Güncelleme Tarihi:
İtiraf etmeliyim ki, Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nden içeri adım attığımda, beni bekleyen sürpriz ve bu sürprizin boyutları konusunda hiçbir fikrim yoktu. Zeki Müren’le senfonik müzik nasıl buluşabilirdi ki?
Bu sorudan yola çıkarsak, öncelikle konserde ilk notanın sahneden boşluğa yükseldiği anla gecenin coşku dolu finali arasında geçen süre içinde ruh halimin bambaşka bir düzleme taşındığını söyleyebilirim.
Ankara’da yeni kurulan Limak Filarmoni Orkestrası’nın konuk şefliğini, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın şefi Rengim Gökmen üstlenmişti. Solist olarak son yıllarda uluslararası başarılarıyla kendisinden söz ettiren ve aynı zamanda orkestranın müzikal direktörlüğünü de üstlenen genç tenorumuz Murat Karahan sahnedeydi.
O gece galiba herkes, salondan ‘Sanat Güneşimiz’in şarkılarının filarmoni orkestrası eşliğinde bir opera sanatçısı tarafından seslendirilmesine hiçbir engel durum olmadığı yolunda kuvvetli bir kanaatle ayrıldı. Türk sanat musikisinin pekâlâ çoksesli müzikle uyum içinde buluşabileceği, birlikte yürüyebileceğine tanıklık etmenin keyfini yaşadık.
Limak Filarmoni Orkestrası’nın solisti, tenor Murat Karahan’dı.
ULUSAL MÜZİKLE EVRENSEL ARASINDA KÖPRÜ
Bu noktada şef ve icracılar kadar, yaptığı düzenlemelerle Zeki Müren eserlerini çok sesli bir anlayışla yeniden yorumlayan Çukurova Senfoni Orkestrası sanatçısı Yusuf Yalçın’ın rolünü ve müzikal zekâsını özellikle vurgulamalıyım. Düzenlemelerde bize ait olan yerel-ulusal doku ile çok sesli evrensel müzik arasında çok sağlam bir köprü kurabilmiş Yalçın. Kendisinin önümüzdeki yıllarda daha da büyük işlere imza atacağından kuşkum yok.
Bu arada, aynı konseri izleyen değerli sanatçımız Ali Kocatepe’nin de Hıncal Uluç’un Sabah’taki köşesinde, geçenlerde bu konseri bir müzisyen gözüyle değerlendirirken, projenin sentez boyutunu Atatürk’ün müzikle ilgili görüşlerinden hareket ederek övmesi dikkatimi çekti. Kocatepe, sahnede karşılaştığı tablonun Atatürk’ün 1 Kasım 1934’te, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada çizdiği şu sözleriyle örtüştüğüne dikkat çekiyor: “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği kavrayabilmesidir. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri toplamak, onları genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu sayede, Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.”
SIRADA NEŞET ERTAŞ OLABİLİR Mİ?
Limak Filarmoni’yi diğer orkestralardan ayıracak önemli bir yön, anlaşıldığı kadarıyla klasik Batı müziğine ağırlık vermekten çok, yerel müziklerle evrensel müziği buluşturacak bir müzikal anlayışa odaklanacak olması. Zeki Müren projesi bu yönde atılan ilk adım. Orkestranın müzikal direktörü Murat Karahan ile bundan sonrasına dönük hedefleri hakkında konuştum. Bundan sonraki etap için Anadolu’nun ve Rumeli’nin muhtelif yörelerinden türkülerimizi senfonik anlayışla yorumlayan bir proje üzerine kafa yorduğunu anlattı. Bir Neşet Ertaş şarkısı neden bu anlayışla yorumlanmasın ki? Ayrıca, uzun dönemde ünlü Türk pop şarkıcılarının eserlerinin – örneğin Barış Manço ya da Cem Karaca klasikleri gibi - bu anlayışla yorumlanması da gündeme gelebilir.
Bu arada Zeki Müren projesinin önümüzdeki dönemde Türkiye’nin 10 ilinde sahne alacağını da memnuniyetle öğrendim. Galiba bundan sonraki ilk konser, Zeki Müren’in doğduğu ve 1996 yılında ölümünden sonra toprağa verildiği Bursa’da olacak. Limak Filarmoni, muhtemelen bu konser dizisi içinde Diyarbakır’a da gidecek.
Böylelikle, Zeki Müren bir kez daha Türkiye’nin dört bir köşesini kucaklayacak. Bu projenin ilk etabının galiba önemli bir yönü, ülkemizde Zeki Müren sevgisini daha da yukarı taşıyacak oluşu. Zeki Müren, Türk toplumunun sevgisini, takdirini en büyük zenginliklerinden biri, belki de en büyüğü olarak görürdü. İzlediğim konserin bende bıraktığı en önemli izlerden biri şu düşünce oldu: Bugün hayatta olmasa da, ölümünün ardından iki on yıl geçse de, Zeki Müren ile bu ülke arasındaki sevgi bağı zayıflamıyor, aksine daha da güçleniyor.
ZEKİ MÜREN İZLEDİYSE MUTLU OLMUŞTUR
Programlarına her seferinde dinleyicilerine teşekkürlerini ve şükran duygularını kayda geçirerek başlardı Zeki Müren. Bu konseri yukarıda izlediyse, büyük bir mutluluk duyduğuna, yine her zamanki zarafetiyle bu projeyi gerçekleştirenlere, sahnedeki sanatçılara, salonda onun şarkılarını söyleyen insanlara, onun müziğini, hatırasını canlı tutan herkese büyük bir mutlulukla kucak dolusu teşekkürlerini ilettiğine emin olabilirsiniz.
Zeki Müren o akşam çoğumuzu bir kez daha şaşırttı. Benim şaşkınlığım, ünlü Amerikalı film yönetmeni Quentin Tarantino ile Zeki Müren’in aynı dalga boyunda karşıma çıkmalarından kaynaklandı. Konser boyunca Zeki Müren klasiklerini dinledikten sonra pek de onun tarzını çağrıştırmayan, ancak kulağıma çok da tanıdık gelen bir şarkıyla karşılaştım. Adı ‘Yaralı Gönül’dü.
Bu şarkı, Tarantino’nun 1994 tarihli ünlü ‘Pulp Fiction’ filminin girişindeki çarpıcı müziğin ta kendisiydi. Pek çok insan, özellikle genç kuşaklar, ‘Pulp Fiction’ filmini bu müzikle hatırlar. Çoğumuz, bu şarkıyla ilk kez bir Tarantino filminde karşılaşmış olsak da, müziğin kıvraklığı, çok tanıdık gelen nameleri bizi hemen kuşatır. Konser vesilesiyle, Zeki Müren’in bu şarkıyı sanat hayatının ilk döneminde ‘Yaralı Gönül’ adıyla Türkçe sözler yazarak icra ettiğini öğrenmiş oldum.
Tarantino’nun ‘Pulp Fiction’da kullandığı müzik Dick Dale’e (sağda) ait. Ama ikisinden de önce keşfeden Zeki Müren.
Sonradan öğrendiğim kadarıyla, ‘Pulp Fiction’ filmi Türkiye’de gösterime girdiğinde de Müren-Tarantino tercihlerindeki örtüşme üzerinde büyük bir tartışma kopmuş, nedense atlamışım.
Peki Zeki Müren nereden almıştı bu şarkıyı? Anlaşıldığı kadarıyla, 1920’lerde Yunanistan’da rembetiko tarzında icra edilen ‘Misirlou’ adlı bir şarkıdan almış. (Yanılabilirim ama galiba Rumca ‘Mısırlı Kız’ anlamına geliyor.) Rembetiko tarzında icra edilmiş olması, şarkının Rum kökenli olduğu anlamına mı geliyor? Araştırdığımda, bu konuda büyük bir tartışma olduğunu, aslında bitmeyen ve bitecek gibi de gözükmeyen bir münazaranın çok zor bir sorusuyla karşı karşıya bulunduğumu fark ettim. Kimilerine göre ‘Mısırlou’ aslında kökeni Mısır’a giden bir Arap şarkısı. Kimilerine göre bir Safarad şarkısı, yani Yahudi müziği... Kimilerine göre, mübadeleyle Türkiye’den Yunanistan’a göç eden Rumların bir şarkısı.
ABD’DE DİCK DALE MEŞHUR ETTİ
Amerika’nın ilk dönem rock gitaristlerinden, California kökenli Dick Dale, şarkıyı daha 1962 yılında çıkardığı 45’lik plakta yorumlayarak ABD’de meşhur etmiş. Tarantino’nun ‘Pulp Fiction’da kullandığı müzik Dale’e ait. Dale’in özelliği rock gitarda geliştirdiği tremolo (enstrümanın teline devamlı yukarı-aşağı vurarak kesintisizlik içinde çalma) tekniğine İngilizcede ‘surf style’, yani ‘sörf tekniği’ deniyor. Türkçeye sörf yapmadan yola çıkarak köpürtme, dalgalandırma tekniği de diyebiliriz. Şarkının girişindeki tremoloyu hatırlayın...
Neyse, şarkının kökeninin aslında çok bir önemi yok. Bu tartışmada adı geçen toprakların hepsinin ortak paydası Akdeniz... Zaten California da biraz Akdeniz’dir. Şurası bir gerçek ki, bu şarkıyı Dick Dale’den ve Tarantino’dan çok önce keşfeden Zeki Müren’dir.
Tarantino, Zeki Müren, Dick Dale, Murat Karahan ve şarkıyı dinleyen bizler, hepimiz aynı müzik dalgasında buluşuyoruz sonuçta...
Tabii, bu ‘hicaz’ makamında bir dalga...