Güncelleme Tarihi:
Türkiye'nin ilk kadın seyyahı Fatma Meral Sever şimdi, eşi Guy Horne ile birlikte Antalya'nın Dokuma semtinde, 2672 numaralı sokakta yaşıyor. Evi 67 metrekare. Ama asıl yaşam alanı, karşı apartmanın altındaki müze-atölye-galeri karışımı mekan. Ona göre orası bir ‘‘Kültür Alanı.’’ Yan apartmanın altında da atölyeler var ama ‘‘Burası benim misafir odam’’ diyor. Her yan, kendi tasarımı binlerce elbise, eski kapılar, sandıklar, çaputlar, yazmalar, binlerce sanat ‘obje’siyle dolu. Kimini kendisinin, kimini kocasının yaptığı tablolar, artık duvarlara sığmamış; mekanın her yanından fışkırıyor. Java'dan getirdiği kuklalar, Çin'den Antalya'ya ulaştırdığı ipekliler, Endonezya usulü batik kalıpları, peştemallar, pamuklular... Asya, uzakdoğu ve Anadolu karışımı bir hava insanı içine çekiveriyor.
KÜLTÜR SOKAĞI
Yan taraftaki atölyeler, kimi kütüphane-çorbacı olarak kullanılabilecek, kimi batik, ebru, hat, deri işleri, serigraf baskı, resim tekniği dersleri verilebilecek şekilde düzenlenmiş. Geçtiğimiz günlerde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin çağrısını kabul ederek Batman'da batik dersi veren Fatma Meral aynı şeyi, Antalyalı kadınlar için de yapıyor.
Gökova'yı doğa öldürüldüğü için terkeden, Muğla'da insanları zehirleyen kömür için mücadele veren Fatma Meral, Antalya'nın 2672 numaralı sokağında da boş durmuyor tabii. Sokağa ‘‘Ayağını Yorganına Göre Uzat Sokağı’’ adını vermiş. ‘‘Ayağını yorganına göre uzatmak üzere yorganı üzerine aldığın zaman o yorganın güzelliği ortaya çıkabilsin diye.’’
‘‘Çocuk için vatan yaşadığı sokak ize, ölür mü bu vatan için sokak pisse?’’ diye düşünüyor. İşe çöpleri toplamaktan, sokağı süpürmekten başlıyor. Ardından kaldırımları, bahçe kenarlarındaki demirleri boyuyor. Önce ona çılgın diye bakan mahalleli, giderek saflarına katılıyor. Ağaçlar budanıyor, çiçekler dikiliyor. Çocuklar kendi aralarında kulüpler kuruyor. Yerel bir televizyona konuşan mahalleden biri ‘‘Biz onları zengin sanmıştık, meğer biz tembelmişiz’’ diyor. Küçük bir kız, ‘‘Meral teyze, çöp dökünce, babamı azarlardı, şimdi babam herkesi azarlıyor’’ diye anlatıyor.
Ve Altın Portakal'ı düzenleyen Antalya Kültür Sanat Vakfı'nın da başkanı olan Belediye Başkanı Bekir Kumbul'a bir toplantıda, ‘‘Siz bu film festivalini Antalya'da yapıyorsunuz ama halka inemiyorsunuz. Dokuma'ya bir tane afiş koymuyorsunuz’’ diyor. Vakıf tarafından 2672 numaralı sokak, ‘‘Kültür Sokağı’’ ilan ediliyor. 1-5 Ekim tarihleri arasında Altın Portakal Film Festivali kapsamında, sokakta da pek çok etkinlik gerçekleştirilecek.
HER SOKAK 3 BİN DOLAR
Bu sokak Fatma Meral Sever'in projelerinden sadece biri. Kent Konseyi Kültür Sanat Komisyonu üyesi olarak kabul ettirdiği, Turizm Bakanlığı'nın da ilgilendiği projesi ise şöyle:
Dokuma semtindeki üç mahallede 12 bin apartman dairesi var. Her dört daireden birinde bir oda açılacak. Üç bin oda, perdesinden yatağına aynı standartta döşenecek. Televizyonu, İnternet bağlantılı bilgisayarı olacak. Turist, evin öteki odalarına girmeyecek, sadece sabahları mutfağı ve banyoyu bir saatliğine kullanacak. Oda-kahvaltı, altı dolar olacak. Temizlik işleri belediyeye, güvenlik muhtarlara verilecek. Oda ve turist seçimi İnternet üzerinden yapılacak. Havaalanından belediyeye gelecek turist, bilgisayardan adresi bulunarak yerine transfer edilecek.
Fatma Meral, bu projenin, halk tarafından benimsendiğini, çünkü her birinin ayda tek bir odadan 400 dolar kazanacağını söylüyor. Altı doların iki doları Belediye'ye verileceği için, dörtte bir kapasitede çalışsa bile her sokağın belediyeye ayda üç bin dolar kazandıracağını anlatıyor. Bu arada esnaf da kazanıyor elbette.
ÇİNLİLERİ BEKLİYORUM
Ama proje bununla bitmiyor. Semtte, ‘‘batik, ikat, yazma, tezhip’’, ‘‘ebru’’, ‘‘minyatür ve hat’’, ‘‘cam, vitray’’, ‘‘çini, seramik’’, ‘‘taş, metal takı’’, ‘‘doğal dokuma’’, ‘‘halı, kilim, doğal boyama’’ olmak üzere sekiz atölye açılacak ve bu atölyelerde her usta beş yılda bir, bin tane kendisi gibi usta yetiştirirken, beş bin tane de hobi ustası yetiştirecek. Eğitmen ustaların hazır olduğunu söylüyor Fatma Meral. Sonra da ekliyor: ‘‘Alman turistlerle uğraşıyorlar hala, rüzgara göre geliyor gelmiyor... Ben de diyorum ki, Çinliler yakında yola çıkacak, 2020 yılı için 60 milyon Çinli bekleyebiliriz. Daha hiçbir yere gitmediler, ama gidecekler... Paris Dokümantasyon Merkezi araştırmalarına göre 600 milyon turist var bu sene ve 2020'de 1 milyar 600 milyon olacak, çoğu da Çinli...’’
Alman turistlerle uğraşıyorlar hala, rüzgara göre geliyor gelmiyor... Ben de diyorum ki, Çinliler yakında yola çıkacak. 2020 yılı için 60 milyon Çinli bekleyebiliriz
Anadolu kadını minimal sanatçı
Bir de ‘‘gösteri’’si var Fatma Meral Sever'in. Yurt içi ve dışında gerçekleştirdiğinde ilgi gören bu gösteriyi ‘‘enstalasyon ve happening’’ olarak tanımlıyor. Dokuz saat sürecek kadar malzemesi ve birikimi olan gösterisinin bir kısmını da bize sunuyor:
Fonda bir Orta Anadolu müziği. Elinde bir sepetle konuşarak giriyor içeri. Sepetten önce bir Anadolu kızının yaptığı çevreyi çıkarıyor, ‘‘Bakın, bu kızın yaptığı şeyler neden bunca canlı? Neden siyah beyaz değil? Ardından ‘‘Dünyanın en güzel yazmaları İsfahan'da yapılır’’ diyor ve İsfahan'dan bir yazma örneği çıkarıyor. İçinde Türkiye'de yapılmış bir yazma var. En az onun kadar güzel! Sonra Afganistan'a uğruyor; Kuzey Afganistan'da yapılmış bir ipek dokuma üzerine, Bursa'dan güzel mi güzel bir ipekli koyarak, o kadınlara sevgi mesajı yolluyor. Ortaasya'ya geliyor, erkeklerin yaptığı işlemelerin karşısına Anadolu'dan bir kadının işlediği bir efe kuşağını çıkarıyor. Endonezya'ya varıyor, gerçek bir sanat eseri gibi görünen batik parçaya Anadolu'dan ‘‘Seni seviyorum’’ diyen bir yazmayla karşılık veriyor. Bir Japon el sanatına karşılık, yine Anadolu motifini koyuyor. Ve final Çin'de. ‘‘Dünyanın en güzel ipeklilerinden biri’’ni çıkarıyor; sonra dönüyor ve ‘‘bir adım ilerde’’ bir Batı Anadolu ipeklisi koyuyor üzerine. Hakikaten öyle, ıslık çaldırıyor.
‘‘İşte Türkiye bu’’ diyor. Ona göre Anadolu kadını dünyanın en önemli minimal sanatçısı. ABD'nin iddialı sanat dergilerinden Artnews'u koyuyor önüne. Dergi sayfalarında milyonlarca dolara satılan sanat eserleri; resimler, fotoğraflar, grafikler, illüstrasyonlar. Aralarına, Anadolu kadınının motiflerini yerleştirmiş. Tek tek gösteriyor, sonra soruyor, ‘‘Bu da bu sayfada yeralsa garipser misin?’’ Hayır, her bir Anadolu motifi, sanki derginin bir parçası gibi... Ekliyor: ‘‘Ama bunun fiyatı 50 dolar, bunun 25 bin dolar! Bu sorun bizim sorunumuzdur. Anadolu kadını niçin rehberlik etmesin bize? Onun oyalarda, yazmalarda, çevrelerde yakaladğı eşiz renk uyumu bir Picasso, Monet, Matisse, Van Gogh ile boy ölçüşebilecek güzellikte.’’
Hindikuş dağlarında Atatürk'e borçlandım
Fatma Meral'e sorduğum ‘‘kendini yolda tanımak ne demek?’’ sorusunun cevabı ise Kuzey Pakistan'da, Hindikuş dağları arasında yürürken yaşadığı ve ‘‘hayatımda yeni bir sayfa açtı’’ dediği yarım saatte gizli...
Yıl 1969. Shitral vadisinde karşılaştığı bir Pakistanlı onu çay içmeye davet ediyor. Evin iç büyük avlusu kadınlar ve çocuklarla dolu. Pakistanlı, tanıştırmaya başlıyor: ‘‘Ablam Ayşe, teyzem Emine, yengem Hatice...’’ ve benzeri Müslüman isimleri, o yörenin şive farklarıyla ardarda sıralanıyor. Ardından çocuklar tanıtılıyor: Osman, Ali, Muhammet... Sürekli ikramda bulunan genç kadını ise tanıştırmıyor. Fatma Meral soruyor: ‘‘Peki bu kim?’’ ‘‘Karım’’ diyor adam. Adını soruyor. Adam bilmediğini söylüyor. Peki nasıl hitap ediyor ona? ‘‘Canım, şekerim diyorum.’’ Pakistanlı'nın sekiz aydır evli olduğu karısının adını neden bilmediğini merak ediyor Fatma Meral. ‘‘Babası daha söylemedi!’’ cevabı alıyor.
İşte hayatında yeni bir sayfa açan an: ‘‘Kendimi borç yükü altında buluverdim: Atatürk'e borçlanmıştım! 29 yaşında Fatma İslam önadlı, sırt çantalı, sosyolog, antropolog, gazeteci, fotoğrafçı olan ben, tek başıma, Hindikuş dağları arasına gidip yürümemin belirleyicisinin aydın babam olduğunu sanırdım. Halbuki bunu sağlayan Atatürk'tü.’’
Bugüne kadar neden yazmadı?
Doğanın turiste bunca açılmasına, özellikle Nepal ormanlarının onlara pişirilecek yemekler için yakılmasına isyan ediyor. Turistler mutlu olsun diye, 3-4 bin metrelerdeki en küçük dağ köylerinde bile 90 seçenekli mönüler sunulmasına karşı. Artık belki de korunacak hiçbir kişi ve köşe kalmamıştır, diye üzülüyor.
Bu yüzden, ‘‘20-30 yıl öncesinin gizlerinin nasıl farklı olduğunu yansıtabilirim belki’’ diye yazmaya başlamış. ‘‘O günler haritasız, el kitapsız, paket turizmsiz günlerdi. Yani oraların popüler olmasına ben neden olmayacaktım! Nepal dağlarında yürüyüş yaparken bir iki gün beklerdim bir köyde, biri geçsin diye... Şimdi oradan yılda 60 bin kişi geçiyor. Ve her yer çöp içinde. Son gidişlerimde sopamla çöp toplayıp gömüyorum.’’
Çin mutfağının, sebzelerin öz lezzetini kaybetmemeleri üzerine kurulu olduğunu hatırlatarak şöyle diyor: ‘‘Havaya sıçrayarak tavadaki kızgın yağla buluşturulan sebzeler gibi anılarım, özlerini ve tadlarını kaybetmeden sunulabildiği kadar benim olsun istiyorum.’’