Güncelleme Tarihi:
Push for Popular Vote in Turkey
By SUZAN FRASER
The Associated Press
Halk oylaması için baskı
Washington Post gazetesi AP muhabiri Susan Fraser ‘in Ankara‘dan verdiği haberinde AKP‘nin cumhurbaşkanını halkın seçmesi doğrultusunda Meclis'teki çalışmalarını yoğunlaştırdığından söz ediyor .
ÖNCEKİ BASIN DERLEMESİ | |
* Dünya basınından 08.05.2007 |
Guardian gazetesi siyasi analiz yazarlarından Jonathan Freedland, Avrupa'da iktidara gelen sağ partilere bakarak solun artık uyandığını düşündüğünü bildiriyor. Bu uyanışı aslında ABD ‘de yayınlanan Brzezinski ‘nin kitabını kaynak göstererek kanıtlamaya çalışıyor.
"Avrupalı solcular için iyi bir hafta olmadı. Pazar günü Nicolas Sarkozy' zaferini ilan etti. "
"McDonald's ve George Bush'a direnen Fransa'da bile sol galip gelemiyor. İngiltere'de bunun sinyalleri ise daha önce geldi. Yerel seçimlerde oyların yüzde 40'ını alan Muhafazakâr Parti, İşçi Partisi'ni ve Liberal Demokratlar'ı geride bıraktı ve genel seçimden galip çıkma olasılığını güçlendirdi. İskoçya ve Galler'deki yenilgiler de bunun üzerine geldi. İngiltere'de Muhafazakârlar'ın kazanması durumunda kısa süre sonra Avrupa'nın üç büyük başkenti merkezin sağındaki isimlerin kontrolüne geçecek demektir. Berlin'de Angela Merkel, Paris'te Nicolas Sarkozy, Londra'da ise David Cameron."
“ABD’li politikacılar iki ABD ‘den söz ediyorlar. Özellikle Demokrat John Edwards iki ayrı kutup oluştuğundan söz ediyor. Zengin bir azınlık ve çok fakir bir çoğunluk. Zenginler ne pahasına olursa olsun güçlerini varlıklarını korumaya harcıyorlar. Bu da topumda dalgalanmalara neden oluyor. Artık dünyada neler olduğunu görenlerin sayısı artıyor. Yeni yayınlanan bir kitap artık ABD ‘de ve tüm dünyada bir uyanmanın başladığını anlatıyor. Jimmy Carter zamanında güvenlik danışmanlığı yapan Zbigniew Brzezinski ‘nin kitabı ‘İkinci Şans ‘ kafaları karıştırmaya yetti. Dünyada artık yeni bir siyasi uyanışın başladığını söyleyen Brzezinski özellikle de gelişmekte olan ülkelerde insanların demokratik hakları için mücadele ettiklerini vurguluyor . TV ve internetin artık bu uyanışa büyük bir katkısı olduğunu da ilave ediyor.”
Guardian gazetesi siyasi analiz yazarı Jonathan Freedland acaba hayal mi görüyor? AB ‘nin en büyük iki ülkesinde sağ eğilim iktidara geldi. Almanya ve Fransa. Önce Almanya ‘ya bakalım :
Almanya
Almanya ‘da SPD, 2005 yılında yapılan genel seçimden iki dönemdir sürdürdüğü iktidarını yitirerek çıktı. Bu seçimde, aylar öncesinden yapılan kamuoyu yoklamaları sosyal demokratlara zaten pek umut vermiyordu. Ancak seçim yaklaştıkça SPD, Hıristiyan Demokratlar ile arasındaki farkı azalttı. SPD, CDU/CSU’nun az da olsa gerisinde kaldı. CDU/CSU-SPD “büyük koalisyon” hükümeti Merkel başkanlığında kuruldu. “Die neue Mitte” (Yeni Merkez) akımıyla Alman sosyal demokrasisine bir aralar farklı bir yön vermiş bulunan eski Şansölye Schröder de siyasetten ayrıldı.
SPD, bu seçimden sonra, yönetim kadrolarını yeniledi. Schröder’den sonra başa geçen Müntefering kısa süre sonra istifa etti. Partinin başına ondan sonra geçen Platzeck de sağlık sorunları yüzünden kısa sürede ayrıldı. SPD’ye bu yıl başkan seçilen Beck partinin tabanından gelen eski bir politikacı. Koalisyon kabinesinde bazı kilit bakanlıkları elde etmiş bulunmasına karşın, SPD, yılın başından bu yana, güç kaybına uğramıştır. Buna karşılık Şansölye Merkel otoritesini ve popülaritesini sağlamlaştırmış ve CDU/CSU kanadı güçlenmiştir.
Bu ülkelerde siyaset yapmak artık eskisi gibi değildir. AB’ye devredilen yetki alanları ve küresel dünyada uluslararası politikayla iç içe geçmiş ulusal sorumluluklar Avrupa’nın sol kitle partilerinin işlevlerini karmaşıklaştırmıştır. Değişen sosyal yapı, ortaya özellikle emekliler arasında hem zamanı bol bir kesim hem de diğer yandan siyasal katılım talep eden ama zamanı dar genç ve dünyaya açık dinamik bir nüfus çıkarmıştır. Kitle partileri bu sosyal kategorileri kucaklayacak politikalar üretmekte zorlanmaktadırlar . Özellikle Alman Solu, bu stratejik sıkıntı altında ,dümeni kırlmış bir gemi gibi bir bocalama içindedir .
Fransa
Fransız Sosyalist Partisi (PS), Mayıs ayında yapılan AB Anayasa taslağına ilişkin referandum dolayısıyla ikiye bölünmüştür. Parti Genel Sekreteri Hollande’ın ve merkez yöneticilerinin destekledikleri “evet” kampanyasına karşın özellikle sol seçmen, PS yöneticilerinin önerisine uymayarak “hayır” oyu vermiştir. Bu da solun gerileme sürecine girdiğinin en belirgin işareti olmuştur.
Öte yandan, 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi için sağda güçlü bir aday ortaya çıktı. Sarkozy özellikle tutucu ve dinci, tarikatci kesime verdiği mesajlarla aranan kişi olduğunu kanıtladı. Laik Fransa Sarkozy ‘nin söylemleri ve sert tutumuyla şoka giriyor, siyasal anlamda kutuplaşma belirgin bir hal alıyordu. Sağ güçlü bir aday bulmuştu. Buna karşın sol, birkaç ay öncesine değin ortaya seçilebilir bir aday çıkaramamıştı. Ségolène Royal birdenbire ortaya seçilebilir bir cumhurbaşkanı adayı olarak çıkarılmıştır. Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimi en önemli siyasal süreç olarak bilinmektedir. Bu seçimi kazanan adayın temsil ettiği parti hemen arkasından yapılacak genel seçimi de kazanma şansına sahiptir. Sağın adayı Sarkozy’nin seçimleri kazanması sağ iktidarın hızlı bir yapılanma içine girerek seçimleri kazanma ihtimalini güçlendirmiştir..
Şimdi bu iki ülkedeki gelişmelere bakarak Avrupa‘da solun güçlendiğini söylemek mümkün değildir. Tam tersine gerilemektedir .Öyleyse burada Freedland hangi temele dayalı bir tez yürütmektedir?
ABD Bush yönetiminin iki dönem boyunca Avrupa ‘ya uyguladığı ekonomik ve siyasal baskı mı böyle bir sonuç doğurmuştur? Eğer öyle ise İngiltere‘de Blair iktidarı ve partisi sağa kayarak mı kendini kurtarmıştır. Bir de buna bakalım :
İngiltere
İngiltere’de Blair’in akılcı uygulamaları ekonomiyi iki dönemdir büyütmüş, köhnemiş sosyal ve kurumsal yapıları modernleştirmişti. Seçmen bu olgunun bilincindeydi. Ne var ki Labour, Mayıs 2005 genel seçimine girerken, kamuoyunca olumsuz karşılanan “Irak Savaşı” konusundan çekiniyordu. Nitekim İşçi Partisi, bu seçimi kazandı ama 57 sandalye kaybetti.
İşçi Partisi, genel seçimden önce, kamuoyuna bir manifesto açıklamıştı: Bu manifestoda liberal anlayışın ürünü olan “fırsatlar toplumu” kavramı işleniyor ve “toplumsal refah düzeyi”nin böyle bir toplum bünyesinde arttırılması konu ediliyordu. Katılımcı demokrasinin geliştirilmesi, ailelere yardım, yaşlı ve güçsüz nüfus kategorileriyle dayanışma gibi sola özgü yönelimlerin yanısıra “aile” kurumunun altı çiziliyor; anne-babalara çocuklarının daha iyi eğitileceği vaat ediliyor; herkesin kamu alanlarında işini daha kolay ve daha çabuk halledebileceği vurgulanıyordu. “Güvenli sınırlar” ve “güvenlik toplum” konularının altı kalın biçimde çiziliyordu. Sağ politikacıların geleneksel olarak savundukları “günlük yaşamın pratik sorunları”, “aile” ve “güvenlik” gibi kavramların “yeni Labour” eliyle sola mal edilme çabası seçim yenilgisini bir nebze azaltmıştır. İngiltere’de sağın en büyük sorunu Blair ‘in karşısına güçlü bir aday çıkaramamış olmasıdır. Blair ve kurmayları bu fırsatı iyi değerlendirmişler, sağ politikaları da kendi görüşleri içerisinde eriterek partiyi ve seçmeni sağa kaydırarak bir seçim daha kazanmışlardır .
Burada görülen gerçek şudur: Avrupa Birliği hızla sağa kaymaktadır. Gerek Akdeniz ülkeleri İspanya ve İtalya ‘da gerekse de Kuzey Avrupa ülkelerinde sol yani sosyal demokrasi eski pırıltısını kaybetmiştir . Değişen dünya koşullarına uyum sağlayamayan hantal kamu kurumlarını sırtında taşıyan sol ekonomik alanda başarılı olamamışlardır. Bunların istisnaları vardır. Ama genel çizgide küreselleşen ekonomi, değişen değer yargıları refah toplumu olmaya koşullanmış Avrupa’nın sağa kaymasını hızlandırmış görünmektedir.
Türkiye’ de durum :
Bütün bunlardan sonra Türkiye ‘deki durumdan da söz etmeden geçemeyiz. Son yapılan kamuoyu yoklamalarında 2002 yılına göre bariz bir sağa kayma tespit edilmektedir. Seçmen kitlesinin üçte ikisi sağ eğilimli partilere yönelmiştir. 2002 yılı seçimlerinde oy kullanmayan 10 milyona yakın seçmen kitlesi politize olmuş görünmektedir. CHP izlediği politikayla partiyi sağa kaydırmış ve parti içi sorunlarla seçmenlerinin bir bölümünü kaybetmiştir. Solun bir merkez cephe olarak yeniden oluşması için yeterli zaman yoktur. Zaten seçmen için hayati önem taşıyan işsizlik, aile, eğitim, sağlık, gençlik, AB ve dış politika konularında geliştirdiği politikaları seçmenlere duyurma noktasında başarılı olduğunu söylemek zordur. Bu bağlamda merkez solun elinde kalan tek koz ‘Laiklik’ kozudur. Bunun da seçmenlerini geriye kazanmak için yeterli olacağını söylemek güçtür. Yeni oluşturulan Demokrat Parti (ANAP+DYP) bu boşluğu doldurabilecek midir? Gelişmeleri izleyeceğiz .
‘Al Jazeera ‘ web sitesinde yer alan habere göre:
“Romanya parlementosunun ülkede ABD üstlerinin kurulmasına ilişkin teklifi onayladığını bildiriyor .Mihail Kogalnice Hava Üssünde konuşlanması düşünülen 3000 civarında olması beklenen ABD askeri gücünün Doğu Avrupa ülkelerindeki Amerikan çıkarlarını koruyacağı ve terörizme karşı bir cephe oluşturulmasında önemli bir adım olduğu belirtiliyor.
Romanya parlementosunda karar 257 evet 1 hayır ve 29 çekimser oyla 10 yıl süreyle kabul edilmiş. ABD’nin bölgede yaptığı bu askeri ilerleme Rusya tarafından olumlu karşılanmadı.ABD ‘nin Polonya ve Çek "topraklarına yerleştirecekleri füzesavar silahların da bölgede gizli amaçlara hizmet edeceği vurgulandı."
Bu haber aslında 2005 yılında başlayan bir projenin devamı niteliğini taşıyor . Soğuk savaş sonrasında Doğu Avrupa ‘ya ve Batı Asya ‘ya kolay bir biçimde ulaşmak isteyen ABD askeri gücü ,uçak gemileriyle devriye gezmek yerine üsler kurma yolunu seçmiştir.Romanya,Polonya ve Çekoslovakya Almanya’dan sonra ABD askeri gücü için ideal üs kurma coğrafyalarıdır . Nitekim ABD ‘nin buralarda konuşlanarak bölgedeki terörist hareketleri caydırıcı bir etki yaratacağı da ABD dışişleri tarafından bölge ülkelere empoze edilmiştir. Doğu Bloğu’ndan çıkıp Batı’ya yaklaşmak isteyen Romanya bu doğrultuta hızlı adımlar atmıştır . AB üyeliği , ABD üsleri ve ülkeye hızla akan yabancı sermaye kısa sürede Romanya ‘nın kalkınma hamlesini hızlandırmıştır. Parlamento 2 Mayıs Çarşamba günü yaptığı oylamada, ABD'nin dört Romen askeri üssünde 3 bine kadar asker konuşlandırmasına izin veren bir anlaşmayı onayladı. On yıl süreli anlaşma Aralık 2005'te imzalanmıştı. Başbakan Calin Popescu Tariceanu milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmada, ülkede ABD askeri bulunmasına halkın geniş destek verdiğini söyledi.
Yine Çarşamba günü, görevden alınan Cumhurbaşkanı Traian Basescu bu ay yapılacak görevden almayla ilgili referandumu kaybetmesi halinde siyaseti bırakacağını söyledi. Meclis, Basescu'nun anayasayı ihlal ettiği iddiaları üzerine geçen hafta referandum yolunu açmıştı.
Romanya ve Bulgaristan’la imzalanan üs anlaşmaları, Washington yönetiminin Soğuk Savaş ve özellikle 11 Eylül sonrası geliştirdiği yeni güvenlik anlayışına ve buna bağlı olarak Amerikan ordusunun dünya sathında yeniden konuşlandırılmasına yönelik yeni stratejinin bir sonucu.
ABD, her iki ülkedeki askeri varlığı vasıtasıyla özellikle Balkanlar/Doğu Avrupa ve Karadeniz Havzası’nda somut bir güç haline geliyor. Romanya ve Bulgaristan’daki askeri üsler, ABD’nin küresel gücü bakımından da oldukça stratejik önemde. Zira, Amerikan ordusu, Pentagon’un ifadesiyle bu yeni “ileri operasyon mahalleriyle”, Arap Yarımadası, İran, Kafkasya, Orta Asya ve hatta Çin’in bazı bölgelerini de kapsayan 3000 kilometrelik bir yarıçap içinde etkin güç kullanabilme şansına sahip oluyor. Bu askeri analizin ötesinde bir de siyasi analiz gerekmektedir . Örneğin , Paul Wolfowitz, Irak işgali öncesi New York Times’a verdiği bir mülakatta söylediği sözleri anımsamadan edemeyiz .
“Askeri Üslerin fonksiyonu aslında askeri olmasından çok politiktir.
ABD ‘nin bu coğrafyada ne gibi politik planları olduğu konusunda düşünmek gerek.