Güncelleme Tarihi:
Dibis kasabasındaki Haşdi Şabi kontrol noktasını geçiyoruz. Zap suyunun ikiye böldüğü kasabada yoğunluklu olarak Arap ve Kürtler yaşıyor. Her 300 metrede bir yeni kontrol noktalarını aşıyoruz. Şoförümüz işitme engelli gibi davranmamı istiyor. Dibis’ten 10 kilometre sonra sağımızda büyük petrol tanklarının olduğu, etrafı 3 metre beton duvarlarla çevrili petrol tesisi görülüyor.
PEŞMERGE KONTROLÜ
Yola çıkışımızdan 1.5 saat sonra peşmerge kontrol noktasına geliyoruz... Kavgasız gürültüsüz sakin bir geçiş... Erbil ayrımından sonra Mahmur istikametine yöneliyoruz. Biraz daha ilerleyince Mahmur girişindeki kireç ocaklarının olduğu yerde Irak ordusu, Haşdi Şabi ve peşmergenin birlikte nöbet tuttuğu noktayı da görünce “Kardeşlikte son nokta” diye içimden geçiriyorum. Musul’a yaklaştıkça enkazlar da artmaya başlıyor. Dicle Nehri üzerinde birkaç noktadan bombalanmış Al Geyyara Köprüsü tamamen devre dışı kalmış. Geçici olarak inşa edilmiş metal köprüden karşılıklı geçişler yapılıyor. Musulluların yoğunlukla yaşadığı mülteci kamplarındaki çocuklar, paketlerini açtıkları gofretleri tekli olarak satmaya çalışıyor.
Musul ileride beliriyor. Toz toprak içerindeki kontrol noktalarındaki askerler, düzensizliğin ve kargaşanın rutine bindiği ortamı normale çevirmeye çalışıyorlar. Bu kargaşada bile fotoğraf makinesini doğrulttuğum her yerden bir asker beliriyor. Dicle kenarındaki yıkılan köprü ve binalara kimse yaklaştırılmıyor. Tuzakların küçük bir bölümü temizlenmiş. Üç yıllık DEAŞ zulmünden sonra başı açık çok az kız görüyoruz. Konuştuğumuz insanlar hâlâ korkularını üzerlerinden atamamış, sosyal medyada izlediğimiz işkencelerden bahsediyorlar. Birazcık yakışıklı bir gencin suç iliştirilerek yüksek binalardan atıldığını, yakınlarının Musul’un dışındaki büyük bir çukura atılıp açlık ve susuzluktan öldüğünü anlatıyorlar. İçlerinden biri “Çoğu kaçtı ama şu anda normal elbiselerini giyerek saçını sakalını kesip aramızda hâlâ dolaşanlar bile var” diyor.
ISIRAN POLİSLER
DEAŞ işkenceleri arasında en fazla hatırlananlardan biri, Addada denilen kadın polislerin yaptığı eylemler. Musul sokaklarında biraz makyajlı ya da tesettüre aykırı olduğu düşünülen bir kadın fark edildiğinde Addadalar çağrılıyormuş. Addadalar tarafından kadının kolu kan çıkana kadar ısırılıyormuş. Bir kadın, ısırılan birinin kan kaybından öldüğünü anlatıyor. DEAŞ’ın ardında bıraktığı en büyük problem, 3 yıllık zulümleri boyunca kaçırdıkları, tecavüz edip sattıkları kadınlardan doğan çocuklar. Kentte ailelerin kabul etmediği bu çocukların toplanarak Erbil’de devlet gözetiminde tutulduğuna yönelik iddialar dolaşıyor. Kaostan çıkıp kontrol noktalarını geçerek Erbil’e geliyoruz. Yolumuzu kesen bir araç kim olduğumuzu soruyor. Songül Çabuk, Kürtçe konuşup parlamenter olduğumuzu söyleyince bize dönerek, “Dua edin hanımefendi var yoksa Irak bayrağı yapıştırdığınız arabanızda sizi yakardım” diye Irak hükümetine karşı kızgınlığını dile getiriyor. Erbil’den alternatif yolu kullanarak gece yarısına doğru Kerkük’e varıyoruz.
KONSOLOSLUK BURADAYDI
Türk Başkonsolosluğu’nu bulmaya çalışıyoruz. Her türlü kuralsızlığa izin verilen yerde deli gibi fotoğraf makinemi saklamaya çalışıyorum. Tayaran Mahallesi’ne doğru ilerliyoruz. Daha önce geldiğim bu sokağı adım gibi biliyorum ama ana binayı göremiyorum. Birçok kez yanından geçtiğimiz, şimdi bir bölümü otopark olarak duran arsa meğerse bizim başkonsolosluk binasıymış. 11 Haziran 2014 tarihinde DEAŞ’lı 900 terörist tarafından basılıp içindeki 49 kişi rehin alınan binadan geriye üç adet palmiyenin 1 metrelik kavrulmuş kökleri, bir derin dondurucu, bir çelik evrak dolabı kalmış. Arapça birtakım evrak bu zulme dayanabilmiş. 2016 Nisan’da DEAŞ’a yapılan bombardıman sırasında taş üstünde taş kalmamış.