Güncelleme Tarihi:
? Tuval başında oturmaktan kalbim teklemeye başladı yaklaşık 10 yıl önce. O zamandan beri spor yapıyorum. Çok şey değişti hayatımda. Mesela içinde erkek çıplaklığı olan ilk sergim hem benim hem de galerim için, büyük bir riskti. Fakat koşullar lehime çalıştı. Türkiye’den bir ressamın, dünyanın bütün galerilerinin çalışmak istediği noktaya gelmesi önemli. Hayallerimin bile ötesinde. Benden önce de dünya çapında ressamlar vardı ama yerellik meselesini aşamadılar. Yani yemek hazırdı ama servis yapacak garson yoktu. Benim çok iyi bir garsonum vardı, Galerist. İlk kez uluslararası fuarlara katıldı, Türkiye’deki galericilik sistemini değiştirdi.
? İlk sergimden önce dört yıl kimseyle temas kurmadan, bir odaya kapanarak resim yaptım. 80’li yıllarda işportadan bulduğum moda dergilerinden faydalanıyordum. Almanya’da doğdum, döndüğümde 16 yaşındaydım ve küçük bir şok yaşadım. İkinci sergi öncesi İstanbul Bienali’nde dünya beni tanımıştı artık. Yakında Londra’da da sergi açacağım. Resimlerime rekor fiyatlar biçildiği için (175 bin lira) iki yıldır Sotheby’s müzayedelerinde kilit rol oynuyorum ve hazır bir kitle varken kullanmak istiyorum.
? Almanya-Türkiye arasında gelgitler yaşarken çareyi resimde buldum. Bir işçi ailesinde beş kardeşin dördüncüsüyüm. Dört yıl boyunca klasik gitar eğitimi aldım, onda da çok iyiydim. Elitist değilim, Sibel Can da severim Gülşen de...
? 2004’ten beri sadece resim yaparak yaşıyorum. Bu Türkiye’de lüks. Sanatla yaşamak çok özel bir şey, tamamen uçuyorsunuz. Artık eskiden boğuştuğum sorunlar yok, pürüzsüzce resim yapıyorum. Ortalarda görünmemeye de özellikle dikkat ediyorum, resmin önüne geçmek istemiyorum. Florya’da oturmayı bilerek seçtim, tatlı şehir hayatı içinde kaybolmak çok kolay çünkü. Beni resimden uzaklaştırır. Kurduğum hayatta bir ilişkiye de yer yok. Buna rağmen beynimi susturmak zor, meditasyon yapıyorum. Sustukça bedensiz dünyalar varlıklarını gösteriyor bana. İnancım çok güçlüdür ve hiçbir dini ayırmıyorum.
? Taleplere yetişemiyorum, bütün dünyadan bir bekleme listesi var. Son üç yıldır üstümde bir baskı hissediyorum ama asistanla çalışmıyorum. Resimlere emek harcamam ve benim elimin değmesi gerekiyor. İşin zanaat kısmına çok inanıyorum. Yoksa bakan kalbiyle resim arasında bağ kuramaz. Bunların fotoğraf olduğunu ciddi ciddi iddia eden köşe yazarları oldu. Sanatta bu akıma hiperrealizm deniliyor. Boyayı aradan kaldırmak istiyorum. Ete bakınca et, kana bakınca kan görünsün. Duygusal bir yanı da olsun. Buna duygusal gerçekçilik diyorum.
10 YIL ÖNCEKİ EROTİK ATEŞ ARTIK DİNDİ
? Resimlerimi görenler partiden partiye koşan biri olduğumu sanıyor ama hemen her gün en az 10-12 saat çalışıyorum. Mutlaka düzenli olarak spora gidiyorum. Son 10 yılda kanla terle yaptığım tek mülk de bu 60 metrekarelik ev. Aynı zamanda atölyem. Besteci Kadri Şençalar’ın dairesiymiş eskiden. Bahçedeki demir kameriyenin altında Müzeyyen Senar’lar, Behiye Aksoy’lar söylermiş. Aldığımda harabe halindeydi, her şeyini ben yaptım. Özellikle yalın olmasını istedim. Zaten atölyeden çok laboratuvara benziyor.
? Cinselliğe bakışım da değişti artık, 10 yıl önceki o ateş dindi. Erotik öğeleri çok daha yoğun kullanıyordum, çünkü dünyaya öyle bakıyordum. Şimdi öyle bir gereksinim ön planda olmadığı için bu durum geriledi. Hiç yok değil ama belli dozlarda ve gerekli ölçüde. Eskiden çıplak beden üstünden duyguyu anlatırken, şimdi bedenle tarih anlatıyorum. Fon ve mekân kullanmadan, her şeyi sırf figürle anlatmak çok büyük bir meydan okuma. Eskiden sırf çıplaklık yetiyordu. Uğruna ciddi davaların eşiğinden döndüğüm bu resimlerimle gurur duyuyorum. İnsanların hafızalarına böyle kazınmayı da doğal buluyorum.
? Bazı resimlerim var ki, sadece dünyaya değil, kendime de meydan okudum. Bu ne kadar gerekli? Elime ne geçecek? Kendi ağzımın içine tükürdüğüm bir otoportrem var. Ses getirsin diye yapmadım, bir eşik atlamaktı amacım. Artık erotizmde atlayacağım bir eşik kalmadı. Başka meseleler ortaya çıktı, acıyı ve kanı keşfettim. Bütün öfkemi o resimlerden çıkardım.
? Şimdilerde de oryantalizm tuzağına düşmeden Osmanlı’ya bakmayı dert edindim. Çok heyecanlı. Eylüldeki kişisel
sergim Kayıp Resimler Serisi de
bu bakışla ilgili. Bize hep
pembe yanaklı paşalar gösterildi, oysa ben rüşvetini yiyip dünya batsa umurunda olmayan bir
tip resmettim.
? Hep istediğim ama imkânlarım elvermediği için yaşayamadığım, lüks ve parlak bir hayatın resimlerini yapıyordum. O hayatların içine de girip çıktım. Benim kaldıramayacağım sertlikte ortamlardı bunlar. Hayal ettiğimden çok farklıymış. Böyle bir hayat yokmuş, resimleri yaparken yaşayıp bitirmişim onu.
ÇÖP ADAMDIM, YUNAN HEYKELİ OLDUM
? Hâlâ yaşayan en pahalı Türk ressam mıyım, bilmiyorum ama yaşıtlarım arasında öyle galiba. Kendime sadece kopamadığım birkaç resim ayırdım.
? Eskisi kadar alıngan değilim. Bir hafta yataktan çıkmayan acayip depresif bir adamdım ben. Birine kızıp dünyayı yakmalarım filan bitti. İçime kapanık yaşadığım için adımın etrafında oluşan o bambaşka şeyle de ilgili değilim. Buna kapılmadım ve hâlâ olup bitene şaşırıyorum. Art Basel’de Türk koleksiyonerler önümü kestiklerinde “N’oluyoruz” diyorum. Ancak ailemin bana bakışı değişti.
? Yaşlanma korkum yok, çünkü kayıtlarımdan ölüm bilgisini sildim. Acı çektikçe olgunlaşmayı da bedeninizle öğreniyorsunuz... Spora asla ilgim yoktu ama içine girdikten sonra sanatı desteklediğini gördüm. Her gün bir buçuk-iki saat spor, kafamdaki sesleri susturuyor. Bir çöp adamken; kasıklarımın Yunan heykellerine benzeyeceğini ve baklavalarım olacağını asla hayal edemezdim. Bunun mutluluğu kendinize, asla başkası için değil.
? Marc Jacobs’in meni sıçramış fotoğrafıyla mastürbasyon resmim, New York’ta ses getirdi. Bedensel dönüşümüm Marc Jacobs’ınkiyle aynı. Süklüm püklüm biriyken vücudunu kullanarak parfüm satıyor.
Ürünü yerine kendisini
tüketmeyi tercih ederek onu haz nesnesine dönüştürdüm. Amerika’daki galeri Jacobs’a bir türlü ulaşamadı. O sırada resmin başka alıcıları çıktı ve çok ısrar ettikleri için ‘hayır’ diyemedik...
ÖNSÖZ FERZAN ÖZPETEK’TEN
Taner Ceylan’ın 1997-2009 arası tüm eserlerini içeren ilk kitabı; Grafiche Damiani Yayınevi tarafından İngilizce ve Türkçe yayınlanıyor. Tasarımı Vahit Tuna’ya ait, sınırlı sayıda basılacak kitap 26 Mart’ta Akaretler Galerist’te tanıtılacak. Kitapta Ceylan’ın meşhur resimlerinin yanı sıra; küratör Dan Cameron ve Ferzan Özpetek’in metinleri de var. Ünlü yönetmen bir katalogda resmini gördüğü Ceylan’la tanışmak istemiş.Ayrıca ‘Transporter’ adlı bir resmine de sahip.
“Kapak ayna gibi, çünkü kitabın fetiş bir nesne olmasını istedim” diyen Ceylan devam ediyor: “Kapaktaki Alp, çok yakın bir arkadaşım. 15 yıldır hayatımda. Her anlamda büyük esin kaynağım. Bir sanat direktörü. Resimlerimi her zaman ilk o etüt eder. Alp’e bir gün, ‘Sana makyaj yapıp giydireyim, 70’lerin divaları gibi poz ver’ dedim. Sonra da bu fotoğrafları tuvale aktardım. Bu seriden çıkan iki resimden biri İstanbul Modern’de, diğeri de özel bir koleksiyonda.”