Bir akademik senyörün ölümü

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Küçücük bir radyo haberinden öğrendim. Sevgili hocam Fahir Armaoğlu ölmüş. Üç beş cümlelik küçücük bir haber.

Her tanıdık ölümde aklıma Tolstoy'un o cümlesi takılır?

‘‘Ya mujikler... Acaba onlar nasıl ölürler?’’

Demek ki büyük profesörler de böyle sessizce ölüyorlarmış.

* * *

1965 yılında, üniversiteye yeni girmiş bir öğrenci olarak Siyasi Tarih hocası Fahir Armaoğlu'nu tanıdığımda, ilk dikkatimi çeken şey, zihin hafızamdan hiçbir zaman silinmeyecek olan o siluet ve o yüz oldu.

Sakin, güven veren biri ifade.

Lacivert takım elbise... İçinde yelek.

Ve ceket cebinden hiç eksilmeyen, o zarif beyaz mendil. Arkaya müthiş bir düzenle taranmış saçlar.

Ve tabii Mülkiye'nin efsaneleşmiş 850 sayfalık Siyasi Tarih kitabı.

O kitap, hâlâ başucumda durur.

Bütün öğrencilik hayatım boyunca en övündüğüm başarılarımdan biri.

Fahir Armaoğlu'ndan 10 almak.

* * *

O zamanlar hepimizin inandığı bir şey var. Armaoğlu kimseye 10 vermez. Çünkü onun gözünde 10, mükemmelliğin sayısal karşılığıydı.

Ve mükemmellik çok az rastlanan bir şeydi. Mülkiye'de böyle bir inanış vardı. Ama ben aldım.

Hayatımın genel çizgilerinde mükemmelliğin hiçbir zaman yeri olmadı.

Öyleyse, ya bu efsane aslında boş bir hurafeydi, ya da ben hayatımda en azından Siyasi Tarih dersinde mükemmelliğe erişmiştim.

Geceler boyunca Siyasi Tarih çalıştım. Anlaşmaları ezberledim. Tarihleri bir bilgisayar gibi kafama işledim.

Kendi kendime oyun teorileri geliştirdim.

Ve Fahir Armaoğlu'ndan 10 aldım.

Fakültenin solcu öğrencilerinin ona pek muhabbeti yoktu. Ama ben, Fahir Hoca'yı hep kendime çok yakın buldum.

Ne yazık ki hiç samimiyetimiz olmadı. Ben, bütün hayatı boyunca onu izledim. Yazı yazdığı gazeteleri beğenmesem bile, onun yazılarını hiç kaçırmadım.

Çoğunu kesip sakladım.

Ben, onu hep izledim. O, beni belki hiçbir zaman fark etmedi.

Ben hep ondan 10 aldığım için iftihar ettim. Bazen önüne dikilip, ‘‘Hocam, ben sizin talebinizdim ve sizden 10 aldım’’ demeyi çok istedim.

Üniversite hocaları, ilkokul öğretmenlerine, hatta lise öğretmenlerine göre daha uzak dururlar.

Ama ben, Fahir Hoca'yı ilkokul öğretmenim kadar yakınımda hissettim.

O lacivert jilet gibi takım elbisesi, beyaz mendili, diplomat hali, bize mesafeli duruşu bile, kafamdaki yakınlığı silemedi.

* * *

Büyük bir siyaset tarihçisiydi. Örnek bir öğretim üyesiydi.

Pejmürdeliğe azla izin vermeyen bir akademi senyörüydü.

Onda hep İspanyol düşünürü Ortega Y. Gasset'in çizgisini görürdüm.

Kamu meydanında dolaşan bir aristokrat.

Belki de nesli artık tükenmekte olan bir akademik profil.

Ben de eski bir öğretim üyesiyim. Zaman zaman eski öğrencilerimle karşılaşırım.

Bazılarını görür görmez hatırlar, bazılarını şöyle böyle çıkarırım.

Bazılarının yüzü ise bana bir yabancı kadar uzaktır.

Hangisini hemen tanırım, hangisini çıkaramam? Bunun ölçüsü nedir? Devamlı talebe olmaları mı? Yoksa söyledikleri bir söz, adını koyamadığım başka bir elektrik mi?

Hafızanın seçici mekanizması nasıl çalışır hiç bilemem.

İşin kaderi budur. Talebeler hocalarını tanırlar, hocalar ise sadece bazılarını hatırlarlar.

* * *

Ama hayat işte böyledir. Bazen, yıllar önce yollarınız ayrılan bir hocanızın ölüm haberini duyduğunuz an incecik bir sızı beyninizden gövdenize doğru kayar gider.

O lacivert elbiseli, her zaman düzgün ve mesafeli hocanız gözünüzün önüne gelir.

O an kaderin sizi bir kere bile karşı karşıya getirmediğini, size övünerek, ‘‘Hocam ben Siyasi Tarih'ten 10 almıştım’’ deme fırsatı vermediğini hatırlarsınız.

Lacivert elbiselerine ve beyaz mendiline hiç ihanet etmeyen bu büyük profesörün ardından, artık size yapabilecek tek şey kalır:

Bir dua ve devamı:

Allah rahmet eylesin.

Ve artık geciktirilmesine imkân kalmayan o son cümle:

‘‘Ben Siyasi Tarih'ten 10 almıştım sevgili hocam. Bütün hayatım boyunca da bununla iftihar ettim.’’

Gizli gizli ve gıyabınızda.

Şimdi o cümleyi vicahiye çeviriyorum.













Yazarın Tüm Yazıları