Cem DİZDAR
Oluşturulma Tarihi: Ocak 16, 2016 12:37
Polis eve girdiğinde masada açık duran bir laptop, yanında hocanın bağlaması ve öğrencileriyle birlikte çalışmak için yazmaya durduğu ancak yarım kalan bir türkünün notalarıyla karşılaştı. Bircan Pullukçuoğlu, türküsünü tamamlayamadan hayata gözlerini yummuştu.
“Hayat adil değildir” derler... Kendi adıma öyle mi değil mi bilemem. Ne sanığı ne de yargıcı olabildim hayatın, yaşayıp gidiyorum öylece... Ancak bir ölümün irkiltici olduğunu ve onun üzerinden ‘ortaklaştırmayı becerebildiğimiz keder’in hepimizin ruhunun pencerelerini açtığını/açacağını bilecek kadar büyüdüm. Bilirim, ‘ortak kayıp’lar bizi bize bağlar... Ve yine bilirim ki bu ancak kederi ortaklaştırmayı becerebildiğimizde mümkündür.
Hafta başı bir sabah, ‘Usta sanatçı Bircan Pullukçuoğlu hayatını kaybetti’ haberini okuduğum ilk an “Yapmaaa beee’’ diye çıkardığım avaz Selin’i de irkiltmiş olmalı ki, şaşkın, ürkek, biraz da korkulu bir ifadeyle “Ne oldu hayatım, kötü bir şey mi olmuş’’ diye sordu. “Bircan Hoca ölmüş. Muazzam bir sesti’’ diyebildim sadece... Tanımıyordu ama ifadesinin samimiyeti ‘bir kaybı ortaklaştırdığımızı’ açığa vuruyordu.
Sonra muhabbetle defalarca dinlediğim türkülerini hatırlamaya çalıştım hızla... Türkü okumayan (!), türkü olan, türküye dönüşen birini anlatmaya çalışıyorum size. Okuduğunun hakkını veren, türküyü tavrına oturtan, onun içine işleyen ülkedeki az sayıdaki kadın solistten biriydi Bircan Pullukçuoğlu.
Öyle bir okuyuşu vardı ki, kederli bir türküyü (de ki Seyfi Doğanay’ın ‘Ömrüm’ünü) bir çengelli iğneyle insanın en içine takar geçerdi. Ya da Orta Anadolu türküsü ‘Atı olan el atına biner mi’yi okurken öyle kıvamında bir neşe tuttururdu ki, en aceminin bile kalkıp oynayasını getirirdi!..
İYİ MÜZİSYEN OLABİLMEKMüzikle ilgili olanlar daha iyi bilir, bu alan da tüm disiplinler gibi çok zorlu bir çalışmayı zorunlu tutar. “
Kulağım iyi’’, “Müzik kültürümü anneannemden almışım’’, “Rahmetli babam ud çalardı’’ türünden referanslar kısa süre işe yarasa ya da ‘popüler müziğin ruhu’ bir dönem için yakalanmış olsa bile insanı yaşadığı sürece ‘iyi müzisyen’ yapmaya yetmez. Öyle kalabilmek ancak çalışmak, çok çalışmak, öğrenmek, hep öğrenmekle mümkündür. Diyeceğim o ki, müzik esasen ‘daimi öğrenci’liktir. Kendisini tanımadım ama bu denli yetkin olduğuna göre o da ‘daimi öğrenciler’den olmalı... Benim gibi onu sadece TRT ekranı ya da ‘Yurttan Sesler’ aracılığıyla tanıyanlar bir parça ‘ağır abla’ havasında bulabilir... Ancak Pullukçuoğlu esasen elini attığı işi iyi ve doğru yapma titizliğindeki ‘disiplinli bir öğretmen’ tavrındaydı. Böyle düşünmeme neden ise birkaç programda müziğe dair tespitlerindeki üslup, derinlik ve anlatıdaki titizliği oldu. Hem öğrenci hem öğretmen yani ‘hakiki müzisyen’.
SAHNE İÇİN YAŞI BÜYÜDÜÖlüm haberini okuduğumda hakkında fazladan bir şeyler öğrenebilmek için internete baktım. Ayıla bayıla dinlediğim, bazı türkülerini YouTube’da defalarca döndürdüğüm, bazen de ondan dinlediklerimi bağlamayla çalmaya kalkıştığım ve beceremediğim bu muazzam ses hakkında 4-5 satırı aşmayan biyografik bilgi dışında haniyse hiçbir şey bulamadım. Ardından TRT’deki solist arkadaşım Celal Bakar üzerinden yine TRT Ankara Radyosu Halk Müziği Sanatçısı Gürsoy Babaoğlu’na ulaştım. Bir yazı yazmak istediğimi söyleyip biraz lafladık Gürsoy’la.
‘Resmi biyografik bilgi’de doğum yeri olarak Aydın Söke, doğum tarihi ise 15 Ağustos 1948 olarak kayıtlı. Oysaki aynı zamanda Yurttan Sesler Korosu şefliği de yapmış olan
Bircan Pullukçuoğlu 1953 doğumlu.
Bu sapmanın nedeni ise ‘Kanarya Kardeşler’ olarak ablası ile sahneye çıkabilmek için yaşının büyütülmüş olması! Belki okuduğu kadar değil ama değme bağlamacı kadar iyi bağlama çalan, hocası büyük usta Coşkun Güla’dan ‘el almış’ biri o...
Özel hayatında ise ‘yarım kalmış’ demeyelim ama ‘tamamına erdiremediği’ ya da ‘erdirtilmeyen’ bir sevdanın da öznesi bu kadın... Türkülerinden, TRT’deki dostları ve öğrencilerinden gayrı kimsesi olmayan yapayalnız bir kadın...
Belki de bu nedenle yalnız yaşadığı bir hayatın ‘yalnız kurbanı’ olarak ölümünden üç gün sonra yatağında bir daha uyanmamak üzere uyurken bulunan bir kadın! Hayat adil mi?
BİR LODOS ALDI BİZDENAnkara’da lodos uyarısı yapıldığı günlerin ardından üç gün ortalıkta görünmeyince telaşlanan öğrencilerinin polise
haber vermesiyle ulaşılıyor türkülerin büyük ustasının cansız bedenine. Kurtuluş’taki evinde... Bir kuşku, karbonmonoksit zehirlenmesi. Tıpkı katalitik sobadan sızan gazda eşiyle birlikte can veren bir başka büyük usta Kazancı Bedih gibi... Diğer kuşku ise ‘yüksek tansiyon’...
Polisle birlikte evine ilk girenleri masada açık duran bir laptop, yanında hocanın bağlaması ve öğrencileriyle birlikte çalışmak için yazmaya durduğu ancak yarım kalan bir türkünün notaları karşılıyor!
Notası yarım kalan o türkü sanki bu büyük müzik kadınının ‘yarım kalmış’ her şeyini; sevdasını, yapmak isteyip yapamadıklarını, yapmak istedikleri için gereken zamanın elinden alınışının içli bir anlatısı gibi... Bu toprakların en derinlikli ozanlarından Karacaoğlan’ın sözlerine Haydar Kutluer’in bestelediği, Musa Eroğlu Hoca’nın içe işleyen sesinden döndüre döndüre dinlediğim o türkü şöyle diyor:
“Bizim pencereler yele karşıdır Muhabbet dediğin karşı karşıdırGirer isen bu sinemde neler varGülüp oynadığım ele karşıdırSabahın seheri günden ileriBen kimi sevmişim senden ileriZiyaret olmuşsun kurban istersinKurban bulamadım candan ileri”Sahi ‘hayat adil mi’ ve ‘ortak kayıplarımızın rüzgârları’ ruhlarımızın pencerelerini ardına kadar açabilir mi?