Güncelleme Tarihi:
Yıllar önce rahmetli, sevgili arkadaşım, psikiyatr Prof. Dr. Metin Özek’le koyu bir sohbetteyiz.
Konumuz bağımlılık. Laf alkolden açıldı, sıra kumara geldi. Tanıdığımız bir arkadaşımızın at yarışı merakını konuşuyoruz. Onun bağımlılığına üzülüyoruz. İki evi bu uğurda elden çıkardığını anlatıyoruz. Elbet alkolü kaçıranlar da masamızda konuşuluyor.
Bir an bana dönüp şöyle dedi: “Sen de bir bağımlısın aslında.” “Ne bağımlısıyım” diye şaşırarak sordum.
“Senin kalem tutkun da bir tür bağımlılık. Tanık oldum, birinde sende olmayan bir kalemi gördün mü, gözün ona takılıyor. O kaleme hemen sahip olmak istiyorsun. Onu kıskanıyorsun. İyi ki kleptoman değilsin.” Gülüp geçiyorum, sohbet başka alanlara kayıyor.
Metin Özek, rahmetli arkadaşımız hukuk profesörü Çetin Özek’in ağabeyi.
Düşününce ve kalemlerle ilgili anılarıma dalınca hak veriyorum ona.
Amerikan filmlerindeki bağımlıların itiraf sahneleri geliyor gözümün önüne.
Ve ben de itiraf ediyorum: “Evet, ben bir bağımlıyım, kalem bağımlısı.” Bende olmayan bir kalemi birinde gördüğümde, ona daha pahalı bir kalem teklif ettiğim, aldığım çok olmuştur. Bunlardan biri de rahmetli arkadaşım, resim eleştirmeni Gültekin Elibal’dır. Zor bulunur bir dolmakalem için ricada bulunmuş, yerine yenisini alıp vermiştim.
Gelelim Metin Özek’in teşhisinin doğruluğuna...
Bir sempozyumda konuşma yaptım. Organizasyonu yapan, sempozyumu düzenleyen eski bir arkadaşım da bana bir roller ball kalem armağan etti. Ünlü bir markaydı. Aldığım her armağan yeni bir masraf kapısıdır. Çünkü onu takıma tamamlarım. Eve geldim, o firmanın başında bulunan arkadaşıma telefon ettim. Kataloğa baktım, aynı modelin dolmakaleminin onlarda olduğunu öğrendim. Dedim ki, “Sana zahmet kalemi bana bu akşam ulaştırırsan, yarın onu takım halinde kullanırım.” Yakın oturuyorduk. “Eve geç geleceğim, sana da geç saatte uğrayabilirim” dedi. Gece 10.30’da zil çaldı. Şakır şakır yağmur yağıyor, robdöşambrımı giydim, uçarcasına aşağı indim.
Beyaz bir kâğıda sarılmış, şık kutu içindeki dolmakalemime kavuştum. Yukarı çıktım ve hemen mürekkep doldurdum.
İşte o anda, Metin Özek’i bir kez daha hatırladım. Dışarıdan biri bu sahneyi görse benim kesin bir uyuşturucu krizine girdiğime inanabilirdi.
Dolmakalem krizinin ne olduğunu kim bilebilir ki?
Bir başka olay.
Cumhuriyet’te çalıştığım yıllar. Bir gece eve geldim ve o gün aldığım dolmakalemimi masada unuttuğumu fark ettim. Pijamalarımı giymiş oturuyorum. Yine pijamamın üzerine robdöşambrı geçirdim, bir taksi çağırdım ve gazeteye giderek masamda unutuğum kalemimi alıp döndüm. Gece çalışan arkadaşlarım merak içinde ne olduğunu sorduklarında da yazımda bir yeri merak ettiğimi, onu kontrol etmek için geldiğimi söyledim.
Ertesi gün gazetenin o dönem genel yayın yönetmeni olan rahmetli arkadaşım Oktay Kurtböke odama gelip gece yarısı apar topar neyi düzeltmeye geldiğimi sorunca işin aslını anlattım.
Kahkahalarla güldü.
İkisinde de kavuşmanın mutluluğunu anlatamam.