Paylaş
Sağlık öyle hassas ve öyle değerli bir konu ki... Bir doktorla konuşacaksam ve bunu size aktaracaksam, yaptığım röportajlarda fazlasıyla irdeliyorum bu konuyu. Kitabevi turlarımdan birinde Ümit Aktaş’ın kitabıyla karşılaştım.Anlaşılır bir dille yazdığı “Mutluluk Kürleri” adlı kitabının satışı zaten muhteşem.
Kendisini tanımak ve bilgilerinden faydalanmak isterseniz buyrun...
◊ Ümit Bey, fitoterapi uzmanısınız. Fitoterapi tam olarak nedir?
- Bitkilerin insan sağlığını korumak ve hastalıklarını tedavi etmek için kullanımını inceleyen bilim dalına fitoterapi denir.
Türkiye’de fitoterapi tıp fakültelerinde uzun yıllar okutulmadı. Sadece eczacılık fakültelerinde okutuldu. Fitoterapide eczacılar, doktorlar birlikte çalışır. İşin içinde botanikçiler ve ziraat mühendisleri de vardır.
Ben yüksek lisansımı Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde yaptım. Şu anda ülkemizde doktorlara fitoterapi eğitimi veriliyor. Mevzuat değişti. Ben tıp fakültesinde okurken böyle bir eğitim verilmiyordu.
◊ “Mutluluk Kürleri” adlı kitabınızın satışı 120 bini geçti. Kitapta beslenme ile ilgili önemli bilgiler veriyorsunuz. Beslenme konusuna ne zaman merak sardınız?
- Mesleğimin 3. senesinde Mardin’de görev yapıyordum. Bize öğretildiği gibi hastalara reçete yazıyorduk.
Her şeyi öğrendiğimiz gibi yapıyorduk ama hastalar iyileşmiyordu. Diyabet, yüksek tansiyon, alerjiler ve otoimmün hastaların ilaçlarla iyileşmediğini gözlemledim. “Bu hastalıkları nasıl tedavi edebilirim” diye düşünmeye başladım.
Önce ozon terapisi ve akupunktur eğitimi aldım. Akupunkturu bitirdiğim zaman bir baktım dünyada akupunktur tek başına uygulanmıyor. Fitoterapi ile birlikte uygulanıyor. Sonrasında fitoterapi yüksek lisansına başladım. Eğitime başladıktan sonra fitoterapinin beslenme ile birebir ilişkili olduğunu fark ettim. Ama ben beslenme bilmiyordum.
Türkiye’deki hiçbir doktor beslenme bilmez. Tıp fakültesinde beslenme okutulmaz. Yoğun bir şekilde beslenme okumaya başladım ve hayatım ondan sonra değişti. Bugün şunu söylüyorum. Beslenmenizi düzenlenmeden hastalıklardan korunamazsınız. Hastalandığınızda da iyileşemezsiniz.
◊ Neden?
- Öğrenciyken bize sindirimin incebağırsaktan olduğu, kalınbağırsağın sadece dışkılamaya yaradığı söylendi.
Halbuki bugün sindirimin çoğunun kalınbağırsakta olduğunu biliyoruz. Modern tıp o kadar dogmatik yaklaşır ki. Mesela modern tıbba göre yemek borusu transport borudur. Olabilir mi böyle bir şey? Yemek borusu ağzımızdan başlıyor, midemize kadar iniyor.
Sadece besinleri taşımak için mi var? Bugün bilmediğimiz pek çok farklı fonksiyonu ortaya çıkacak. Kalınbağırsağımız 350 metrekare.
Niye bu kadar büyük kalın bağırsak taşıyoruz? Üstelik kalınbağırsaklar çok kalabalık. 100 trilyon probiyotik bakteri var. Tüm vücudumuzu 10 trilyon hücre oluşturuyor. Neden 100 trilyon bakteriyi bağırsaklarda taşıyoruz. Bu probiyotik bakteriler K vitaminini yapıyor. Kanımızın pıhtılaşmasını probiyotikler sağlıyor.
Kemik iliğinde kan hücresinin yapımına müdahale ediyor. Serotoninin yüzde 95’ini probiyotikler yapıyor. Sadece yüzde 5’i beyinde yapılıyor. Depresyon serotoninle ilgili değil mi? Önce probiyotikleri düzenlemeniz gerekiyor. Antidepresan yazarsam modern tıp uzmanı oluyorum ama turşu yiyin dediğim zaman alternatif tıpçı oluyorum. Turşu yemek depresyon tedavisinde daha önemli bana göre. Vücudumuzdaki sindirimi probiyotikler yapıyor. Gümrük memuru gibiler.
◊ Turşu dışında bağırsaklara faydalı olan hangi yiyecekleri örnek verirsiniz?
- Ev yoğurdu, evde mayalanmış kefir, paça çorbası. Bunların hepsi probiyotiktir. Sebzenin kendisi de öyle. Salata yediğiniz zaman da alıyorsunuz. Pişmemiş halde olduğu için. Bunun dışında zeytinyağı, tereyağı, çiğ kuruyemişler.
◊ Salatayı sirke ile yıkamayı tavsiye ediyor musunuz?
- Parazitler için sirkeyle yıkamak gerekli. Bir parazit türü var ve bu yeşilliklere kancalarıyla yapışıyor.
Bunu yıkamayla uzaklaştıramıyorsunuz. Ama sirkeyle yıkadığınızda asit nedeniyle kancalarını bırakıyor ve suyla duruladığınızda gidiyor.
Onun haricinde sirkenin zararlı mikropları filan öldürdüğü yok. Dünya çamaşır suyu reklamlarındaki gibi çocukların üzerine koşan mikroplarla dolu değil. Mikroplar olmasaydı insan olmazdı.
◊ Bağırsakların içine girdiğiniz zaman çıkamıyorsunuz değil mi?
- Vücudun kökü bağırsaktır. Eskiden beyin bağırsaklara emir verir sanılırdı ama anlaşıldı ki bağırsaklarla beyin karşılıklı konuşuyor. Arada bir sinir var. Onu kesiyorsunuz bağırsak çalışmaya devam ediyor. Emir filan almıyor. Vücutta bulunan bağışıklık sistemi hücrelerinin yüzde 70’i bağırsaklarda bulunuyor.
Çünkü bizim dünya ile iletişimimizi sağlayan gözümüz, dilimiz, kulağımız değil. Bağırsaklarımızdır. Basit bir örnek vereyim. Grip aşısı gripten korumuyor. Hatta öldürücü yan etkileri bile olabiliyor.
◊ Aşı dışında ne tavsiye ediyorsunuz?
- Kereviz kışın -10 derece soğukta yukarıya üç dal yaprak vererek güneş görmeden toprağın altında kocaman bir yumru büyütür. Gövdesinde soğuğa ve güneşsizliğe karşı dayanması için maddeler biriktirir. Siz kereviz yediğinizde kerevizin canlılığını vücudunuza aktarırsınız. Sizin vücudunuza da o maddeler girer ve -10 dereceye, güneşsizliğe dayanmayı öğrenirsiniz. Yazın da domates incecik kabuğuyla güneşin altında 40 dereceye dayanmayı bilir. Yazın da domates yediğiniz zaman yaz sıcaklarına dayanmayı öğrenirsiniz. Vücudun saatlik bir ritmi vardır.
Sabah kortizon salgılar. Öğle vakti D vitamini yapar. Neden öğle vakti güneşlenin diyoruz? Vücudumuzun D vitamini yapabilme kabiliyeti saat 11.00 ile 13.00 arasındadır. Diyorlar ki “Akşam güneşlenin yoksa cilt kanseri olursunuz”. İyi de cilt kanseri yaygınlaşmaya devam ediyor. D vitamini eksikliği kanser yapıyor. Bu ispatlandı.
◊ Bağırsaklar için zararlı maddelere de örnek verir misiniz?
- Glüten ve şeker. Buğdayın genetiğine müdahale edildi. Müdahale edildikten sonra dünyada çölyak hastalığı patladı.
Çölyak çocuklukta yokken yetişkinlikte meydana gelebilen bir hastalık.
Çölyak hastalığının ortaya çıkış tabloları çok enteresan. Klasik çölyak, bağırsak sorunları, karın, eklem ağrıları gibi belirtilerle ortaya çıkıyor. Oysa çölyak glüten intoleransı adında ayrı bir varyasyon tespit edildi ki klasik çölyak hastalığının 10 katı daha sık görülüyor. Romatizmal hastalıklar, haşimato, kısırlık gibi hastalıklar meydana geliyor.
◊ Çocuklarımıza nasıl ekmek yedireceğiz?
- Diyabet, depresyon, kısırlık, otoimmün, tiroit ve romatizmal hastalıklara sahipseniz kesinlikle glütenden uzak durmalısınız. Ne ekmek ne lahmacun ne de börek. Hiçbir şey yememelisiniz. Eğer sağlıklı bir insansanız o zaman çocuklarınıza Siyez buğdayından ekşi maya ile ekmek yaparak çok az miktarda yedirebilirsiniz. Tükettiğiniz ekmek günlük gıdanızın yüzde 5’ini geçmemeli.
VÜCUDUNUZUN NEYE İHTİYACI VARSA O VİTAMİNİ KULLANIN
◊ Takviye vitaminlere nasıl bakıyorsunuz?
- Muhakkak doktor kontrolünde kullanılmalı. Multivitamin değil, vücudunuzun neye ihtiyacı varsa o vitamin kullanılmalı. Mesela bugün D vitamini eksikliği toplumda yüzde 99. D vitamini bir hormondur. Çünkü vücutta yapılıyor. Halbuki vitaminler vücutta yapılmaz. O yüzden aslında vitamin değil hormondur. Mayıs ile ekim ayları arasında 11.00-13.00 arası güneşlenerek D vitamini ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz. Bunun dışında yumurta, ciğer, tereyağı ile alınıyor. Ama artık gıdalarla alma şansımız pek kalmadı. Ben küçükken annemin kümesi vardı ve yumurtamızı oradan alırdık. Haftada taş çatlasın 3 yumurta verirlerdi. Şimdi tavuk denen garibanlar A4 kağıdı boyutunda yerlerde yaşıyor. 24 saatte 1 yumurta versin diye gece gündüz florasanın altında yaşıyorlar. Florasan hiç sönmüyor. Tavuk gündüz sanıp yumurtluyor. Fıtratını değiştirdiler.
Böyle giderse torunlarımıza insülin kalemi takacağız
◊ Beslenme konusunda yaptığımız en büyük yanlışlar neler?
- Çok fazla ekmek ve karbonhidrat tüketmek bir numaralı yanlış. Bunun da sebepleri var. 1980’lı yıllardan itibaren Amerikan Diyetisyenler Derneği o meşhur beslenme piramidini çıkardı. İnsanlara yağ yemeyin, tam tahıl tüketin bol bol dedi. İnsanları teşvik ettiler. Bu beslenme piramidinden sonra Amerika’da diyabet 4 kat arttı. Bizde de 1998-2010 yılları arasında bir araştırma yapıldı ve diyabetin 12 senede yüzde 90 arttığı görüldü. Dehşet verici. Böyle giderse torunlarımıza altın yerine insülin kalemi takacağız.
SOĞANDA PORTAKALDAN DAHA ÇOK VİTAMİN VAR
◊ Taze sıkılan meyve sularına neden karşısınız? Kereviz, pancar ya da bunun gibi sebzelerin de suları sıkılıyor...
- Bir bardak meyve suyu için beş tane portakal sıkarsınız ve tamamen şeker alırsınız. Sebzelerin suyunu sıkıp posasını atıyorsunuz. Ben posanın atılmasına karşıyım. Posa kıymetlidir. Sadece meyve suyu sıktığınızda aldığınız fruktozdan başka bir şey olmuyor. Bana günlük C vitamini ihtiyacı için ne yemeliyiz diye soruyorlar.
Soğan cevabını veriyorum. Soğanda portakaldan daha çok C vitamini var. Soğanı da sarımsağı da çiğ yemenizi öneririm. Sarımsağı salatanıza çiğ olarak ekleyin.
OTİZM 2O YILDA 4200 KAT ARTTI
◊ Kitabınızda, son 20 yılda otizmin görülme sıklığının 4200 kat arttığını yazmışsınız.
- 100 binde bir görülürken binde 42’ye çıkmış. 20-30 yıl içinde otizmin çok daha fazla sıklaşacağı ve iki bebekten birinin otistik olacağı söyleniyor.
Bunda çeşitli faktörler var. Sezaryen ve beslenme gibi.
◊ Neden?
- Danimarkalılar 30 sene içinde Danimarka’da sezaryenle doğan 2 milyon bebeği takip etmişler.
Bu 2 milyon bebekte otizm, dikkat eksikliği, hiperaktivite, alerji, astım ve kanserin daha sık görüldüğü ortaya çıkmış. Otizm, bağırsak flora bozukluğundan köken alır. Sezaryenle doğan bebek, doğum esnasında annesinden florayı, probiyotikleri alamıyor.
Probiyotikler normal doğumda geliyor. Doğum olmadan 30 gün önce annenin doğum kanalındaki probiyotik bakteri yapısı değişmeye başlıyor.
Laktobasiller artıyor. Bu laktobasiller aynı zamanda yoğurdun içinde de bulunan faydalı bakteriler. Bebek doğum kanalına girdiği anda neden doğum kanalında yavaş yavaş vakit geçiriyor. Bunun bir sebebi var. Bütün vücudu koruma kalkanı gibi bunlarla kaplanıyor.
İlk gıdası probiyotikler burada alınıyor. Yutuyor ve mide-bağırsak sistemine giriyor. Bronşlarına, akciğerine gidiyor.
SEZARYEN DOĞUMDA DÜNYA ÜÇÜNCÜSÜYÜZ
◊ Sezaryende bunları alamıyor mu?
- Normal doğumda bebek bir koruma kalkanı ile doğuyor. Sezaryenle doğan bebek probiyotik alamıyor. Ve dünyanın en zararlı enfeksiyonlarının bulunduğu hastane ortamında doğuyor. Hele bir de anne sütü alamamışsa olay bitiyor. Bugün dikkat eksikliğinin, otizmin, alerjilerin, otoimmün hastalıkların artışındaki en önemli sebep sezaryen doğum.
◊ Türkiye’de sezaryen oldukça yaygın ama…
- Şu anda yüzde 52 oranı ile dünya üçüncüsüyüz. Ama artış hızına baktığımızda dünya birincisiyiz. 20 yıl önce ülkemizde sezaryen doğum oranı yüzde 7’ydi. Böyle çok artış gösteren başka bir ülke yok. Neden arttı? Kadınlarımızın anatomik yapısı mı değişti?
◊ Peki, otizmin oluşması nasıl oluyor?
- Bebek doğduğu andan itibaren beyin hücreleri ile norönların arasında sinaps dediğimiz birtakım bağlantılar var. Bu sinapslar bir sinir ucunun diğer ucuyla olan bağlantıları. Bebek 2 yaşına gelene kadar her bir hücre yaklaşık 60 bin kadar sinaps yapıyor. Fakat bu sinapslar zaman içinde kendini budamaya başlar. Erişkin yaşa gelene kadar budanma devam ediyor. Ama otistik bebeklerde bu budama olmuyor. Çok sayıda uyarı var. Otistik çocuklar soyutlama yapamıyor. Algılayamıyor.
◊ Algıları farklı mı çalışıyor?
- Beyin çok hızlı çalışıyor. Ama bu sefer rutin hayatın sembollerini, soyutlamalarını kavrayamadan büyüyor. Sizin rutin hayatta algılarınızın körelttiği şeyleri otizm hastaları köreltmiyor. Hepsini birden algılıyor, görüyor ve duyuyor. Dünyası bir karmaşa içinde.
OTİZMDE EN ÖNEMLİ İŞ BESLENMEDİR
◊ Beslenmenin etkisini anlatır mısınız...
- Otistik çocuklar şekere aşırı düşkündür. Neredeyse tamamı kabızdır. Bağırsaklarındaki probiyotik flora bozuktur. Beslenmeyi düzeltmezseniz vereceğiniz hiçbir tedavide başarılı olamıyorsunuz. Ağır metal zehirlenmeleri çok sık görülür. Çünkü bağırsak geçirgenlikleri bozuktur. Geçirgen bağırsak sendromları vardır. Karbonhidratsız, şekersiz, işlenmiş gıda ve glüten olmadan beslenmeleri gerekir. Otizmde işin beslenme tarafı ihmal ediliyor. Bir çocuğun beslenmesi düzenli olur ve spora teşvik edilirse normal bireyler gibi hayatına devam edebilirler.
Paylaş