her coğrafyayı habersiz vuruyor. Kesin bir deprem tahmini yok. Bilindiği gibi tüm depremler tektonik levhaların kenarlarında meydana geliyor.
Sismologlar istatistiksel yöntemlerle deprem olasılığını belirlemeye çalışıyorlar. Bu tahmin geçmişte bir bölgede yaşanan depremlere göre yapılmakta.
Bilim adamları gerilimin zamanla arttığını sanıyorlar, yani iki deprem arasındaki süre ne kadar uzarsa deprem riski yükselmekte. Gerilimin arttığını gösteren kanıtlar, levha hareketlerini kaydeden GPS konumlama uydularının sinyalleridir.
Sismologlar bununla birlikte belirgin alarm sinyalleri yakalayamıyorlar. Yeraltının elektriksel gerilimi, yer kabuğunun genişlemesi veya yer altı su seviyesindeki değişim gibi faktörler güvenirli çıkmadı.
Tayvan, Meksika ve Japonya bu nedenle kısa vadeli deprem alarmları kuruyorlar. Bu teknik tehlikeli deprem dalgalarının zararsızlardan daha yavaş olduğu durumlarda kullanılacak.
Alarma vakit yoktu
Mesela acil durumlarda en azından telsizle gaz bağlantısı kesilecek, trenler durdurulacak,
trafik lambalarında kırmızı ışık yanacak. Ne var ki bu sistemle bile tüm felaketleri hafifletmek mümkün olmuyor. Örneğin 1995 Kobe depreminde, şiddetli sarsıntılar kentin hemen altında meydana geldiği için deprem alarmına vakit kalmamıştı.
1997 yılının Aralık ayında Avustralya ormanlarında bir kamp ateşi kontrolden çıkınca alevler saatte 120km’lik hızla ilerleyerek Sydney’e kadar ulaşmıştı.
Kentin banliyöleri boşaltıldı, onlarca ev anında alev aldı. Aynı yıl içinde Canberra ve Melbourne kentlerinde de 600 yangın meydana geldi. Hatta Sydney’de 2002 yılında alevler seksen bölgede yükselince, kentte sadece iki cadde açık bırakılabilmişti.
Elbette ki orman yangınları sadece Avustralya’da yaşanmıyor. Yaz aylarında ülkemizde de çok sayıda orman kül olup yok oluyor.
Amerika kıtasında peş peşe yaşanan sel felaketlerinden sonra metropollerde yaşayan birçok insan "acaba şimdi sıra bizde mi?" korkusuna kapıldı. Galiba bu tür korkular genelde büyük felaketlerin yaşandığı dönemlerde ortaya çıkıyor daha çok.
1999 İzmit depreminden sonra özellikle İstanbullular büyük bir panik yaşadılar. Olası bir depreme hazırlık için deprem çantaları hazırlandı, evlerdeki eşyaların yerleri değiştirildi hatta bodrumlarını sığınak haline getirenler bile oldu. Televizyonda yayınlanan deprem programlarının hiçbiri kaçırmadık.
Fakat aradan geçen yıllar deprem korkusunu da beraberinde götürdü nedense.
Oysa İstanbul için deprem tehlikesi geçmiş değil. Birçok uzman İstanbul’da büyük bir deprem bekliyor. Depremin en korkulan yanı ne zaman vuracağı belli olmaması.
Tüm teknolojilere rağmen deprem felaketleri yeterince erken ve kesin olarak tahmin edilemiyor. İşte tam da bu nedenle deprem bölgesinde bulunan kentlerin her an büyük bir felakete hazır olmaları gerekiyor diyor uzmanlar.
Kentler ve felaketler
Birleşmiş Milletlerin hesaplarına göre bazı kentlerdeki nüfus 15 yıl içinde ikiye katlanacak. Ve bu da felaketin boyutunu artırabilecek en büyük etkenlerden biri olarak görülmekte.
Deprem bölgelerinde on yıl içinde on milyonu aşkın 25 kent bulunacak. Ve Colorado Üniversitesi jeologu Roger Bilham, bu yüzyıl içinde en büyük deprem felaketlerinin yaşanacağını ve yılda ortalama olarak bir milyon kişinin deprem yüzünden yaşamını yitireceğini tahmin ediyor. Deprem tehdidi altında yaşayan metropollerin başında Tokyo, İstanbul, Los Angeles, San Francisco, Osaka-Kobe-Kyoto bölgesi, Meksiko, Dakka, Manila, Karaçi, Lima, Bogota ve Tahran var.
Londra College Üniversitesi uzmanı Bill McGuire, Tokyo’dan "ölümü bekleyen kent" olarak söz etmekte. 35 milyon nüfuslu Tokyo deprem açısından gerçekten de çok tehlikeli bir bölgede kurulmuş.
Kent üç tektonik levhanın buluştuğu bir bölged e yer almakta.
Bu levhalar her yıl birbirine birkaç santim yaklaşıyorlar. İki levha birbiriyle kenetlendiğinde enerji birikiyor. Ve herhangi bir zaman sonra kayaç kırılıyor levha kopan bir lastik gibi öne fırlıyor.
Tokyo’da son olarak 1923 yılında yaşanan büyük bir depremde 142.000 kişi yaşamını yitirdi. Metropolün altındaki kayaçtaki gerilim o zamandan bu yana yükseliyor.
Her an deprem
Potsdam Jeoloji Araştırmaları Merkezi sismologu Jochen Zschau, Tokyo’da her an bir deprem yaşanabilir, diyor ve hesaplara göre olası bir depremin zararı 2000 ila 3000 milyar doları bulacak ki bu tüm zamanların en pahalı doğal afeti olacak.
Los Angeles ve San Francisco kentleri de gerilimin yoğun olduğu bir yer kabuğunda bulunuyor. Bu iki metropol her an şiddetli bir depreme sahne olabilir. Büyük bir depremin faturası binlerce ölü, ağır yaralı ve 200 milyar dolarlık da zarar olarak tahmin edilmekte. 15 milyon nüfuslu İstanbul’da deprem uzmanları en tehlikeli semtleri tespit ettiler.
Bilim adamları en azından bu bölgelerde beton yapıların sağlamlaştırılmasını öneriyorlar. Çünkü insanlar depremlerden çok yıkılan binalar yüzünden ölüyorlar. İzmit’te yaşanan depremde yapıların iskambil kağıdı gibi yıkıldığını tüm dünya gördü. Ve çürük yapılar yüzünden 30.000’e yakın insan yaşamını yitirdi.
Japonya ve ABD gibi zengin ülkeler on yıllardan bu yana depreme dayanıklı yapılar için büyük yatırımlar yapıyorlar. Gerçi yoksul ülkelerde de inşaat yasaları yok değil ama ne yazık ki ülkemizde de olduğu gibi bu yasalar pek uygulanamamakta.
Yasadışı yapılar
BM verilerine göre yasadışı yapılar yedi yılda bir ikiye katlanmakta. Mesela Kalküta’daki üç yapıdan ikisi yasadışı olduğu için BM araştırması, şiddetli bir depremde Katmandu’da, yirmi misli nüfusa sahip Tokyo’ya kıyasla yedi misli insan ölecek diyor.
İster zengin ister yoksul olsun, deprem her coğrafyayı habersiz vuruyor. Kesin bir deprem tahmini yok. Bilindiği gibi tüm depremler tektonik levhaların kenarlarında meydana geliyor.
Sismologlar istatistiksel yöntemlerle deprem olasılığını belirlemeye çalışıyorlar. Bu tahmin geçmişte bir bölgede yaşanan depremlere göre yapılmakta.
Bilim adamları gerilimin zamanla arttığını sanıyorlar, yani iki deprem arasındaki süre ne kadar uzarsa deprem riski yükselmekte. Gerilimin arttığını gösteren kanıtlar, levha hareketlerini kaydeden GPS konumlama uydularının sinyalleridir.
Sismologlar bununla birlikte belirgin alarm sinyalleri yakalayamıyorlar. Yeraltının elektriksel gerilimi, yer kabuğunun genişlemesi veya yer altı su seviyesindeki değişim gibi faktörler güvenirli çıkmadı.
Tayvan, Meksika ve Japonya bu nedenle kısa vadeli deprem alarmları kuruyorlar. Bu teknik tehlikeli deprem dalgalarının zararsızlardan daha yavaş olduğu durumlarda kullanılacak.
Alarma vakit yoktu
Mesela acil durumlarda en azından telsizle gaz bağlantısı kesilecek, trenler durdurulacak, trafik lambalarında kırmızı ışık yanacak. Ne var ki bu sistemle bile tüm felaketleri hafifletmek mümkün olmuyor. Örneğin 1995 Kobe depreminde, şiddetli sarsıntılar kentin hemen altında meydana geldiği için deprem alarmına vakit kalmamıştı.
1997 yılının Aralık ayında Avustralya ormanlarında bir kamp ateşi kontrolden çıkınca alevler saatte 120km’lik hızla ilerleyerek Sydney’e kadar ulaşmıştı.
Kentin banliyöleri boşaltıldı, onlarca ev anında alev aldı. Aynı yıl içinde Canberra ve Melbourne kentlerinde de 600 yangın meydana geldi. Hatta Sydney’de 2002 yılında alevler seksen bölgede yükselince, kentte sadece iki cadde açık bırakılabilmişti.
Elbette ki orman yangınları sadece Avustralya’da yaşanmıyor. Yaz aylarında ülkemizde de çok sayıda orman kül olup yok oluyor.
Orman yangınlarının birçoğundan insan sorumlu, yangınların sadece yedide biri yıldırım düşmesine bağlı olarak meydana gelmekte.
Yangının tornado hızı
Yangını körükleyen başlıca faktörler rüzgar ve kuraklıktır. Rüzgar yangını oksijenle besleyerek yayılmasını sağlar. Üstelik her yangın kendi rüzgar sistemini de üretir. Sıcak hava yukarı çıkarken soğuk hava aşağı çökerek yeniden oksijen üretir.
Bu şekilde yangın tornado hızıyla ilerleyebilir. Mesela Avustralya’da 1983 yılında meydana gelen bir yangın tornadosu 380m yükselerek 72 kişinin yaşamına mal olmuş ve yüzlerce evi yıkmıştı.
Bir yerleşme ne kadar kalabalıksa yangının söndürülmesi de o denli zorlaşır. Bazı ağaçların kabukları o kadar hafiftir ki rüzgarın etkisiyle uçan meşale gibi 30km uzağa sürüklenebilirler ve bu tür bir yangın orman yangınlarından daha hızla yayılmakta. 1990, 1991 ve 1992 yıllarında Çernobil yakınlarında meydana gelen orman yangınlarının dumanları çok tehlikeli bir maddeyi de beraberinde taşıdı: 1986 yılındaki reaktör kazasından sonra çevreye bulaşan radyasyon, yanan ormanlardan atmosfere ve rüzgarın etkisiyle de yüzlerce kilometre uzaktaki bölgelere yayıldı.
Orman yangınlarının ardından kirli hava tabakası (smog) çöküyor yerleşmelerin üzerine. Mesela Endonezya’da 1997 yılında meydana gelen yüzlerce orman yangınının ardından Güney Asya’nın büyük bölümü yoğun bir duman sisinin etkisinde kaldı.
Erken uyarı sistemi
Hatta Malezya’nın kimi kentlerinde görüş mesafesi beş metrenin altına düştü. On binlerce insan solunum hastalıkları, egzama ve bağdokusu iltihapları yüzünden tedavi gördü. Okul çağındaki çocukların açık havaya çıkması yasaklandı.
Yangınlar, Batı Avrupa’daki otomobillerden ve santrallerden daha çok karbondioksit saldılar. 2002 yazında Rusya’da ormanlar yandığında Moskova’da yaşayan on milyon kişiden kenti terk etmesi istendi.
Bir yangının felakete dönüşmemesi için zamanında fark edilmesi gerekir, Birçok ülkede son yıllarda erken uyarı sistemleri kuruldu. Hava tahmini verilerinden ve bitki örtüsüyle ilgili bilgilerden yola çıkılarak bir tehlike raporu hazırlandıktan sonra uydularla olası yangın bölgeleri takip edilmekte.
Kasırgalar
İtfaiye her yangını söndürmez. Mesela yerleşmelerden uzaktaki bazı yerlerin yanmasına izin verilir, çünkü bu bölgeler için ateş yaşam kaynağıdır aynı zamanda. Birçok tohum yangından sonra filizlenir ve besleyici maddeler açığa çıkar.
Alevler ormanları aydınlatarak birçok bitkinin büyümesini tetiklerler. Hatta Karlsruhe Üniversitesi yangın ekologu Christoph Neff, tehdit altındaki bölgelerde, topraktaki ölü ağaçların yok edilmesi için düzenli olarak yakılmasını bile önermekte. Ve bu da bölgeyi daha büyük yangınlardan korumakta diyor uzman.
Amerika’da son zamanlarda yaşanan kasırgalar tüm teknolojilere rağmen beklenmedik bir zamanda ve tahmin edilmediği kadar şiddetli vurdu. Oysa bu tür iklim olayları uydular ve radarlarla takip edilir, gemiler şiddetini, akımını ve etrafındaki atmosferi ölçüyorlar.
Tüm bu verilerden Miami Ulusal Kasırga Merkezi’ndeki uzmanlar, altı saatte bir kasırganın ne yöne doğru ilerleyeceğini ve ne şiddette vuracağını hesaplarlar.
Kasırga tahminlerinde önemli bir ilerleme kaydedildi son yıllarda. Mesela bir kasırganın ne şekilde oluştuğu ve nereye doğru hareket ettiği kesin olarak saptanabilmekte. Ama şiddeti hala doğru dürüst tahmin edilememekte. Ve Katrina kasırganın niçin bu kadar hızlı şiddetlendiğini uzmanlar hala .bilemiyorlar.
Beklenmeyen volkan
Shuyi Chen başkanlığında yürütülen Rainex projesiyle şimdi bilim adamları bir tanesi kasırganın merkezine, diğer ikisi dıştaki çevrimlere yani yağmur şeritlerinin üzerine olmak üzere aynı anda üç uçak gönderiliyor. Bu projeyle amaç, bir kasırganın birkaç saat içinde üçüncü kategoriden ne şekilde beşinci kategoriyle yükseldiği anlamaya çalışmak.
Miami’de 1926 yılında meydana gelen 4 şiddetindeki kasırga kentin merkezin etkisi altına alınca 240 kişi ölmüş ve bugünkü hesaplara göre 1,7 milyar dolarlık da maddi zarar meydana getirmişti. Miami o tarihlerde henüz küçük bir kentti, aynı şiddette bir kasırga bugün çok daha büyük zararlar verebilir diye uyarıyor uzmanlar.
Ülkemizde pek görülmeyen şiddetli kasırgalar özellikle Manila, Kalküta, Şanghay, Dakka, Hongkong, Miami gibi kentler için tehlike oluşturmakta.
Tarih 20 Şubat 1943, Meksiko kentinin 320km batısındaki Sierra Madre bölgesinde yeni bir günü karşılayan çiftçi Dionisio Pulido için sıradan bir gündü. Fakat öğleden sonra tarlasında açılan çukur çiftçiyi korkuttu. Kül çukuru bir hafta içinde 170m yüksekliğinde bir yanardağı gelişti. Volkan komşu köyün adıyla Paricutin olarak adlandırıldı.
Volkanların tehdidi
Bir yıl içinde 370m yüksekliğe ulaşan yanardağı dokuz yıl sonra 3292m yükseldiğinde birçok kez püskürmüş ve lavlarıyla çevresindeki sayısız köyü yok etmişti.
Bugün tehlikeli yanardağı bölgelerinde yaşayan insan sayısı 500 milyon kişi bulmakta.
Son 400 yıl içinde yaklaşık olarak 250.000 kişi yaşamını yitirdi.
Açlık, Tsunamiler, ve diğer felaketlerle birlikte bu sayı üçe katlandı.
Dünyamızda bugün artık çok daha fazla insan yaşıyor, dolayısıyla da tehdit altında bulunanların sayısı da günden güne artmakta.
Vezüv yanardağı, bir milyonluk Neapel kentinin sadece 15km, Meksika’daki Popocatepeti volkanı ise Meksiko kentinin 50km uzağında yer almakta. Vezüv yanardağı çok iyi araştırılmış olmasına rağmen Popocatepeti volkanında bir magma odasının bulunup bulunmadığı bile bilinmiyor.
Ama Potsdam Jeoloji Araştırmaları Merkezi’nden Thomas Walter, olması gerekir ama bulamıyoruz diyor. Bir magma odası içinde sıvı kayacın yüzdüğü büyük bir boşluk değil. Daha çok kısmen ıslanmış bir sünger görünümdedir ki bu da bulunmasını zorlaştırmakta.
İki metre yükseldi
Birçok ortak özelliklere rağmen bir volkanın püskürme şekli diğerine benzemez. Sismik etkinliklerin kaydı bu yüzden her zaman doğru tahmin vermemekte. Gerçi hafif sarsıntılar ve artan gaz atımı püskürme habercisi olarak kabul edilebilmekte ama bu fenomenler her zaman püskürmeyle sonuçlanmayabiliyor.
Magma ocağının hemen üzerindeki yer kabuğundaki değişimler her ne kadar her seferinde püskürmeyle sonuçlanmasa da yine daha iyi tahmin imkanı vermekte. Mesela 1980 yılındaki Vezüv püskürmesi sırasında yerkabuğunda bir hareketlenme gözlendiğinde zemin iki metre kadar yükselmesine rağmen volkanda herhangi bir patlama yaşanmamıştı.
Volkanik bölgelerdeki tüm değişimler lazerler ve uydularla takip edilmekte. 1980’de St.Helen ve 1991’de ise Pinatubo’nun püskürmesinden kısa bir süre önce magma ocağının üzerindeki toprak kabarmıştı. Tüm bu gözlemlere, modern tekniklere ve yoğun araştırmalara rağmen yanardağ püskürmelerinin de kesin bir şekilde öncelenmesi hala mümkün değil.
Geçmişi araştırarak gelecek için bir tahmin yapılabilir ama püskürmeyi önlemek mümkün olmadığına göre çevre bölgeleri boşaltma planları yapılabilir diyor Vezüv gözlemevinin yöneticisi Giovanni Macedonio.
Ve eğer yakın bir çevrede bir yanardağı gelişip büyüyorsa en iyi çözüm o bölgeden taşınmak. Özellikle Meksiko kenti, Manila, Yakarta, Neapel, Seattle gibi megakentler ve Hawaii, Teneriffa ve Girit gibi bölgeler volkanik etkinlikler yüzünden tehdit altında olan bölgelerdir.
Orman yangınlarının birçoğundan insan sorumlu, yangınların sadece yedide biri yıldırım düşmesine bağlı olarak meydana gelmekte.
Yangının tornado hızı
Yangını körükleyen başlıca faktörler rüzgar ve kuraklıktır. Rüzgar yangını oksijenle besleyerek yayılmasını sağlar. Üstelik her yangın kendi rüzgar sistemini de üretir. Sıcak hava yukarı çıkarken soğuk hava aşağı çökerek yeniden oksijen üretir.
Bu şekilde yangın tornado hızıyla ilerleyebilir. Mesela Avustralya’da 1983 yılında meydana gelen bir yangın tornadosu 380m yükselerek 72 kişinin yaşamına mal olmuş ve yüzlerce evi yıkmıştı.
Bir yerleşme ne kadar kalabalıksa yangının söndürülmesi de o denli zorlaşır. Bazı ağaçların kabukları o kadar hafiftir ki rüzgarın etkisiyle uçan meşale gibi 30km uzağa sürüklenebilirler ve bu tür bir yangın orman yangınlarından daha hızla yayılmakta. 1990, 1991 ve 1992 yıllarında Çernobil yakınlarında meydana gelen orman yangınlarının dumanları çok tehlikeli bir maddeyi de beraberinde taşıdı: 1986 yılındaki reaktör kazasından sonra çevreye bulaşan radyasyon, yanan ormanlardan atmosfere ve rüzgarın etkisiyle de yüzlerce kilometre uzaktaki bölgelere yayıldı.
Orman yangınlarının ardından kirli hava tabakası (smog) çöküyor yerleşmelerin üzerine. Mesela Endonezya’da 1997 yılında meydana gelen yüzlerce orman yangınının ardından Güney Asya’nın büyük bölümü yoğun bir duman sisinin etkisinde kaldı.
Erken uyarı sistemi
Hatta Malezya’nın kimi kentlerinde görüş mesafesi beş metrenin altına düştü. On binlerce insan solunum hastalıkları, egzama ve bağdokusu iltihapları yüzünden tedavi gördü. Okul çağındaki çocukların açık havaya çıkması yasaklandı.
Yangınlar, Batı Avrupa’daki otomobillerden ve santrallerden daha çok karbondioksit saldılar. 2002 yazında Rusya’da ormanlar yandığında Moskova’da yaşayan on milyon kişiden kenti terk etmesi istendi.
Bir yangının felakete dönüşmemesi için zamanında fark edilmesi gerekir, Birçok ülkede son yıllarda erken uyarı sistemleri kuruldu. Hava tahmini verilerinden ve bitki örtüsüyle ilgili bilgilerden yola çıkılarak bir tehlike raporu hazırlandıktan sonra uydularla olası yangın bölgeleri takip edilmekte.
Kasırgalar
İtfaiye her yangını söndürmez. Mesela yerleşmelerden uzaktaki bazı yerlerin yanmasına izin verilir, çünkü bu bölgeler için ateş yaşam kaynağıdır aynı zamanda. Birçok tohum yangından sonra filizlenir ve besleyici maddeler açığa çıkar.
Alevler ormanları aydınlatarak birçok bitkinin büyümesini tetiklerler. Hatta Karlsruhe Üniversitesi yangın ekologu Christoph Neff, tehdit altındaki bölgelerde, topraktaki ölü ağaçların yok edilmesi için düzenli olarak yakılmasını bile önermekte. Ve bu da bölgeyi daha büyük yangınlardan korumakta diyor uzman.
Amerika’da son zamanlarda yaşanan kasırgalar tüm teknolojilere rağmen beklenmedik bir zamanda ve tahmin edilmediği kadar şiddetli vurdu. Oysa bu tür iklim olayları uydular ve radarlarla takip edilir, gemiler şiddetini, akımını ve etrafındaki atmosferi ölçüyorlar.
Tüm bu verilerden Miami Ulusal Kasırga Merkezi’ndeki uzmanlar, altı saatte bir kasırganın ne yöne doğru ilerleyeceğini ve ne şiddette vuracağını hesaplarlar.
Kasırga tahminlerinde önemli bir ilerleme kaydedildi son yıllarda. Mesela bir kasırganın ne şekilde oluştuğu ve nereye doğru hareket ettiği kesin olarak saptanabilmekte. Ama şiddeti hala doğru dürüst tahmin edilememekte. Ve Katrina kasırganın niçin bu kadar hızlı şiddetlendiğini uzmanlar hala .bilemiyorlar.
Beklenmeyen volkan
Shuyi Chen başkanlığında yürütülen Rainex projesiyle şimdi bilim adamları bir tanesi kasırganın merkezine, diğer ikisi dıştaki çevrimlere yani yağmur şeritlerinin üzerine olmak üzere aynı anda üç uçak gönderiliyor. Bu projeyle amaç, bir kasırganın birkaç saat içinde üçüncü kategoriden ne şekilde beşinci kategoriyle yükseldiği anlamaya çalışmak.
Miami’de 1926 yılında meydana gelen 4 şiddetindeki kasırga kentin merkezin etkisi altına alınca 240 kişi ölmüş ve bugünkü hesaplara göre 1,7 milyar dolarlık da maddi zarar meydana getirmişti. Miami o tarihlerde henüz küçük bir kentti, aynı şiddette bir kasırga bugün çok daha büyük zararlar verebilir diye uyarıyor uzmanlar.
Ülkemizde pek görülmeyen şiddetli kasırgalar özellikle Manila, Kalküta, Şanghay, Dakka, Hongkong, Miami gibi kentler için tehlike oluşturmakta.
Tarih 20 Şubat 1943, Meksiko kentinin 320km batısındaki Sierra Madre bölgesinde yeni bir günü karşılayan çiftçi Dionisio Pulido için sıradan bir gündü. Fakat öğleden sonra tarlasında açılan çukur çiftçiyi korkuttu. Kül çukuru bir hafta içinde 170m yüksekliğinde bir yanardağı gelişti. Volkan komşu köyün adıyla Paricutin olarak adlandırıldı.
Volkanların tehdidi
Bir yıl içinde 370m yüksekliğe ulaşan yanardağı dokuz yıl sonra 3292m yükseldiğinde birçok kez püskürmüş ve lavlarıyla çevresindeki sayısız köyü yok etmişti.
Bugün tehlikeli yanardağı bölgelerinde yaşayan insan sayısı 500 milyon kişi bulmakta.
Son 400 yıl içinde yaklaşık olarak 250.000 kişi yaşamını yitirdi.
Açlık, Tsunamiler, ve diğer felaketlerle birlikte bu sayı üçe katlandı.
Dünyamızda bugün artık çok daha fazla insan yaşıyor, dolayısıyla da tehdit altında bulunanların sayısı da günden güne artmakta.
Vezüv yanardağı, bir milyonluk Neapel kentinin sadece 15km, Meksika’daki Popocatepeti volkanı ise Meksiko kentinin 50km uzağında yer almakta. Vezüv yanardağı çok iyi araştırılmış olmasına rağmen Popocatepeti volkanında bir magma odasının bulunup bulunmadığı bile bilinmiyor.
Ama Potsdam Jeoloji Araştırmaları Merkezi’nden Thomas Walter, olması gerekir ama bulamıyoruz diyor. Bir magma odası içinde sıvı kayacın yüzdüğü büyük bir boşluk değil. Daha çok kısmen ıslanmış bir sünger görünümdedir ki bu da bulunmasını zorlaştırmakta.
İki metre yükseldi
Birçok ortak özelliklere rağmen bir volkanın püskürme şekli diğerine benzemez. Sismik etkinliklerin kaydı bu yüzden her zaman doğru tahmin vermemekte. Gerçi hafif sarsıntılar ve artan gaz atımı püskürme habercisi olarak kabul edilebilmekte ama bu fenomenler her zaman püskürmeyle sonuçlanmayabiliyor.
Magma ocağının hemen üzerindeki yer kabuğundaki değişimler her ne kadar her seferinde püskürmeyle sonuçlanmasa da yine daha iyi tahmin imkanı vermekte. Mesela 1980 yılındaki Vezüv püskürmesi sırasında yerkabuğunda bir hareketlenme gözlendiğinde zemin iki metre kadar yükselmesine rağmen volkanda herhangi bir patlama yaşanmamıştı.
Volkanik bölgelerdeki tüm değişimler lazerler ve uydularla takip edilmekte. 1980’de St.Helen ve 1991’de ise Pinatubo’nun püskürmesinden kısa bir süre önce magma ocağının üzerindeki toprak kabarmıştı. Tüm bu gözlemlere, modern tekniklere ve yoğun araştırmalara rağmen yanardağ püskürmelerinin de kesin bir şekilde öncelenmesi hala mümkün değil.
Geçmişi araştırarak gelecek için bir tahmin yapılabilir ama püskürmeyi önlemek mümkün olmadığına göre çevre bölgeleri boşaltma planları yapılabilir diyor Vezüv gözlemevinin yöneticisi Giovanni Macedonio.
Ve eğer yakın bir çevrede bir yanardağı gelişip büyüyorsa en iyi çözüm o bölgeden taşınmak. Özellikle Meksiko kenti, Manila, Yakarta, Neapel, Seattle gibi megakentler ve Hawaii, Teneriffa ve Girit gibi bölgeler volkanik etkinlikler yüzünden tehdit altında olan bölgelerdir.