Güncelleme Tarihi:
Fatoş Güney Yılmaz Güney ve ilişkilerine dair bugüne kadar anlatmadıklarını da anlattı.
Yılmaz Fransız vatandaşlığına geçmedi, ölünceye kadar mülteci statüsünde kaldı. O Türkiyeliyim diyen, ülkesini çok seven bir insandı. Daha sonra ben Fransız vatandaşı oldum. Şimdi çift pasaportum var.’’
Yener Süsoy, son zamanlarda tüm yönleriyle tartışma konusu olan Çirkin Kral Yılmaz Güney'i eşi Fatoş Güney'e sordu. Fatoş Güney pek çok röportajında yaptığının tersine, Yener Süsoy'a açıldı. Yılmaz Güney ve beraberlikleri hakkında bugüne kadar bilinmeyen sırları verdi. 7 Aralık 1952 İstanbul Moda doğumlu fabrikatör kızı Fatoş Süleymangil ile 1 Nisan 1937 Adana Yenice Köyü doğumlu ırgat oğlu Yılmaz Pütün'ün fırtına ve acılarla dolu aşk öyküsünü yarından itibaren Hürriyet'te okuyacaksınız. Ama önce bu büyük aşk öyküsünün sonundan başlayacağız. 1981'de Yılmaz ve Fatoş Güney'in Türkiye'yi terkedişiyle başlayan ve Fransa'da Çirkin Kral'ı alıp götüren mutsuz son'dan...
Aşk öykünüz ne yazık ki büyük bir hızla acı bir sona doğru sürüklendi
-1982 yılında mide ağrıları dayanılmaz bir hal aldı. Zaten Türkiye'de hapisteyken de mide ağrılarından dolayı hastanelere sevkedilirdi ama, nedense doktorlar hep birşeyi olmadığını söylerlerdi. Hatta bir hastane başhekiminin onu taburcu etmek için imza aldığını hatırlıyorum. Paris'teki Uluslararası Üniversite Hastanesi'nde ameliyatını yapan Fransa'nın ünlü operatörü bana Yılmaz'ın ölümcül kanser olduğunu, bir yıllık ömrü kaldığını söylediğinde şok geçirdim. Ondan bunları Yılmaz'a anlatmamasını rica ettim. ‘Biz demirparmaklıkları delip çıkarak hayata uzandık. Bunu da yeneriz ama, yine de böyle bir acıyı duymasını istemiyorum’ dedim. Doktor benim isteğime uydu. Bu arada Yılmaz'ın kemoterapi tadevisini yürüten bütün doktor, hemşire ve hastabakıcılarla tek tek konuşup aynı isteğimi tekrarladım. Ölümünden az önce Yılmaz bana hastalığını bildiğini, beni üzmemek için söylemediğini anlattı. Meğer onca zaman birbirimize karşılıklı oynamışız.''
‘‘Çirkin Kral’’ yaşamının en çirkin rolünü oynamaktadır.
-Komaya girinceye kadar hep yanındaydım. Makinalara bağlı yaşıyordu, başucuna da morfin hapları koyuyorlardı. Bir sabah odasına girdiğimde hapları hiç kullanmadığını gördüm. Nedenini sorunca, ‘Ciğerim, bütün gece seslendim sana, beni kurtar diye. Bu morfinleri almayacağım, çünkü ben uyumak istemiyorum, yazmak istiyorum’ dedi. Kendisini yatağa oturtmamı istedi. Niyeti Evren'e bir mektup yazıp, ona bir insanlık düşmanı olduğunu söylemekti. Onu kaldıramadım, kendisi de yatağa yığıldı. Bir iskelet halindeydi, bir deri bir kemik. Bana; ‘Bunları sen yazmalısın’ dedi. Ben ne yazık ki yapamadım, buna çok üzülüyorum. Benden sonra arkadaşlarından Paris Komüncüleri'nin bir battaniyesini üstüne örtmelerini istemiş. Zaten onu Komüncüler'in bulunduğu mezarlığa gömdük. Ertesi gün geldiğimde Yılmaz artık beni duymuyordu. Bana ‘Artık eşinizin sonu geldi, hazırlanın’ diyen doktorları öldürmek geçiyordu kafamdan. Panik içinde Cumhurbaşkanı Mitterand'ın yardımcısı dostlarıma telefon ettim. Yılmaz'ı Amerika'ya, Japonya'ya götürmek istiyordum iyileştirmeleri için. Bunun için uçağa ihtiyacım vardı. Paramız da yok, hastane paralarını da Fransız sosyal sigortası ödüyordu. Yardımcısı hanımlar hastaneye kadar gelip bir uçağın hazır olduğunu, ancak tıbbın yapabileceği hiçbir şeyin kalmadığına beni ikna ettiler. Bunun üzerine ben de hastaneyi terkettim. Ve 9 Eylül 1984 günü sabaha karşı Yılmaz'ımı kaybettik.''
SON VASİYETİ
Ölümüne yakın; ‘Türkiye’ye sakın şimdi dönmeyin, çocuklar özgür bir dünyada yetişsinler ondan sonra gidersiniz' dedi. Ben de 7,5 yıl dönmedim, gönüllü bir sürgünlüğüm oldu. Pasaport vermedikleri için ailemi altı yıl göremedim, hatta babamın cenazesine bile gelemedim. Yılmaz bana hep; ‘Türkiye’ye dönmek, Boğaz'da balık yiyip rakı içmek için mutlaka devrim yapmak lazım ciğerim' derdi.''
YUMURTALIK ASLINDA BİR KAZAYDI
‘‘Yumurtalık olayı aslında bir kazaydı. Yılmaz savunmasını bu yönde değiştirmek istedi ama, o günün şartları ve yanında olan insanların etkisiyle bunu yapamadı. Hep de bunun acısını çekti. O dosya ağır tahrik dosyasıdır. Buradan Yılmaz'ın alması gereken ceza en fazla 8-9 yıldı ama, Yılmaz'a 19 sene ağır hapis verildi. Bu karar kasten verildi, dava Yılmaz'ın lehine gidiyor diye iki defa hakim değiştirildi. Keşke bu dosya yeniden gündeme getirilip tartışılsa.’’
KEŞKE ONUN BİR FİLMİNDE OYNASAYDIM
‘‘Beni çok kıskanırdı. Ben onu hiç kıskanmadım, çünkü bana o kadar çok güven vermişti ki. Herkese; ‘Dünyada hiçbir şeyden korkmam ama, karımdan çok korkarım' derdi. Yanında hep benim ve oğlumuzun fotoğrafını taşırdı. Keşke beni bir filminde oynatsaydı diyorum şimdi. Herhalde ‘Yılmaz karısını artist yaptı' dedirtmemek için bunu düşünmedi. Benim de aklıma gelmedi doğrusu. Şimdi çok pişmanım onun bir filminde oynamadım diye.’’
KÜRT MİLLİYETÇİSİ DEĞİLDİ
‘‘Kayınvalidem çok ilginç bir insandı. Yılmaz yazarlık ve oyun gücünü ondan aldığını söylerdi. Kaynanam Güllü ana Kürt, kayınpederim ise Siverek'li Zaza. Yılmaz'ın babası kan davasından kaçarak eşiyle birlikte Siverek'ten Çukurova'ya göçmüşler. Yılmaz'ın ilk silahla tanışması da bu yüzden. Çünkü babasının sürekli silahı var. Yılmaz çok atak, çok gözüpek bir adam. Kendini her yerde gösteren bir adam. Evde hep Türkçe konuşulurdu ama, oğluyla ilgili kederlendiği zaman kayınvalidem Kürtçe ağıtlar yakmaya başlardı. Kürtçeyi ilk kez onun türkülerinden duydum. Sonra tek tük bazı kelimeleri öğrendim. Yılmaz kesinlikle bir Kürt milliyetçisi değildi.’’
200 bin Frank borç
Çirkin Kral'ın ailesine ne kadar miras bıraktığını merak edenler de çok.
-200 bin frank kadar borç kaldı. Bir o kadar da bize borcu olan Fransız yapımcılar vardı ama, iflas gösterip kaçtılar.
Hep borç içindeydi.
-Aslında biz her dönemde parasızdık. Ben her zaman aileme, dostlarıma, çevreme kan kustum kızılcık şerbeti içtim dedim. İsteseydim ailem maddi olarak bize yardımcı olurdu. Bir keresinde öyle parasız kaldık ki, Yılmaz'ın kumbarasını açıp bakkala gittim. ‘Yol’ filminin montajı sırasında incecik kunduralarımızla karlar içinde ayaklarımızın donduğunu unutmuyorum. Cannes Film Festivali'nden dönerken cebimizde taksi parası yoktu. Yılmaz Türkiye'de stardı ama, ortada para değil senetler dolaşırdı. Ben Yılmaz'ın hiç paralı dönemini görmedim, hep borç içindeydi. Filmlerini de hep bu zorluklar içinde yaptı. Yılmaz Güney hayatı boyunca her an, her yerden hep kazık yemiştir.''
Geçmişin burjuva kızı devrimci Fatoş şimdi geçimini nasıl sağlıyor acaba?
‘‘Geçimimi ailemden gelen parayla sağlıyorum. Babamın ölümünden sonra annemin yardımıyla Paris'te bir ev aldım. Vakıf ise şu anda ancak kendi yağıyla kavruluyor.
Yılmaz Güney vefat edeli 17 kocaman yıl oldu, az değil. Bu genç ve güzel kadın yeniden evlenmeyi düşünmlez mi?
‘‘Bu kadar sorumluluk yetmiyor mu bana Yener? Küçücük yaşımdan beri ağır sorumluluklar taşıyorum. Yılmaz Güney Vakfı'nı kurmayıp Fransa'da keyfime bakabilirdim. Bu vakıf ömrümün sonuna kadar gidecek. Bu hafta ‘Sürü' filmini vizyona sokuyoruz, onu ‘Umut' izleyecek. Sonra sırada ‘Duvar', ‘Arkadaş', ‘Ağıt' ve ‘Zavallılar' var.’’
KAYINVALİDEM OĞLUMA BÜYÜ MÜ YAPTIN DERDİ
‘‘Yılmaz asla maço bir erkek değildi. Sürekli kendisini eleştirir, yaptığı hatalardan dersler çıkarırdı. Kendisiyle, kendisini değiştirdiği oranda barışıktı. Hatalarından sürekli arınan bir insandı. Benimle evlendikten sonra kayınvalidem bana; ‘Ben oğlumu tanıyamıyorum, sen büyü mü yaptın' demişti.’’
30 ÇEŞİT MEZE YAPARDI
‘‘Ev işleri konusunda da müthişti, bana hiç ev işi yaptırmazdı. Mutfağa girer, kendi elleriyle 30 çeşit meze yapardı. Bana; ‘Sen sofrayı kur ve süslen' derdi. Sonunda bulaşıkları yıkamaya kalkardı ama, ben bırakmazdım. Paris'teyken bir gece canım Çerkez Tavuğu istedi. Hiç üşenmeden gitti cevizler, tavuklar buldu, saatlerce uğraşıp bana Çerkez Tavuğu yaptı.’’
Fatoş ve Yılmaz Güney’in fırtına ve acılarla dolu
aşk öyküsü yarın HÜRRİYET’TE