Güncelleme Tarihi:
BU BİR CASUSLUK DAVASI
“Bu olayın ifade özgürlüğüyle yakından uzaktan alakası yoktur. Bu bir casusluk davasıdır. Cumhurbaşkanlığı sözcümüz de bununla ilgili bazı açıklamaları cuma günü yapmıştır. Biz bakarkör olmak durumunda değiliz, bazı gerçekleri çok açık net görmeliyiz. Bana göre medyanın sınırsız özgürlüğü olamaz. Dünyanın başka yerinde de medyaya sınırsız özgürlük yoktur. Bu haberlerde bu ülkenin Başbakanı’na, Cumhurbaşkanı’na bugünkü göreviyle her türlü saldırı vardır. Yani basın mensubu, yazılı görsel kalkacak Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a istediği gibi saldıracak, iftira oyunlarının içerisine girecek ve biz buna seyirci kalacağız. Böyle bir şey sözkonusu olamaz.
MAHKEME DİRENEBİLİRDİ
Anayasa Mahkemesi bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Bu karara sadece sessiz kalırım, o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim. Verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum. Niye, çünkü ortada bir gerçek var. Bu bir beraat kararı değildir, tahliye kararıdır. Aslında onlarla ilgili kararı veren mahkeme kararında direnebilirdi. Kararında direnmiş olsaydı, bu bireysel başvuru veya Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar boşa çıkacak ya da tahliye edilen kişiler AİHM’e gideceklerdi. Oradan alacakları netice bellidir. Fakat bu süreç, bu şekilde adımlar bana göre doğru adımlar değildir.
BİZE SALDIRIYORLAR
Bizim 13-14 yıllık iktidarlarımız medyanın fikir ve düşünce özgürlüğü noktasında en ideal noktaya ulaştıkları dönemdir. Bizim dönemimiz basın mensuplarının sürekli cezaevlerine doldurulduğu bir dönem değildir. Yüzlerce basın mensubunun cezaevlerine tıkıldığı dönemler bizden önceki dönemlerdir. Bizim iktidarımızda bunlar cezaevlerinden çıkmıştır. Biz yaptığımız yasal düzenlemelerle önlerini açtık. Yanlış yaptık herhalde. Bize saldıranlar bunları görmezden gelerek bize saldırıyorlar. İfade ve düşünce özgürlüğünün sonuna kadar yanındayım. Ama ifade ve düşünce özgürlüğü maskesi altında bu ülkenin adına veya bu ülkeye saldırı hakkının da kimseye tanınmasına taraftar değilim. Çünkü bu bir casusluktur.
SANKİ DÜŞMAN ORDUSU
İstihbarat örgütleri herhangi bir savcının rahatlıkla müdahale edebileceği bir örgüt değildir. İstihbarat örgütlerinin sınırsız diyebileceğimiz yetkileri vardır. Zaten bu yetkiler olmazsa o devlet güçlü olamaz, ayakta duramaz. Bayırbucak Türkmenleri’ne Milli İstihbarat Teşkilatımız yardım götürüyor, sen kalkacaksın müdahale edeceksin şoförünü, subayını yatıracaksın yere ve sanki düşman ordusunun mensuplarını yakalamış veya teröristleri yakalamış gibi yere yatıracaksın, silahları onlara uzatacaksın ve düşünün bu ülkede yargı makamında olanlar o sürecin resmedilmesine aracı olanlara yardım yataklık edenleri tahliye edecek. Kusura bakmayın, ben bu kadar rahat onların yanında olamıyorum. İnandığım doğrular neyse bu doğruların sonuna kadar arkasındayım. Şimdi yola çıkıyorum. Bundan sonra herhalde biraz daha ortalık çalkalanabilir.”
DİLİ SÜRÇMÜŞTÜR
ERDOĞAN, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın ‘Anayasa ve başkanlık ayrı ayrı referanduma gidebilir” sözleriyle ilgili de şunları söyledi: “Bu konu Cumhurbaşkanlığı makamının görevi değil. Orada bir dil sürçmesi olmuş olabilir. Bu görev tamamıyla parlamentonun görevidir. Kararı parlamento verecektir. Referandum yapılacaksa 330 reye ihtiyaç var. Bu sağlanabilirse, hangi konuda referanduma gidilmek isteniyorsa o konuda referanduma gidilebilir. Gördüğümüz kadarıyla yeni anayasa çalışması şu anda bir sıkıntıya uğramış vaziyette. Bu komisyon iş görür veya görmez önemli değil. Tek başına iktidar partisi dahi anayasayla ilgili önergesini hazırlar, bunu parlamentoya sunar ve bu konuyla ilgili olarak tavrını ortaya koyar. 330’u yakalarsa zaten mesele yok, millete gidilir. Asıl bu işin sahibi, karar verecek olanı millettir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bunlar Atatürkçüyüz demiyor mu? Atatürkçüyseniz millete gidelim, millete soralım.”