Ali DAĞLAR
Oluşturulma Tarihi: Nisan 09, 2011 00:00
En son Meclis’teki kravat eylemiyle gündeme gelen İstanbul milletvekili Ufuk Uras’ın babası da en az kendisi kadar renkli bir kişilikmiş. Fotoğraf sanatının yerleşmesi için çabalayan, İstanbul’un havadan çekilmiş ilk fotoğraf albümünü hazırlayan, Türkçe ibadeti savunan ve Ufuk Uras’ın çekingenliğini yenmesi için ona sinemada gazoz sattıran biri Hasip Uras. Bunu ölümünden sonra oğlunun yayınladığı ‘Hayat Bir Tecrübedir’ adlı hatıratından anlıyoruz. İşte o hatırattan alıntılar...
İstanbul milletvekili ve ÖDP eski genel başkanı Ufuk Uras, merhum babası emekli albay Hasip Uras’ın hazırladığı kitabı bastırdı: ‘Hayat Bir Tecrübedir’. Kitapta son derece ilginç bir kişilik olan Hasip Uras’ın anıları ve mücadelesi yer alıyor.
Baba Uras ABD’de fotoğraf ve sinema eğitimi gördü. TSK mensuplarının yanı sıra Kadıköy Halk Eğitim’de halka 16 yıl ücretsiz fotoğrafçılık öğrettti. Türkçe ibadeti savundu, Zincirlikuyu Mezarlığı’nın kapısındaki Arapça yazının, ‘Her canlı bir gün ölümü tadacaktır’a dönüşmesinde rol aldı. İstanbul Boğazı’nın 680 panoramik fotoğrafını çekti, kentin havadan çekilmiş ilk fotoğraf albümü de yine ona ait.
PANELDE HAYATINI KAYBETTİ Kitaba giriş yazısı yazan Ufuk Uras, babası için şunları söylüyor: “Yetişmemizde ve yolumuzu bulmamızda babam Hasip Uras’ın hakkını ödeyemem. Çoğu memur çocuğu gibi biz de sıkı bir müzik eğitiminden geçtik. Kız kardeşim Güneş flütist, kardeşim Tan çellist oldu, ben de müziksever. İçe kapanıklığımı aşmam için kuru yemiş de sattırdı babam, yazlık sinemalarda gazoz da... Yaşamı boyunca öğrenmeye ve öğretmeye adadı kendini. Benden son isteği, camilerde envanteri doğru dürüst tutulmayan eski halıların yok olup gitmesinin önlenmesiydi. İsteğini meclis kürsüsünden dile getirdim ama galiba suya yazmış olduk. Onun merakı, pastoral hayata bağlılığı, çocukları için yol gösterici oldu. Hep sordu, soruşturdu, fidan dikti, yeni tarımsal üretim teknikleri geliştirmek için didinip durdu, son nefesini verirken, Kadıköy Belediyesi’nin bir panelinde konuşmasını bitirip oturmuş, aldığı alkışların mutluluğunu tadıyordu. Zaten hayat soluklarımızın toplamından çok, soluğumuzun kesildiği anlarda değer kazanmıyor mu?”
RÜŞVETİ İNÖNÜ’YE İSPAT EDERİMKitapta cumhuriyetin ilk girişimcilerinden, ilk uçak fabrikasının kurucusu Nuri Demirağ ile dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü arasında 68 yıl önce yaşanan çok çarpıcı bir rüşvet diyalogu anlatılıyor: “Divriğili Nuri Demirağ, 1937’de birçok ilde bile olmayan ortaokulu ilçesine yaptı. Bu ortaokuldan pekiyi ile mezun olan sekiz öğrenciyi pilot okuluna aldı, ağabeyim bunlardan biriydi.
Beşiktaş ve Yeşilköy’de tayyare atölyesi kurdu. Divriği’de kuracağı gök okulu için havaalanı sahası, fabrika ve santral yeri aldı. Yeşilköy’de Gök Okulu kurdu. Balkan devletlerine planörler sattı. Okul tayyareleri yaptı. Almanlardan sonra dünyada en iyi uçağı Demirağ yapıyordu.
Ağabeyi Kemal Uras’ın babasına gönderdiği mektupta Demirağ ile İnönü arasındaki diyalog, ilk kez bu kitapla yansıyor:
“Babacığım size üzücü bir
haber vereceğim. Cumhurbaşkanımız geldiler. Havaalanını ve okulu gezdiler. Herşeyi beğendiler. Nuri Bey’in odasına geçildi. Nuri Bey, yaptığı işleri bir bir Cumhurbaşkanımıza ve yanındaki kişilere arzetti. Sonunda şöyle konuşma geçti:
İSMET İNÖNÜ: Nuri Bey, her şey çok mükemmel, daha ileriye gitmek için niçin devletle işbirliği yapmıyorsunuz?
NURİ DEMİRAĞ: Teşekkür ederim. Senelerdir söylediğiniz hususta uğraştım. Fakat başaramadım. Devlet mensupları benden rüşvet istiyorlar.
Bu söz üzerine İnönü bozuldu.
İNÖNÜ: İspat eder misin?
DEMİRAĞ: İspat ederim. Müsaade ederseniz evrakları getireyim, diye yazıhaneye geçti. İnönü yanındaki zevata dönerek, ‘Zenginliği başını döndürdü. Havaalanını istimlak edin. Uçakları sattırmayın.’ dedi. Nuri Bey içeriye girdiğinde İnönü ayağa kalkmış, kapıdan çıkarken karşılaştılar. Bir şey söylemeden otomobiline binerek ayrıldılar.”
BU DERGİYİ OKUMA AHLAKIN BOZULUR
Ortaokul 1. sınıftayım. Müdür çağırdı, “Hasip bu mecmua sana geldi, mecmua ile emniyete gideceksin, başkomiser seni istiyor” dedi. Dergiye baktım üzerinde “Görüşler” yazıyordu. Emniyete gittim, başkomiser karşıma oturdu, sorular sormaya başladı:
- Bu dergiyi kim gönderdi?Bilmiyorum. Arkasında adres yok ise nereden bileyim.
- Her zaman sana gazete, mecmua geliyor mu?Evet geliyor.
- Kimler gönderiyor?
Akrabalarım, kendileri okuduktan sonra bana gönderiyorlar.
- Bunları niçin okuyorsun?Bunları okumak suç mu?
- Hayır yasak değil ama okuman da doğru değil.Komiser dergiyi açtı, “İnönü’ye açık mektup” çıktı. Zekeriya Sertel’in ismi var, altında da ‘Hür vatandaş’ yazısı ve bir karikatür. Karikatürde güçlü bir insanın ayakları zincire bağlı.
- Şu rezalete bak!Komiser bey bunda ne var, vatandaşın halini gösteriyor.
Komiser sert sert yüzüme baktı, “Git” dedi. Dergiyi istedim, “Ahlakın bozulur, bu dergileri okuma” dedi. “Babam okur” dedim, “O da okumasın” dedi.
ARTIK TÜRK SULARINDA ÇÖP PARASI ÖDEMİYORUZErken saatlerde Boğaz’da
balık tutarken, yalıların penceresinden çöp tenekelerinin, poşetlere doldurulmuş çöplerin, denize atıldığını görürsünüz. 1980 yılında Bumerang Muhasebe Müdürü Zekeriya Ürün bir Fransız kaptanı anlattı: “Gemimizi Karaköy rıhtımının ilerisinde demirledik. İlgililere çöpümüzün olduğunu, almalarını söyledik. İki saat sonra mavna geldi, 200 doları vererek çöpleri teslim ettik. Adalar civarında çöpleri alan mavnayı çöpleri denize dökerken gördük. Ondan sonra bir daha çöp parası vermedik. Çöplerimizi Adalar’ın 10 km ötesine dökmeye başladık. Artık Türk sularında çöp parası ödemiyoruz.”
40’INDA YAŞLILAR 80’İNDE GENÇLER Huzurevi müdürüyken 40 yaşında yaşlı, 80 yaşında genç insanlarla karşılaştım. 40 yaşındaki kişi her gün bir köşeye çekilir, “Ben öleceğim, öte dünyada ne yapacağım” diye üzülürken, iki oda ilerisinde 80 yaşındaki Naim Baba (Kafkas Türklerinden, 2. Dünya Savaşı’nda Alman saflarına geçip Ruslarla çarpışmış, Almanya teslim olunca Türkiye’ye sığınmış) her sabah erkenden bayan arkadaşlarıyla 2. Levent’te yürüyüşe çıkar, kırlardan topladığı çiçekleri de masamdaki vazoya koymayı unutmazdı. Büyükanneme “18 yaşınız ile 88 yaşınızın arasında ne fark var?” diye sordum. “Hiçbir fark yoktur. 18 yaşımda ayaklarım kalbime ayak uyduruyordu, şimdi uydurmuyor” yanıtını vermişti. Yaşlılıkta en fazla beyin ile ayak yaşlanıyor, gönül yaşlanmıyor.